Kimse bize acı çekmenin kurallarını ya da acıyla nasıl baş edeceğimizi öğretmez. Her birimiz acıyla başa çıkmanın kendine özgü yolunu buluruz, bulmak zorunda kalırız. Çünkü acı hepimizin bir noktada çekeceği ve yüzleşmek zorunda kalacağı bir hayat gerçeğidir. Bir aile ferdimizi kaybetmek, haksız yere işimizden olmak, sevdiğimizden ayrılmak ya da olgunlaşma sürecimizin kendisi bile değişik seviyelerde bize acı verebilir. Hayattaki acı türlerinin her biriyle ilgili karmaşık olan şey şudur; hepimizin acı çekmeyle arası pek de iyi değildir. Çünkü acıyı nasıl yöneteceğimizi bilemeyiz, çok bunalırız ve bazen de mahvoluruz, yolumuzu kaybederiz. Ancak acı gönül kapımızı çaldığında ona bir yer olmadığını söylememizin bir faydası yoktur, çünkü acı bunun bir sorun olmadığını, kendi koltuğunu yanında getirdiğini söyler ve baş köşemize kurulur ve vakti gelmeden önce de misafir olduğu gönlümüzü terk etmez.
İnsan olma koşulunun bir parçası acı çekmektir. Bazen kötü şeyler olur ve acı çekeriz. Şu anda bile, bazılarımız bir hastalık nedeniyle hastanede olabiliriz. Sevgi dolu bir ilişkinin sona ermesinden dolayı kalbimiz kırılmış olabilir ya da uzun süredir iş bulamadığımız için umutsuzluk içinde olabiliriz. Hepimizin acı çekmekle ilgili kendi hikayeleri vardır ve hepimiz acı çektik, çekiyoruz ve çekeceğiz. Acı çekerken dünya karanlık ve zalim bir yer gibi görünür. Bu zor zamanlarda önümüzde iki yol vardır; ya acının içinden geçerek onu geride bırakıp iyileşebilir ve yaşamımıza devam ederiz ya da acımızın içinde dolaşıp aylarca, yıllarca sürmesine neden oluruz. Acının içinden geçip acıdan çıkmak için ilk önce duygularınızı kabul edip hissederek deneyimlememiz gerekir ki bu zor olan yoldur. Kolay olan yol ise acının içinde dolaşmaktır, çünkü ilerleyip çıkışa gitmek için hiçbir çaba göstermeden kendimizi acının kollarına bırakarak o nereye götürürse oraya gideriz. Bu süreçte zihninizdeki olumsuz düşüncelerin tümü devreye girer. “Bu çok korkunç, çok acı veriyor, neden benim başıma geldi, bundan sonra hiçbir şeyin önemi yok, cezamı çekiyorum” gibi pek çok olumsuz düşünceyle acının ateşini alevler ve sönmesine asla izin vermeyiz. Oysa acının yol açtığı öfke, korku, üzüntü, çaresizlik, duygularını kabul edip deneyimlersek acının ateşini söndürebiliriz. Küçük çocuklar bu yöntemin mükemmel örnekleridir. Çocuklar üzüldüklerinde, acı çektiklerinde duygularını bastırmazlar ve ağlayabildikleri kadar ağlarlar, sonra da kaldıkları yerden devam ederler. Günler, aylar, yıllar boyunca acı döngüsüne sıkışıp kalmazlar. Çünkü onların yaşadıkları acı ile ilgili zihinsel yorumları, yani olumsuz düşünceleri yoktur.
Acı, farklı şekillerde ve farklı boyutlarda ortaya çıksa da evrenseldir. Acı karşısında en doğal ve sağlıklı tepki üzüntü ve gözyaşıdır. Ancak bu üzücü duyguların sonsuza dek bizimle olacağını ve hiçbir zaman tekrar mutlu olmayacağımızı ya da başımıza gelenin çok korkunç bir şey olduğunu düşündüğümüzde üzüntümüz içinden çıkılmaz bir hale gelir ve depresyona gireriz. Depresyon başladığı zaman acımızın en derinine iner, kendimizi çaresiz hissederiz. Evet, acı acıtır ve katlanması zor acılar vardır ama ne kadar zor olursa olsun her acıyı yönetebiliriz. Acıların uzun yıllar boyunca sürekli kanamasının en önemli nedeni, acının uyandırdığı duyguları yaşamadan bastırmak, diğer bir ifadeyle acıyı uyuşturarak acı çekmeyi ertelemektir. Ancak bu geçici bir durumdur ve kanaması durdurulmayan bir yaranın uyuşturulması acının şiddetini giderek arttırır. Bu nedenle acıyı iyileştirmenin yolu onu hissedip yaşmaktır. Böylece kanmayı durdurmuş, kabuk bağlamasına imkân vermiş olursunuz. Yaranın derinliğine göre gelecekte izi kalır ama acısı son bulur.
Acı çekmedikçe nefsimizi terbiye edemeyiz, üretemeyiz ve kendimizi tanıyamayız. Çünkü bizi öldürmeyen acı güç verir, öğretir, hayat dersi olur en pahalısından, olgunlaştırır, bir yerden alıp bir yere getirir ve bir daha asla eskisi gibi olmayacak bir şekilde değiştirir bizi. Acı, tahmin edilemez bir dünyadaki kırılganlığımızı ortaya koyar ve bu nedenle kendimizi zayıf ya da çaresiz hissetmemize neden olur. Ama öte yandan da bir acının üstesinden gelmenin gelecekteki zorlukların üstesinden gelebileceğimiz anlamına geldiğini fark ederek güçlenmiş hissederiz, kendimize güvenimiz artar ve daha büyük bir kararlılıkla ve iradeyle yaşamımızın sorumluluğunu üstleniriz. Acılar dünyaya bakış açımızı değiştirir, iyi şeylere daha fazla değer vermemiz için bize ilham verir ve değişim için fırsatlar sunar ve insan kalabilmemizi sağlar.
Hepimiz acı karşısında bir çırağızdır, acı da bizim en iyi ustamızdır. Bu nedenle bir hazine olan acılarımızın bize kattığı değeri bilmeli, acıdan geçmeyen şarkıların bile biraz eksik kalacağını, büyük acıların bizi olgunlaştırıp geliştireceğini hep aklımızda tutmalıyız. Eğer acının içinden doğru bir şekilde geçmesini bilirsek, bize verdiği mesajı doğru okuyabilirsek, acının yoldaşlığı bize paha biçilmez bir hayat armağanı olur. Bu muhteşem armağan bizi güçlendirir, farklı biri olmamıza, sevip üretmemize yardımcı olur. Ben de bu gerçeğe, yani elmasın yontulmadan mükemmelleşemeyeceği gibi, insanın da acı çekmeden olgunlaşamayacağına inanıyorum, tıpkı ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin hayat hikayesinde olduğu gibi… Büyük usta çocukluğunu ayyaş bir baba ve hasta bir anne ile geçirmemiş olsaydı, 16 yaşındayken annesini veremden kaybetmeseydi, ölüm haberini aldığında mutlu olabilecek derecede babasına karşı büyük bir kin duymasaydı, 28 yaşında 6 ay hapiste yattıktan sonra tam idam edilecekken Rus çarı tarafından son anda affedilmeseydi, tıpkı annesi gibi veremli bir kadınla evlenip, akabinde onu da erken yaşta kaybetmeseydi, kumar borçlarını ödeyebilme uğruna normal bir insanın bir haftada okuyup anlayabileceği bir kitabı üç günde yazmak zorunda kalmasaydı, belki de en önemlisi epilepsi hastası olmasaydı, her an bir sara krizi geçirme ihtimalinin sırtına yüklediği yükten doğan stresle yaşamak zorunda kalmasaydı, ne o yazdığı şeyleri yazabilecekti ne de biz Karamazov Kardeşler, Budala, Suç ve Ceza gibi muhteşem eserleri okuyabilecektik. Diğer bir ifadeyle onun yokluğunda, belki de sayısız insan şu an olduğu gibi biri olamayacaktı… Çünkü acı bir insanı, bir insan da dünyayı değiştirebilir.
Alkali diyet, vücudun pH dengesini alkalinize etmeyi amaçlayan bir beslenme tarzıdır. Bu diyet, asidik yiyeceklerin…
Akdeniz meyve sineği, kısa ömrü ve hızlı üreme kapasitesi nedeniyle yaşlanma araştırmalarında sıkça kullanılır. Bu…
Yaşam süresinin uzaması, 21. yüzyılda önemli bir demografik değişim olarak karşımıza çıkmaktadır. 100 yıl ve…
50 yaş üstü kadınlar için cinsel yaşam, sağlık, mutluluk ve yaşam kalitesinin önemli bir parçasıdır.…
50 yaş üstü erkekler için cinsel yaşam, sağlık, mutluluk ve yaşam kalitesinin önemli bir parçasıdır.…
“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…