1.1. Aşk Nedir?
İnsanlık tarihi boyunca, aşk duygusu insanların en karmaşık ve güçlü duygusal deneyimlerinden biri olmuştur. Aşk, insanların kalplerini dolduran ve hayatlarını derinden etkileyen bir duygudur. Hem mutluluk hem de hüzün getiren aşk, sanatın, edebiyatın, müziğin ve filmin ilham kaynağı olmuştur. Peki, aşkın kökeni nedir ve neden bu kadar etkileyici bir duygudur?
Aşkın kökeni, insanın temel içgüdülerinden biri olan “çiftleşme ve üreme” dürtüsünden gelmektedir. İnsanlar, türlerinin devamını sağlamak için çiftleşme arzusu duyarlar ve bu da romantik ilişkilerin temelini oluşturur. Ancak aşk, sadece biyolojik bir süreçten ibaret değildir. Aşk, duygusal bağlantılar, tutku, sadakat ve derin bir anlayış gerektirir.
Aşkın türleri çeşitlilik gösterir. Bazı insanlar romantik aşkı yaşarken, diğerleri derin sevgi ve bağlılık hissettiği aileleriyle veya arkadaşlarıyla aşkı deneyimler. Aşk, farklı formlarda kendini gösterebilir, ancak hepsinin ortak noktası insanları birbirine bağlama ve sevgi dolu ilişkiler kurma isteğidir.
Aşkın duygusal ve psikolojik etkileri oldukça derindir. Âşık olduğumuzda, beyindeki kimyasal dengeler değişir ve mutluluk hormonları olan serotonin, dopamin ve oksitosin salınımı artar. Bu, aşkın neden insanları heyecanlandırıcı, coşkulu ve enerjik hissettirdiğini açıklar. Aynı zamanda aşk, insanları daha empatik hale getirir, başkalarının ihtiyaçlarını anlama ve karşılama konusunda daha duyarlı olmamızı sağlar.
Ancak aşk, sadece mutluluk getirmeyen bir duygudur. İlişkilerde yaşanan sorunlar, ayrılıklar, sadakatsizlikler ve kalp kırıklıkları aşkın beraberinde getirdiği olumsuz yönlerdir. Aşkın getirdiği riskler ve acılar insanları korkutabilir, ancak aşkın yüksek risklerle birlikte yüksek ödüller sunduğunu da unutmamak gerekir. Aşk, hayatın anlamını ve değerini artırır, insanlara güç ve cesaret verir.
Aşkı güçlendirmenin yolları da vardır. İletişim, sadakat, anlayış, özveri ve saygı gibi değerler aşk ilişkilerinin temelini oluşturur. Aşk, sürekli bir çalışma ve yatırım gerektirir. İlişkilerde karşılaşılan zorluklara rağmen, çiftler birbirlerine olan sevgi ve bağlılıklarıyla mücadele etmeli ve birlikte büyümeyi hedeflemelidir.
Sonuç olarak, aşk insan hayatının en güçlü ve karmaşık duygusal deneyimlerinden biridir. Aşk, insanları birbirine bağlayan, mutluluk ve heyecan veren, ancak aynı zamanda riskler ve acılar da içeren bir duygudur. Aşk, insanların yaşamlarına anlam ve derinlik katar ve hayatın en değerli deneyimlerinden biridir. Her ne kadar aşk bazen zorluklarla dolu olsa da insanlar aşkı aramak ve deneyimlemek için cesur olmalı ve bu güçlü duyguyu hayatlarında bir yer edinmelidirler.
1.2. Aşkın Büyüsü
Gözler birbirine takılıyor, kalpler hızla çarpıyor, bir gülümseme yüzü kaplıyor ve kelebekler karın boşluğunda dans ediyor. İşte aşkın büyüsü böyle başlar. Aşk, insanlık tarihinin en karmaşık ve derin duygusal deneyimlerinden biridir. Herkes aşkı tatmış, sevinç ve mutlulukla dolu olduğu kadar acı ve hayal kırıklığına da sebep olan bu duyguyu yaşamıştır. Ancak birçok kişi aşkın ne kadar süreceğini merak eder. Aşkın ömrü var mıdır? Bu büyülü duygu gerçekten sonsuz bir süre boyunca sürer mi?
Aşkın ömrünü anlamak için öncelikle aşkın doğasını anlamak önemlidir. Aşk, karmaşık bir duygusal durumdur ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bazı ilişkilerde aşk, zamanla daha da güçlenir ve bir ömür boyu devam edebilirken, diğer ilişkilerde zamanla azalabilir ve sona erebilir. İki insan arasındaki uyum, karşılıklı anlayış, saygı, iletişim ve güven gibi unsurlar, aşkın süresini etkileyen temel faktörlerdir. Sağlam temellere dayanan bir ilişkide aşk, uzun süreli olabilir ve zamanla derinleşebilir. Bu tür ilişkilerde aşk, ortak bir yolculuğa dönüşebilir ve çiftler birlikte büyüyerek, birbirlerine destek olup, zorlukların üstesinden gelirler.
Ancak her ilişki benzersizdir ve aşkın süresi kişiden kişiye değişebilir. İnsanlar, zaman içinde değişen duygusal ve kişisel ihtiyaçlara sahip olabilir. İlişkideki romantik aşk, zamanla arkadaşlık veya derin sevgiye dönüşebilir. İnsanlar büyüdükçe, olgunlaştıkça ve farklı deneyimler yaşadıkça, aşkın niteliği de değişebilir. Her birey kendi aile ve çocukluk mirasları ve genetik yapısına göre aşka tepki verir. Bu nedenle, aşkın süresi konusunda kesin bir öngörüde bulunmak zordur.
Aşkın ömrünü etkileyen birçok faktör vardır. İlk olarak, ilişkideki uyum ve karşılıklı anlayış önemlidir. İki kişinin birbirini anlaması, duygusal olarak desteklemesi ve birbirlerine güven duyması, aşkın uzun ömürlü olmasını sağlar. İyi iletişim becerileri, problemlerin çözülmesine yardımcı olur ve aşkın sürmesine katkıda bulunur.
Bir başka faktör ise zaman ve deneyimdir. İlişkiler zaman içinde değişebilir ve aşk farklı bir evreye geçebilir. Romantik aşk zamanla derin sevgiye, arkadaşlığa veya saygıya dönüşebilir. Bu, ilişkideki aşkın dinamiklerini etkiler ve ömrünü belirler.
Aşkın ömrünü etkileyen bir diğer faktör de hayatın gerçekleri ve zorluklardır. İş stresi, maddi sıkıntılar, aile sorunları gibi faktörler, ilişki üzerinde baskı yaratabilir ve aşkın zayıflamasına neden olabilir. Bu tür zorluklarla başa çıkmak için çaba ve dayanıklılık gereklidir. Eşler arasındaki bağlılık ve karşılıklı destek, aşkın zor zamanlarda bile devam etmesini sağlayabilir.
Aşkın ömrünü belirleyen bir diğer önemli faktör de kişinin kendisidir. Bireylerin duygusal ihtiyaçları ve beklentileri zaman içinde değişebilir. Bir kişi yaşamının farklı evrelerinde farklı türde aşklar yaşayabilir ve bu da aşkın ömrünü etkileyebilir. Bireylerin kendi kişisel büyümelerine ve değişimlerine uyum sağlaması, aşkın sürekliliğini destekleyebilir.
Sonuç olarak, aşkın ömrü konusunda kesin bir yanıt vermek zordur. Her ilişki benzersizdir ve aşkın süresi çeşitli faktörlere bağlıdır. İlişkideki uyum, iletişim, karşılıklı anlayış ve dayanışma gibi unsurlar, aşkın ömrünü artırabilir. Ancak aşk, zamanla değişebilir ve farklı bir şekil alabilir. Önemli olan, ilişkideki tarafların birbirlerine olan sevgi ve bağlılıklarını korumak için çaba göstermeleridir.
Unutulmamalıdır ki aşk, sadece romantik ilişkilere sınırlı değildir. Aşk, aile üyeleri, arkadaşlar ve başkalarıyla da hissedilebilir. Bu tür ilişkilerde aşk, uzun süreli ve anlamlı olabilir.
1.3. Zıt Kutupların Çekimi
Mutlu bir ilişki için kadın ve erkeğin birbirlerine benzemesi gerekmez. Aksine tıpkı mıknatısın zıt kutupları gibi, kadın ile erkeğin arasındaki “çekim gücü”nü farklılıkları oluşturur. Sıcak, alıcı, kırılgan, duyarlı, sevgi dolu ve fedakâr yapıdaki kadınlara âşık olan erkekler, çoğunlukla soğuk, saldırgan, sert, mantıklı ve kararlı yapıya sahiptir. Bu kişiler benliklerinin erkeksi yanlarını, kadınların dişilik nitelikleri ile dengelenmek isterler. Bu da kadınların ve erkeklerin birbirlerinden farklı ama bir o kadar da birbirleriyle bütün olduğunun önemli bir göstergesidir.
Erkek, kadının kadınsı niteliklerini sevip kabul etmekle, sevgiye daha açık olur ve kendi içindeki kadınsı yanını kabul eder. Kadının yumuşaklığına dokunurken, kendi yumuşaklığını uyandırır ama aynı zamanda sert yapısını da korur. Kısacası, erkeğin soğukluğu, kadının sıcaklığıyla; saldırganlığı ve sertliği, kadının duyarlılığı ve kırılganlığıyla; güçlülüğü ise kadının sevgisiyle dengelenir. Karşı cinsten farklı olduğumuz için ona yaklaşırız ve içimizdeki ona benzeme potansiyeli nedeniyle onunla anlaşabilir, yakınlık ve iletişim kurabiliriz. Kadın ve erkek birbirlerini tamamlayan farklılıklarına saygı duyup değer vermezlerse, aralarındaki çekim gücü kısa sürede yok olur ve çekiciliklerini kaybederler. “Çekiciliğin kaybedilmesi” 3 şekilde gerçekleşir:
- Kadın ve erkek birbirlerini memnun etmek için gerçek benliklerini bastırırlar.
- Kadın ve erkek yarattıkları imgeye göre birbirlerini değiştirmeye kalkışırlar.
- Kadın ve erkek reddedilmeyi göze alamadıkları için istek ve arzularını ifade edemezler.
1.3.1. Kadın SENmerkezci, Erkek BENmerkezcidir
Kadın için ilişkisi ve partneri yaşamının merkezidir, hatta kendinden bile önce gelir. Erkek için ise önce can, sonra canan gelir. Bu açıdan kadınlar daha fedakâr, yani “SENmerkezci”, erkekler daha bencil, yani “BENmerkezci”dir. Kadın, erkek ile tüm yaşamını paylaşır, her şeyi o olsun ister. Söz konusu partneri ve ilişkisi olduğunda akan sular durur. Onun için ilişkisi çok önemli ve değerlidir ve sonsuza kadar sürecektir. Erkek için ise kendisi ve özgürlüğü her şeyin önünde gelir. Partnerini ve ilişkisini yaşamının merkezine koymaz; onun için işi ve arkadaşları da çok önemlidir. Fedakârlık yapmaktan çok hoşlanmaz. Geçmişte ve gelecekte değil, bugünde yaşar ve yaşadığı her şeyi partneriyle paylaşmak istemez. Kadınlar ayrıntıları severler, karşılarındaki kişinin ses tonundaki ve mimiklerindeki değişiklikleri sezip ruh hâlini kolayca anlayabilirler ve empati yetenekleri daha fazladır. Erkeklerse, olaylara bütüncül yaklaşırlar ve ayrıntıları es geçerler. Bu nedenle karşı tarafın ruh hâlindeki değişiklikleri kolay anlayamazlar.
1.3.2. Kadın Çok Konuşur, Erkek Az Konuşur
Kadın ile erkek arasındaki en belirgin fark konuşmaları ile ilgilidir. Kadına bir dokunur bin ah işitirsiniz; erkeğin ağzından kerpetenle laf alırsınız. Bu durumun nedeni de anatomik yapılarıdır çünkü konuşma yeteneğini kontrol eden beyindeki merkezleri farklı çalışır.
Erkek doğası gereği düşünerek konuşur, tek bir konuya yoğunlaşır ve yoğunlaştığı konuyla ilgili hemen sonuca gitmek, çözüm üretmek ister. Kadın ise konuşarak düşünür. O da doğası gereği aynı anda birden fazla konuya yoğunlaşabilir. Kadın konuşurken konuyu ayrıntılarıyla genişletir ama erkek bir an önce esas konun konuşulmasını isteyerek konuşmayı daraltır. Yani erkek ve kadında konuşma ve düşünme süreçleri birbirinin tersi şekilde işler. Erkek önce konuşmak istediklerini derinlemesine düşünür, sonra sözcüklere döker ve en sonunda da zaten karar vermiş olduğu sonuca ya da çözüme ulaşır. İşte bu nedenle de erkekler çok konuştuklarında düşünmeden konuşup söylemek istemediklerini söylerler. Kadın ise sesli düşünür, yani önce konuşmaya başlar, sonra düşünür ve konuyla ilgili düşüncelerini konuşurken şekillendirerek sonuca ya da çözüme bu süreçte karar verir.
1.3.3. Kadın Yönlendirir, Erkek Çözüm Önerir
Kadın da erkek de birbirlerinin kendileri gibi düşünüp, konuşup tepki vermelerini beklerler. Kadın konuşurken söylediklerinin dinlenilmesini ve yakınlık gösterilmesini ister ve bunu hissetmezse dinlenilmediğini ve anlaşılmadığını düşünür. Erkek ise kadının söylediklerinin tamamını dinlemez, kendine mantıklı gelenleri dinler ve bir çözüm önerir. Bunun karşılığında da takdir bekler. Aslında kadının istediği “çözüm” değil, “yakınlık ve ilgi”dir.
Öte yandan kadın, erkeğin davranışlarını düzeltmeye, neler yapması gerektiğini söylemeye çalışır. Böyle davranarak onu değiştirmeye çalıştığının farkında olmadan, koruduğunu, kolladığını sanır ama erkek kendisinin yönlendirildiğini ve yönetildiğini düşünür. Erkek bunun yerine yalnızca kadının onu olduğu gibi kabullenmesini ister. Çünkü erkekler için “kabullenilmek” çok önemli bir ihtiyaçtır.
1.3.4. Erkek Mesafe Koymayı Sever, Kadın Mesafeyi Kaldırmayı Sever
Kadın için partnerinin ona değer ve önem vermesi oldukça önemli ve hassas bir konudur. Partnerinin onun duygu ve düşüncelerini önemsemesine, beklenti ve ihtiyaçlarını dikkate almasına, ilgi ve “yakınlık” göstermesine ihtiyaç duyar. Ancak erkek yakınlaşsa da mesafe koyma ve “uzaklaşma” ihtiyacı duyar çünkü onun için kendiyle baş başa olacağı anlar yaşamsal öneme sahiptir ve partnerinin buna izin vermesini bekler. Ancak kadınlar, erkeklerin bu ihtiyacının farkında olmazlar ve bunu partnerleri tarafından sevilmeme ve reddedilme olarak algılarlar. Erkekler ilişkilerinde bağımsızlık ve bağlanma arasında gidip gelirler. Zaman zaman partnerlerine yaklaşır, bazen de özgülüklerini korumak adına uzaklaşma ihtiyacı duyarlar. Bu anlamda erkek bir uçurtmaya benzetilebilir; ipi daima kadının elindedir ama aynı zamanda gökyüzünde özgürce dolaşabilir. Elindeki ipin sıkılığını doğru bir şekilde ayarlayabilen kadın hem kendini hem de erkeği mutlu eder.
1.3.5. Kadın Sevilmek İster, Erkek İhtiyaç Duyulmak İster
Kadın hassas, alıngan ve duygusal bir yapıya sahiptir. Erkeğini kaybetme korkusu yaşadığı için genelde kıskançtır. Sevilmeye ve sevildiğini hissetmeye ihtiyaç duyar; iltifatlar, romantik sürprizler ve ilgi bekler. Erkek ise mantıklı ve akılcıdır. Onun için önemli olan kadının ona ihtiyaç duyduğunu hissetmesidir. Erkek, partnerinin ona danışmasından, ihtiyaç duyduğunu göstermesinden mutluluk ve gurur duyar. Övgü dolu sözlerle pohpohlanmayı, desteklenmeyi ve onurlandırılmayı ister. Partneri tarafından kusurlarının görülmesinden ve hatalarının yüzüne vurulmasından hoşlanmaz, iyi bir şey yaptığında bunun hemen görülmesini ve takdir edilmesini bekler.
Kadınlar âşık oldukları zaman kolayca bağlanırlar, ilgi ve sevgi gördükleri sürece kendilerini cazip ve mutlu hissederler. Güçlü bir erkek tarafından himaye edildiklerinde güvende ve değerli olduklarını düşünürler. Erkeklerse bağlanmak için âşık oldukları kadının kendilerine ihtiyaç duymasına muhtaçtırlar. Sevdikleri kadın tarafından onaylandıkları ve takdir edildikleri sürece özgüvenleri artar ve kendilerini huzurlu hissederler. Bu noktada erkeklerin en büyük hatası ilişkilerinde her sorunu parayla çözebileceklerini düşünmeleridir. Onlar kadına refah sağladıkları sürece ilişkilerinin iyi ve mutlu olmasını beklerler. Ancak kadınlar için duygusal güven, maddi güvenden daha önemlidir.
1.3.6. Kadın Romantizmi Sever, Erkek Erotizmi Sever
Romantizm ve erotizm, kişilerin aşkı ve cinsel coşkuyu bulma biçimleridir. Her ikisinde de aşk, şehvet, cinsel tutkular, düşler, arzular ve sahiplenme gibi yoğun duygular vardır. Aralarındaki temel fark, romantizmin temelinde sevgi ve aşk tutkusunun, erotizmin temelinde ise cinsel tutku ve şehvetin yatmasıdır. Erkekler erotizm almak için kadınlara romantizmi sunarken, kadınlar romantizm almak için erkeklere erotizmi sunarlar. “Seks yapmak” erkeğin kadınsı yönlerini güçlendirir ve duygularının ortaya çıkmasını sağlar. Nitekim buna, kadın ve erkeğin birbirlerini tamamlama, diğer bir deyişle “bir bütün olma” yolu da diyebiliriz.
1.4. Kadınca ve Erkekçe
Kadın ve erkek arasındaki ayrım, insan fizyolojisinde çok derinlere kök salmıştır ve tüm toplumlarda evrenseldir. “Kadın ve erkek birbirlerinden farklıdır” dendiğinde erkeğin kadından üstün olduğu düşünülür ama bu büyük bir yanılgıdır. Kadın ve erkeğin varlıkları, farlılıklarını bir çatışma değil, keyifli bir zenginlik olarak yaşadıklarında ve birbirlerinin yanında olduklarında, yani birbirleri için var olduklarında anlamlıdır. Farklılıklarından, “ayrılık ve aykırılık” değil, “uyumluluk ve uygunluk” oluşturabildiklerinde mutlu olurlar. Herakleitos’un dediği gibi “Karşıtlar yararlıdır, en iyi uyum farklılıklardan çıkar.” Kadın ve erkek ne birbirlerine eşit ne de biri diğerinden üstündür.
Cinsellik ile duygusallık arasında yakın bir ilişki vardır. Bununla birlikte, erkekler ve kadınlar, bu ilişkiye çok farklı referans noktalarından yaklaşma eğilimindedir. Erkeklerin ve kadınların, özellikle duygusallık açısından farklı oldukları bir sır değil. Cinsiyet farklılıklarına ilişkin literatür, bunun bir nedeninin kadın ve erkeklerin düşünme biçimindeki kanıtlanabilir farklılıklar olduğunu öne sürmektedir.
Erkekler çok doğrusal düşünürler, A noktasından B noktasına giderler. Kadınlar ise büyük resmi düşünerek hareket ederler. Kadınlar ve erkekler “biyolojik ve psikolojik” olarak birbirlerinden farklıdır.
Bu farklılıkları, duygularına, düşüncelerine ve davranışlarına da yansıtırlar. Bunun sonucunda da çok özel iki ayrı dil kullanırlar: “Kadınca” ve “Erkekçe”. Bu diller onların hayata bakış açılarını ve yaşama biçimlerini belirler. Kadın ve erkeğin, hayat karşısındaki duruşları birbirinden farklıdır. Bakış açıları, tepkileri, beklentileri, tercihleri, arzuları bambaşkadır.
Kadın ve erkek cennetten dünyaya gönderildiklerinde tarifi en zor, en gizemli ve en güçlü duyguyu, “aşk”ı da yanlarında getirdiler. Bu mucizevi duyguyu, kadın “Kadınca”, erkek de “Erkekçe” diliyle yaşayıp tanırken birbirlerinin dillerinin farklı olduğunu anladılar ve birbirlerini keşfe çıktılar. Birlikte vakit geçirmekten, bir şeyler paylaşmaktan ve dillerini öğrenmekten keyif aldılar.
Erkek “Kadınca”yı, kadın da “Erkekçe”yi öğrendikçe birbirlerini daha iyi anladılar, farklılıklarını kabul ettiler, hoş gördüler ve birbirlerine daha çok yakınlaştılar. Ancak bu mutlulukları uzun sürmedi. Dünya hızla kalabalıklaştı ve birbirlerinin dillerini öğrenmeye çalışmadan sadece kendi dillerini konuşan kadınlar ve erkeklerle doldu… O günden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. “Kadınca” kadınlara, “Erkekçe” erkeklere özgü bir dil olarak kaldı. Artık dillerinden anlamadıkları için farklılıklarının yarattığı uyumu ve dengeyi kaybeden kadın ve erkek, birbirlerini kendilerine benzetmeye çalışarak çatışmaya başladılar.
Hepimizin hayali çatışmasız ve mutlu bir ilişki yaşamak oldu. Oysa bu hayali gerçekleştirmek için yapmamız gereken şey “Kadınca” ve “Erkekçe” dillerini öğrenmekten ibaret. Çünkü kadınlar ve erkekler hem fizyolojileri hem de psikolojileri açısından birbirlerinden farklıdır. Kadınların ve erkeklerin farklılıkları, duygularından düşüncelerine, duyumlarından davranışlarına, günlük yaşamlarından cinsel yaşamlarına kadar hayatın her anına yansır.
1.4.1. Birbirinden Çok Farklı İki Dil
Kadınlar ve erkekler “eşit” değil, “eş”; “aynı” değil, “ayrı”dırlar. Birbirlerinin yerine geçmek için değil, birbirlerinin yanında durmak, eşit haklarla yaşamı paylaşmak için vardırlar. Kadınlar ve erkekler “Kadınca” ve “Erkekçe” adında birbirine çok benzeyen ama birbirinden bir o kadar farklı olan iki ayrı dil kullanırlar.
Bu dillerin sözcükleri ve ifadeleri aynı olmasına rağmen kullanılış biçimleri, anlamları ve duygusal vurguları çok farklıdır. Ancak kadınlar ve erkekler genellikle farklıklarının farkında olmazlar ve aynı dili kullandıklarını düşünürler. İlişkilerdeki tartışmaların, anlaşmazlıkların ve çekişmelerin asıl nedeni budur. Diğer yandan da farklılıkları nedeniyle birbirlerine çekici gelirler.
Yaradılışları gereği erkekler, konuşmayı pek fazla sevmez, konuştuklarında ise kısa ve öz bir şekilde söylemek istediklerini söyleyip konuşmaya son verirler. Kadınların yaradılışları ise erkeklerin tam tersine, konuşkandır. Erkeklerde konuşma merkezi beynin sol lobundadır. Kadınlarda ise buna ek olarak sağ lobda sol lobdakinden biraz daha küçük bir merkez daha vardır. Bu nedenle kız çocuklar, erkek çocuklardan daha erken konuşmaya başlarlar. Kadınların dilsel becerileri daha gelişmiştir. Yeni bir dil öğrenmeye ve sözel alanlara erkeklerden daha yatkındırlar. Kadınlar günde yaklaşık olarak 24 bin sözcük kullanırken, erkekler 12 bin sözcük kullanırlar.
Kadınların ve erkeklerin düşünce sistemleri de farklı çalışır. Kadınlar, konuşurken düşünme ve karar verme becerisine sahiptir. Kadınların en temel ihtiyaçları “dinlenilmek ve anlaşılmak”tır. Bu ihtiyaçlarını karşılamalarının en doğal yolu da konuşmaktır. Kadınlar konuşarak iletişim kurmayı severler; konuşmak ve dertleşmek en önemli duygusal ihtiyaçlarındandır. Erkekler ise karar verme noktasına gelinceye kadar sadece düşünme eylemini gerçekleştirirler. Onlar için konuşmak sadece bilgi alışverişinden ibarettir. Bu nedenle erkekler, karşı cinsle konuşarak değil, dokunarak iletişim kurmayı severler.
1.4.2. Ben Dili ve Sen Dili
“Ben dili”, kişinin karşılaştığı bir durum karşısında bireysel tepkisini, kendi duygu ve düşüncelerini açıklamak için kullandığı ifade şeklidir. Kişi “ben”li cümlelerle duygularını ve düşüncelerini anlattığı zaman karşısındakini incitmeden, kendi mesajını vermiş olur. Ben dili kullanıldığında; karşıdaki kişi suçlanmadığı için savunmaya geçmez, suçluluk duygusu hissetmez, yaşanan duygunun nedeni net bir şekilde ortaya konduğundan sağlıklı iletişim oluşur, eleştiriler kişiye, kişin karakterine değil, yapılan davranışa yöneliktir. Karşıdaki kişi düşünmeye yönelir. İletişim sorunu yaşanmadığı için anlaşmazlık olmaz, yakınlık olur ve iletişim kuvvetlenir.
“Sen dili” ise, suçlama içerir ve karşıdaki kişide doğal olarak savunma ihtiyacı yaratır. Dolayısıyla sonuç, anlaşılamama, tartışma ve kavgaya kadar gidebilir. Sen dili, kişinin davranışa değil, karakterine yönelik eleştiriler, genellemeler içerir, tekrar iletişim kurma isteğini ortadan kaldırır, karşıdaki kişinin kalbini kırar, üzer, sorunun neden kaynaklandığının anlaşılamamasına neden olur.
Ben dili ise, karşıdaki kişinin savunmaya yönlenmesine ve suçluluk duymasına neden olmaz. İletişim sorunlarına yol açmadığı için iletişimi kuvvetlendirir. İnsanın doğasında bulunan farklılıklara saygı ve kabullenmeyi içeren “dinleme” önemli bir beceridir. Yanlış anlaşılmalar olduğunda ise, birbirinden çok farklı iki dil olan “Kadınca” ve “Erkekçe”nin konuşulduğu hatırlanmalıdır.
1.4.3. Sol Beyin ve Sağ Beyin Kullanımı
Beynin sol ve sağ yarıküresi farklı becerileri kontrol eder. Bilimsel araştırmalar, her geçen gün insan beyniyle ilgili yeni keşiflerin yapılmasını, “ama” ve “ancak” diyen sol beyin ile “anlık hareket eden” sağ beyin arasındaki farkların ortaya konulmasını sağlamaktadır.
Soğuk, keskin, köşeli, mesafeli, sert ve katı kuralları olan “sol beyin” işitseldir, sözcük, sembol ve sayılara odaklıdır, analitiktir ve mantıkla yönetilir, fikirleri sırayla ve adım adım algılar, hatırlamak için sözcük kodlarını kullanır, yüzleri değil isimleri hatırlar, ayrıntılara odaklanarak bütüne adım adım yürür, listeler yapmayı ve planlamayı sever, zaman kullanımı çok gelişkindir, önceden planlar, bir şeyi anlamaya çalışırken aynı zamanda ertelemeye de yatkındır, benmerkezci olma eğilimindedir, tekil ve eril özellikleri baskındır, kendisini mutlu edecek şeyleri önemser, karar verirken kâr-zarar analizi yapar ve kararları inanarak vermek ister, anlamaya çalışır, sürece bakar, performansa yönelik fanteziler kurar, gerçekleri irdeler ve iradeyi mantıksal olarak kullanır.
“Sağ beyin” ise imgelere ve desenlere odaklıdır, sezgiseldir, duygularla yönetilir, birçok fikri aynı anda algılar, yazı, şekil ya da görseller sayesinde hatırlar, önce bütünü sonra ayrıntıyı görür, serbest çağrışım kullanır, zaman kavramı yoktur, öncelik sıralaması yapmakta zorlanır, genelde geç kalır, dürtüleriyle hareket eder, farklılıklara gebedir, deneme yanılmayla karar verir, SENmerkezci olma eğilimindedir, hissetmek için uğraşır, çoğulcudur, dişil özellikleri ağırlıklıdır, karar verirken sevip sevmemeyi ölçü alır ve inanmasa da karar vermekten yanadır, niyete bakar, sezgilere çok değer verir, duygusal fanteziler kurar, duyguları analiz eder ve iradeye duyguları katar.
Sol beyin “Erkekçe”yi, sağ beyin “Kadınca”yı kullanır. “Kadınca”da sıfatlar, benzetmeler ve genellemelerle süslenen ve yoğunlaştırılan duygular, “Erkekçe”de sade ve net bilgiler ön plandadır. Genellikle sol beynini kullanan, konuşmayı sadece olayların ve bilgilerin aktarım aracı olarak kullanmaya alışmış erkek, duyduklarını yeniden düşünüp yorumlamak yerine, kadının söylemek istediğini yanlış anlar, suçlandığını hisseder ve ters tepki gösterir. Sağ beynini kullanan kadın ise anlaşılmadığı için kırılır, kendisiyle ilgilenilmediğini düşünür.
1.4.4. Kadınların Beyinleri Farklı Çalışır
Kadınların beyinlerinin iki lobu arasındaki iletişim erkeklere göre daha fazladır. Bu da beynin “duygusal” tarafı olan sağ lob ile “mantıksal” tarafı olan sol lob arasındaki bilgi alışverişini arttırır. Böylece kadınlar aynı anda beyinlerinin her iki lobunu da kullanabilirler. Bu nedenle kadınların birkaç işi bir arada yapabilme becerileri vardır. Kadınların bir araya geldiklerinde hep bir ağızdan konuşup aynı zamanda da birbirlerini dinleyebilmeleri, bu arada da iş üretebilmeleri bu özellikleri sayesindedir.
Erkeklerde ise iki lob arasındaki iletişim kadınlara göre daha zayıftır; bilgi alışverişi daha kısıtlıdır. Bu nedenle aynı anda iki işi yapabilme yetenekleri yok denecek kadar azdır. Erkekler bir araya geldiklerinde çoğunlukla bir kişi konuşur, diğerleri dinler. Kadınların beyni bir konudan diğer konuya geçmelerine ve bunu sınır tanımadan yapabilmelerine uygun bir yapıda olduğundan sohbet sırasında pek çok konuyu bir arada konuşup ayrıntıdan ayrıntıya atlayabilirler. Ancak tek bir konuya ya da eyleme odaklanmayı öğrenmiş olan erkeklerin bunu yapması beklenmemelidir. Çünkü bu durum erkeklerin kafalarının karışmasına ve sohbetten çabucak sıkılmalarına neden olur. Dolayısıyla, bir erkek, konuşma süresi belirtmeden çeşitli konularla bağlantı kurmaya çalışan bir kadını dinlemeyi bir süre sonra bırakır. Oysaki kadının aslında çözüme değil, sadece dinlenilmeye ve dertleşmeye ihtiyacı olduğunu bilerek rahat olmalı, olaya bir sorun gibi yaklaşmamalı, onu içtenlikle dinlediğini hissettirmelidir.
1.4.5. Kadınların Konuşma İhtiyacı
Kadınların yaptığı en büyük hatalardan biri, erkek düşünürken onunla konuşmaya çalışmak ya da o dinlenmek isterken iletişim kurma konusunda ısrarcı davranmaktır. Bu davranışlar çatışmalara neden olabilir. İlişkiyle ilgili sorunların konuşulması erkek tarafından suçlama olarak algılanabilir. Kadınların konuşma beklentileri sadece dinlenilmek ve dertleşmektir. Erkeğin eşini sadece ilgiyle dinlemesi ve onu anladığını ifade edip her ne olursa olsun yanında olduğunu belirtmesi kadın için yeterlidir.
Kadınların konuşmaya başlamadan önce “Bir sorunum var ve sadece beni dinlemeni istiyorum, seni bu yaşadığım sorunda suçlu bulmuyorum” demesi erkeğin kendini yetersiz ve güçsüz hissetmesini önleyebilir. Dinlenilmeyi ve anlaşılmayı doğru bir şekilde talep edebilmek için mutlaka zaman dilimi de belirtmeleri gerekir. Bu taleplerini, “Erkekçe”de ifade etmek için kurulabilecek en doğru cümle “Beni yarım saat dinlemene ihtiyacım var”dır. Erkeği çözüm üretmeye zorlamadan sadece dinlemeye yönlendirmek için de konuşmaya “Benim anlattıklarımla ilgili bir çözüm üretmek zorunda değilsin” ya da “Söyleyeceklerimi ille de çözülecek bir problem gibi görme lütfen” gibi cümlelerle başlamak iyi olacaktır.
1.4.6. Kadın Konuşur, Erkek Susar
Kadın çözemediği bir sorunu olduğunda, yakınlık kurmayı, bilgi toplamayı ya da bilgi aktarmayı istediğinde, iyi hissetmeyi ve ne söylemek istediğini araştırıp bulmayı arzuladığında hemen yakınlaşmak ister, daha çok konuşur, sevdiklerinden ve dostlarından yanında olmalarını bekler, kendisine duyguları hakkında bir sürü soru sorulmasını, dinlenilmeyi ve anlaşılmayı ister.
Erkek, üzüntülü ve sıkıntılı olduğunda, çok fazla yakınlaşıp kendini unutmaya ve kaybetmeye başladığında, kendi erkeksi doğasına dönme ihtiyacı hissettiğinde, bir sorun hakkında düşünüp pratik bir çözüm bulmaya ihtiyacı olduğunda, bir çözüm üretemediğinde, sonradan pişman olacağı bir şey söylemek ya da yapmak istemediğinde susar, sessizleşir, kendini hazır hissedene kadar yalnız kalmak ister, yanında hiç kimseyi hatta en yakın dostunu bile görmek istemez. Bu nedenle kadın içgüdüsel olarak, erkeği kendisinin arzu ettiği biçimde desteklemeye çalışırsa çoğu zaman çatışma çıkar. Erkek bunaldığını, daraldığını hisseder ve kadını kendinden uzaklaştırmak için kabalaşır ve öfkeli davranır.
Kadın, erkeğin “yalnız kalma ihtiyacı”na saygı duymadığında ve onu rahat bırakmadığında, erkeğin “uzaklaşma ihtiyacı” da o kadar artar ve yalnız kalma süresi uzar. Bu nedenle kadın, erkeğin yalnız kalma ihtiyacını asla eleştirmemelidir. Onun için kaygılanıp üzülmemeli, duyguları hakkında sorular sorarak onu konuşturmaya çalışmamalı, onun yanında oturup, onu beklememelidir. Tavsiyelerde bulunarak sorunlarını çözümlemesine yardımcı olmaya çalışmamalı, kendi kendini mutlu edecek bir şeyler (kitap okumak, bir dostunu arayıp sohbet etmek, günlük tutmak, alışverişe çıkmak, yoga veya meditasyon yapmak, yürüyüşe çıkmak, müzik dinlemek, spor yapmak, masaj yaptırmak, duş almak, TV izlemek, vb.) yapmalıdır. Hem kadının hem de erkeğin birbirlerinin dillerini anlamaya çalışmaları, kendi istedikleri yöntemleri birbirlerine dayatmamaları, farklı düşünce, duygu, duyum ve davranışlarını öğrenmeleri gerekir.
Kadın yüksek sesle, yani konuşarak düşünür, düşüncelerini serbest bırakır, ne söylemek istediğini sadece konuşma süreciyle keşfeder, duyguları hakkında konuşurlarken göz teması, gönül teması ve ten teması kurarak dinlenilmek, anlaşılmak, “Ya, öyle mi? Ya sonra?” gibi karşılıklar duyarak rahatlamak ve desteklemek ister.
Erkek ise içinden konuşarak düşünür, yaşadıklarını sessizce gözden geçirir, iç dünyasında en doğru yanıtı kararlaştırır, sonra ifade eder, yanıtı bulmak için yeterince bilgi sahibi değilse hiçbir karşılık vermez, çoğu zaman suskunluğu bundadır, susarken yalnız kalma ve susma özgürlüğüne saygı duyulmasını ve desteklenmeyi ister. Ama kadın erkeğin susmasını yanlış anlarlar; sevilmediğini, özel, biricik ve değerli olmadığını, önemsenmediğini düşünür, terk edilmekten korkar. Çünkü kadın ancak söyleyeceği bir şey yoksa artık o kişiyi sevmiyorsa, önemsemiyorsa, ilişkisini bitirmek istiyorsa susar.
1.4.7. Kadın Nasıl Bir Erkek İster?
Erkeklerin sürekli olarak üzerinde düşündükleri ancak yanıtını bir türlü bulamadıkları “Kadın nasıl bir erkek ister?” sorusunun yanıtı aslında çok basittir. Kadın, onu dinleyen ve anlayan, sahiplenme duygusu olan, dokunarak ve bakarak sevgisini ifade eden, anlayışlı bir erkek ister. Kadınların kendilerinin yenilgiye uğradıklarını düşündükleri ve savaşamayacak kadar aciz kaldıkları tek an kendilerini “değersiz” hissettikleri andır. Çünkü kadınlar “değerli” olduklarını hissetmek isterler. Bunu hissettirebilmek için erkek, kadının gururunu okşamalı, gözlerinin içine bakarak sadece onu dinlemeli, anladığını göstermeli, şefkatli olmalı ve her zaman arkasında olduğunu hissettirmelidir.
Bir kadın dokunarak ve bakarak sevgisini ifade eden, sabırla dinleyen, arzulu, kararlı, net, kendine güvenen, karizmatik, güçlü, lider özellikte, kadını sahiplenen, onun değerli ve sevgiye layık olduğunu hissettiren, ona kol kanat geren, gerektiğinde “Haklısın hayatım!” diyebilen, güven ve düzen vaat eden, tabii ki son olarak da iltifat etmesini becerebilen bir erkek ister.
Günümüzde kadınlar, çok daha güçlü, özgür, alımlı, zeki ve cinsel özgürlüğe sahip olsalar da duygusal yönden kendilerine “tanrıça” gibi ilgi gösterilmesinden, bir “şövalye” tarafından korunup gözetilmekten hoşlanırlar. Bu nedenle kadınlar hemcinsleriyle sürekli rakip hâlinde olmaktan hiç vazgeçemezler. Bir kadın için çekici erkek mutlaka bir başka kadın tarafından beğenilmeli, tercih edilmeli ama sadece onun olmalıdır. Bu his, kadının bir numaralı haz kaynaklarından biridir.
Kadının kendine özgü dişilik özelliği, erkekle kadını birbirlerinden ayıran en önemli farktır. Erkek, kadına sadık kalarak, cinsel açıdan tek eşli bir beraberlik sürdürerek onun dişiliğine saygı gösterir. Sadakat sayesinde kadın kendini özel hisseder. “Tek eşlilik”, kadına duyulan saygının en büyük göstergesidir. Bütün bunların karşılığında, kadın kendini rahat ve güvende hisseder, güç mücadelesi ve eşitliğini kanıtlama çabasına girişme ihtiyacı duymaz, yaptıklarının takdir edilmesi için çabalamak zorunda kalmaz. Bu sayede tüm enerjisini partnerine ve ilişkisine harcar ve böylece hem kadın hem erkek için yaşam daha keyifli olur. Kadının erkeğe sunduğu armağan bununla da bitmez. İçgüdüsel olarak fedakâr olan ama önemsenmediği ve saygı duyulmadığı için bunu ifade edemeyen kadın, erkeği için herhangi bir konuda fedakârlık yaparken karşılığını beklemez, erkeğin sunduğu her armağan karşısında onu takdir edip, ona minnetlerini sunar.
Kadınlar iletişime erkeklerden daha çok önem verirler. Erkekler ise ihtiyaçları doğrultusunda iletişim kurmaktan yanadırlar. Kadınlar için partnerleriyle konuşmak ve iletişim kurmak bir “doyum kaynağı”dır. Ancak erkekler bunu anlamakta zorlanırlar. Kadınların paylaşma duygusunu, ancak kendilerinin bir yarışı kazanmaları, bir hedefe ulaşmaları ya da bir sorunu çözmeleri durumunda duydukları doyumla karşılaştırırlarsa biraz olsun anlayabilirler.
Kadınları hedefe ulaşmak değil, ilişkiler yönlendirir. Kadınlar, sevgiye, şefkate, iletişime, güzelliğe ve ilişkilere özellikle de partnerlerinin kendilerine olan ilgilerine fazlasıyla değer verirler ve erkeklerin aksine, değer verilmeye, ilgilenilmeye ve desteklenmeye oldukça fazla ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, partnerleriyle birlikte uyum ve sevgi dolu bir iletişim içinde yaşamaya çalışırlar. Sevgilerini ifade etmekte sınır çizen erkeklerin aksine, kadınlar için duyguların kişisel ifadesi çok önemlidir.
Kadınlar stres altında olduklarında, içgüdüsel olarak duyguları ve onlarla ilişkili tüm sorunları hakkında konuşmaya ihtiyaç duyarlar ancak erkekler herhangi bir sorun karşısında yalnız kalmayı tercih ederler. Çünkü erkekler her konuda tam bir yeterliliğe sahip olduklarını düşünüler ve bir sorunla karşılaştıklarında, başkasından yardım istemeyi bir zaaf olarak görürler. Bu nedenle bir erkeğe yapılan yardım önerisi ona kendini yetersiz ve yeteneksiz hissettirir. Kadınlarsa kendilerine yapılan yardımı, iyilik ve şefkat olarak algılayıp bundan hoşnut olurlar.
1.4.8. Erkek Nasıl Bir Kadın İster?
Her ne kadar, erkekler için “Aşksız seks, nikâhsız çocuk isterler!” yakıştırması yapılsa da erkekler de etten kemikten yapılmıştır. Kadınların olduğu gibi, onların da duyguları ve hisleri vardır. Erkekler genellikle kadınlar için büyük jestler ya da sürprizler yapmayı beceremeseler de kadının sorumluluğunu alma bilincine sahiptirler ve kadının yaşamını kolaylaştırmak için uğraşırlar. Kadının sevgisinden ve sadakatinden emin olmak isteyen erkekler, takdir edilmek, onaylanmak, güvenilmek, sevilmek ve kendilerine ihtiyaç duyulduğunu hissetmek isterler. Sahiplenme duygusu olan her erkek beğenilmek ve kendisine hayran olunduğunu görmek ister. Erkekler bunu göremediği zaman, tıpkı kadınlar gibi mutsuzluğa sürüklenirler. İlgi görmek ve göstermek hem erkek hem de kadın için başlı başına bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçların karşılanmadığını gören ya da hisseden kadın veya erkek kendini dışlanmış, yalnız ve mutsuz hisseder.
Erkeklerin eş seçiminde kadınlar kadar hassas oldukları bir gerçektir ve kadınlar gibi erkekler de yaşamlarını birlikte devam ettirecekleri bir eş arayışı içindedirler. Erkekler, güler yüzlü, bakımlı, seksi ve anlayışlı kadını her zaman üstün tutarlar. Yardım etmeye hazır bir hâlde bekleyen erkekler, kendilerine ihtiyaç duyulduğunu görmekten hoşlandıkları için eşlerinin dişi olmasını isterler. Aslında erkeklerin “ideal kadın imajı”nın belirleyicisi dişilikten, diğer bir deyişle, kadının dişilik özelliklerini kullanabilmesinden geçer. Kadının Venüs enerjisini açığa çıkarabilmesi için sadece yatakta değil, günlük yaşamda, arkadaşları arasında, işyerinde, her zaman kadın olduğunu hissettirmesi gerekir. Ayrıca, güler yüzlü ve anlayışlı olmak, sadece erkekler için değil, kadınlar için de oldukça önemlidir.
Hiç kimse, gülen bir yüze hasret kalarak ömrünü geçirmek istemez. Özellikle davranışları altında saklı olan ve bilinçli ya da bilinçsiz sürekli ortaya çıkan anlayışsızlık ve bencilik duygusunun ilişkinin en büyük düşmanı olduğunu unutmamak gerekir; hem de tatlı dil yılanı bile deliğinde çıkarmaya yeterken…
1.5. Aşkta Mutluluk Nasıl Sürer?
Bir arada huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdüren çiftler, kadın ve erkek arasındaki farkları bilir ve birbirlerine saygı gösterirler. İşin “püf noktası” budur. Örneğin; bir erkek söyleyecek herhangi bir şeyi olmasa da yalnızca dinleyerek bile kadına destek verebileceğini öğrenmelidir. Kadınlar da erkeklerin stresli anlarında içlerine kapanmaya ihtiyaçları olduğunun farkında olmalıdır.
Kadınlar ve erkekler ilişkilerinde huzuru yakalayabilmek için birbirlerinden farklı olduklarını ancak birbirlerini tamamlamak için bir araya geldiklerini bilmelidirler. Kadın ve erkek, birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinin gücünü fark ettiklerinde aralarında bir çekim oluşur. Mıknatısın zıt kutupları gibi birbirlerini doğal bir biçimde çekerler. İşte aşkın bu manyetik alanında arzu, heyecan ve çekiciliğin elektriğini üretmek için yalnızca karşılıklı etkileşim yeterlidir. Ancak kadınlar ve erkekler, özellikle de kadınlar, genellikle kendilerine benzeyen bir partner arayışındadırlar. Ancak bu arayış, aşkı canlı tutmanın en büyük düşmanıdır. Çift birbirlerine sevgi ve saygı duyarak aralarındaki farklılıklardan doğan çekimi korudukları sürece aşkı canlı tutabilirler. Erkeklerle kadınlar birbirlerine çok fazla benzemeye başladığında çekiciliklerini yitirirler. Çiftler ilişkilerinde aşkı sürdürebilmek için farklılıklarını korurken, bunları zamanla kendi içlerine katmaya çalışmalıdır. Diğer bir deyişle, farklı olduklarını kabul edip, bu farklılıkları bir sorun hâline getirmektense, bunlardan yararlanmalıdırlar.
1.5.1. Romantizm ve Erotizm İksiri
Her insanın içinde hem erkeksi hem de kadınsı bir yön vardır. Erkekte “eril enerji” (erkeksilik), yani Mars enerjisi kadında “dişi enerji” (kadınsılık), yani Venüs enerjisi baskındır. Bu denge sayesinde erkek erkekliğini, kadın kadınlığını yaşar ve sağlıklı bir iletişim kurarak birbirlerini tamamlarlar. Arkadaşlık ilişkileri ile yakın kadın-erkek ilişkilerini birbirinden ayıran en önemli şey cinselliktir. Arkadaşlık ilişkilerinde duygusal, entelektüel ve düşünsel yakınlık vardır, buna cinsellik eklendiğinde bu arkadaşlık ilişkisinden çok farklı bir yakınlığı ve mahremiyet paylaşımını getirir. Bu nedenle kadın ve erkeği çift yapan aradaki cinselliktir. Cinsellik de romantizm ve erotizmle birlikte yaşanır.
Romantizm ve erotizm kadın-erkek ilişkisinin önemli iki bileşenidir. Kadınlar romantizmden, erkekler erotizmden vazgeçemez. Erkek fizyolojisi ile kadın fizyolojisi birbirlerinden farklı özelliktedir. Fizyolojileri nedeniyle erkekler için erotizm, kadınlar için de romantizm ön plandadır. Günümüzde kadınların genellikle erkeksi yanlarının ortaya çıkmasına yol açan geleneksel olarak erkeklerin yaptığı işlerde çalışmaları nedeniyle biraz olsun rahatlayabilmek ve gevşeyebilmek için, dişiliklerini kazanmak konusunda partnerlerinin yardımına ihtiyaçları vardır. Erkeklerin bu konuda yapabileceği en iyi yardım partnerlerini arzulamak ve romantizm sunmaktır.
Romantizm kadınların zamanla uzaklaştıkları dişiliklerini yeniden keşfetmelerine ve erkeklerin de arzuladıkları erotizmi yaşamalarına yardımcı olur. Özellikle duygularını açıklayıp paylaşmaktan hoşlanmayan çiftler için romantik dakikalar oldukça önemlidir. Çünkü romantik anlarda kadın, erkek için özel ve değerli olduğunu, erkeğin onu anladığını, koşulsuz kabul ettiğini, sahiplendiğini, saygı ve destek gösterdiğini hisseder. Bunları hisseden kadın ile erkeğin arasındaki erotizm sonucu yaşanan seks, erkeğin duygularıyla ve içindeki dişi yönle bağlantıya geçmesini ve kadınla daha iyi iletişim kurabilmesini sağlar. Böylece romantizmin ve erotizmin tango tadındaki dansı, çiftin arasındaki iletişimi ve yakınlığı güçlendirir ve tutkuyu arttırır.
Kadınlar ve erkekler fiziksel anlamda birbirlerinden farklı olduğu gibi cinsel düşünce açısından da bir hayli farklıdır. Bu farklılık “Erkekler sadece seks düşünür, ilk tercihleri erotizmdir” diye yorumlanmamalıdır. Çünkü kadınların cinsel açıdan uyarılmadan önce aşk ve sevgiye ihtiyaç duymaları gibi, erkekler de sevgiyi tadabilmek ve tattırabilmek için önce cinselliğe ihtiyaç duyarlar. Diğer bir deyişle, kadınların cinsel doyuma ulaşmaları için önce duygusal doyuma ulaşmaları, erkeklerin de duygusal doyuma ulaşmaları için önce cinsel doyuma ulaşmaları gerekir. Dolayısıyla, erkeklerin cinselliğe düşkün oldukları yanılgısının altında, aslında cinsel ilişki aracılığı ile duygularını yüzeye çıkarma arzuları vardır.
1.5.2. Romantik Alışkanlıklar Geliştirmek
Romantizmin canlı kalabilmesi için çiftin aralarındaki iletişimin çok iyi olması gerekir. “Konuşmak” kadınların, “takdir edilmek” erkeklerin en önemli ihtiyaçlarındandır. Romantizmin sürebilmesi için kadınlar dokunulmak, dinlenilmek, duygularını paylaşmak ve anlaşılmak isterken, erkekler ise bir kral gibi takdir edilmek, onaylanmak ve zaman zaman yalnız bırakılmak isterler. Erkek, kadına “Seni seviyorum, sana değer veriyorum”, kadın da erkeğe “Sana ihtiyacım var” diyerek “romantik alışkanlıklar” geliştirdiğinde aralarındaki ilişki sağlıklı kalabilir.
Romantik alışkanlıklar, erkeklerin sarılarak veya “İyi misin?” diye sorarak partnerlerine değer verdiklerini gösteren ve kadınların da “Sen harikasın!” gibi güzel sözlerle takdir ettiklerini gösteren çok yalın davranışlardır. Romantik davranışlar için armağanlara ve lüks restoranlara çok para harcamak gerekli değildir. Mum ışığında baş başa yemek yemek, bir buket çiçek almak, iltifat etmek, duyguları dile getirmek, ilgi göstermek, elini tutmak, koluna girmek, sarılmak, fotoğraf albümü hazırlamak, beraber romantik bir film izlemek, yaşadıkları ilkleri hatırlayıp kutlamak gibi davranışlar romantizmi canlı tutmaya yardımcı olur.
Dans etmek, romantizmi ve erotizmi çağrıştıran bir aktivitedir. Özellikle tango gibi çiftin kıvrak hareketlerinden oluşan Güney Amerika dansları uyum, dokunma ve ritim gerektirdiği için cinsel sinyaller yayar ve aşk yaşamlarını canlandırmak isteyen pek çok çift tarafından tercih edilir. Çünkü şehvetin dansı olan tango, “bedenlerin dans hâli” olarak bilinir. Sorunlu ilişkilere can suyu verebilen tango, çekiciliğin ve tutkunun dansı olmasının yanında, soluğu kesen, arzuya boyun eğdirten ve tutkuya en güzel yanıtın verildiği bir bütünleşme oyunudur. Bu oyunun temel stratejileri, baştan çıkarma, yakınlaşıp uzaklaşmadır. Oyunu erkek yönetir, kadın uyum sağlar, görünürde tangonun düzeni budur ama bedenlerin ilişkisini ele geçiren erotizm ve romantizm zamanla dengeyi değiştirir. Kadın direnir, erkeğe teslim ettiği bedenini bir bakışla geri alır, yönetim bedenden bakışa, erkekten kadına geçer ve böylece romantizm ve erotizmin dansı olan afrodizyak tangoda denge sağlanır.
Kadın ruhunu okşayan, diğer bir deyişle, romantik davranışlar sergileyen bir erkek, fark etmeden kadınsal dürtüleri de hareketlendirir. Çünkü seks için partnerler arası iletişim, romantizm, erotizm ve güven olması şarttır. Romantizm, sadece sevginin yeterli olmadığı cinsellikte, iletişim ve güven duygularını arttıran önemli bir araçtır. Ayrıca erkek tarafından arzulanmak kadına kendini özel ve değerli hissettirir, onu sekse hazırlar. Dolayısıyla, erkeklerin hayallerini süsleyen, yatakta aktif olan, seks hakkında konuşan, istek, arzu ve beklentilerini açıkça dile getiren ve ilk hamleyi beklemeden cinsel taleplerde bulunan kadın figürünü gerçek yaşamda da görmelerinin en kestirme yolu, romantizmden geçer. Erkekten romantizmi alan kadın karşılığında da erotizm verir.
“Kadının dişiliğini besle, erkekliğin desteklensin!” dersek, yanılıyor olmayız. Çünkü kadın ve erkeğin hep şikâyet ettiği ancak çok az dile getirdiği ve çözüm ararken çoğunlukla iç geçirdiği, partnerlerin birbirlerine karşı gerçekleştirebilecekleri en yalın davranışlar cinsellikte yaşanır. Bu nedenle erkeklerin her şeyin kendilerinden beklenmesinden şikâyet etmek yerine, romantik bir erkek olmaya çalışmaları gerekir.
Romantizm, çiftin arasındaki iletişimin güçlenmesini sağlar. Güçlenen iletişim sayesinde neredeyse hiç denebilecek kadar az konuşulan cinsellik hakkında iletişime geçilebilir. Ani bir heyecan ya da mutluluk hissi cinsel dürtüleri harekete geçirmekte önemli rol oynayan hormonların salgılanmasını tetikler. Erkeğin romantik anlar yaratması ve küçük sürprizler yapması, uzun zamandır hayali kurulan ya da beklenen bir davranışı gerçekleştirmesi, kadına yaklaşması, onu dinlemesi, anlamaya çalışması, onun özel ve değerli olduğunu hissettirecek davranışlarda bulunması ve güzel sözler söylemesi, kısacası kadının duygusal ihtiyaçlarını karşılaması ve romantik alışkanlıklar yaratması, partnerinin dişiliğini beslediği kadar, kendisinin de erkekliğini besler. Böylece çiftin tatmin edici ve sürekliliği olan bir cinselliğin tadına varması mümkün olur.
Kadın ve erkeğin çocukluktan edindikleri alışkanlıkları, toplum tarafından belirlenen rolleri, yetiştirilme tarzları, öğrenilmiş davranış kalıpları ve şartlanmaları farklıdır. Bu farklılıklarda en fazla göze çarpan ise kadınların daha duygusal davranmaları ve sevgiyi gösterme şekilleridir. Kadınlar, erkeklerden daha romantiktirler, bu nedenle de romantizmi ilişkilerinin her anında yaşamak isterler. Dolayısıyla yatakta da erkeklere göre daha fazla romantizm yaşarlar ve bu da cinselliği yaşayış biçimlerinde farklılıkların ortaya çıkmasını kaçınılmaz hâle getirir. Kadın ve erkeğin kafasında “ideal cinsel ilişki” konusunda çok farklı kavramlar vardır. Cinsellik denince erkeğin ilk aklına gelen, iyi bir performans göstermek ve orgazm olmanın keyfini yaşamak, kadınınsa çok daha yoğun bir romantizm ve erotizmin yarattığı duygusal tatmindir. Kadınlar önce sevgi ve tutku ile uzun önsevişmeden sonra penis vajina birlikteliğini düşünürler. Cinsellikte sevgi, tutku ve yakınlığı bir bütün olarak yaşamak isterler.
Kadınlar duygu ve düşüncelerini, sevgisini sözlü olarak açığa vuran erkekleri tercih ederler. Erkekler içinse görsellik önemlidir. Erkeği en çok cezbeden şey bakımlı ve hoş bir kadındır. Yani erkek hoşlandığı kadınla cinsellik aracılığıyla iletişim kurar. Kadın içinse erkeğin ona hissettirdiği değerlilik duygusu ve romantizm ön plandadır. Kendi bedeniyle barışık, kendine güvenen, bakımlı ve abartısız olan, kendini seksi hisseden her kadın alımlı ve çekicidir. Kadının Venüs enerjisini açığa çıkarmada başarılı olabilmesi için sadece yatakta değil, yaşamın her yerinde kadın olduğunu hissetmesi ve hissettirmesi çok önemlidir. Aksi durumda, kadınlarda sert mizaca sahip ve naiflikten yoksun erkeksi yön baskın olur. İlişkinin duygusal boyutu olduğu gibi, cinsel boyutu da bu durumdan etkilenir ve sorunlar kaçınılmaz olur.
1.6. Aşk ve Seks
Psikolojik ve fizyolojik olarak birbirlerinden farklı olan kadın ve erkek, aşk ve cinsellik konusunda da farklı beklentilere sahiptir. Romantizm, çoğu zaman kadınlara özgü olan bir durum olarak algılanır. Romantizm, aşkı ve cinsel coşkuyu bulma biçimidir. Erkeklerin anlam yüklediği ve kadınlardan beklediği erotizm ise, aşka yönelik tüm duyguları içeren ve aslında romantizmden daha yoğun olan bir duygu bütünüdür. Erotizmde, şehvet, cinsel tutkular, düşler, arzular, sahiplenme duygusu gibi romantizmde genellikle ön plana çıkmayan pek çok duygu vardır. Aşk tanrısı Eros’un adından türeyen erotizmin temelinde, sanılanın aksine seks değil, sevgi ve aşk tutkusu yatar.
Duyguları, düşünceleri, ilişkileri ve kararları içeren cinsellik, başka bir insanla cinsel olarak yaptıklarımızdan daha fazlasıdır, yani cinsellik sadece seks yapmak ya da cinsel davranışlarda bulunmak demek değildir. Cinsellik, bir erkek ya da kadın olarak nasıl hissettiğimiz, giyinme tarzımız, nasıl davrandığımız, konuştuğumuz, diğer insanlara nasıl davrandığımız ve onlar hakkında ne hissettiğimizdir. Bunlar doğumdan ölüme kadar bütün hayatımız boyunca nasıl bir insan olduğumuzu oluşturan bileşenlerdir. Cinselliğimiz bizim kim olduğumuzun doğal bir parçasıdır. Cinsellik ne yaptığımız değil, kim olduğumuz ve nasıl yaşadığımızla ilgilidir. Kadın, erkek herkesin yaşamının gerekli bir parçasıdır, temel bir ihtiyaçtır ve hayatın diğer yönlerinden ayrı tutulamayacak insani bir yönüdür.
“Seks yapmak”, kendini ve ötekini bilerek, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza ve hissetmeye odaklanarak, herhangi bir “performans hedefi koymadan”, kimseyi tatmin etme zorlantısı olmadan, zamandan koparak, yavaş, ritmik ve uyumlu bir şekilde salınarak, haz alıp, haz verebilme, Mars ve Venüs dengelemesi yapabilme, ruhu ve bedeni bir “armağan gibi” paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde orgazm olabilme bilim ve sanatıdır. Bu çok özel sanat, çoğu zaman “cinsel işlev”, “cinsel ilişki”, “cinsel birleşme” veya “çiftleşme” olarak adlandırılır ve bu sanatta kadınlar için arzulanmak, erkekler için penisin sertleşmesi esastır.
Aşk ve seks, öyle bir duygu yumağıdır ki, herkes onları farklı ve derinden yaşar, başka bir aleme geçer ve bu nedenledir ki MetaSeks hayatın sırrıdır. Aşk ile seks ayrılmaz bir ikilidir; ne aşksız seks ne de sekssiz aşk mutlu eder. Gerçek mutluluğa, yani hayatın sırrına ikisi birlikte yaşandığında erişilir.
Aşk sözcüğünün İngilizce karşılığı olan “love” sözcüğünün kökeni “libido” sözcüğünden gelir. Libido cinsel, sosyal ve biyolojik her türlü etkinliği güdüleyen ve yaşam içgüdüsünü harekete geçiren ruhsal bir enerjidir. İnsanın en büyük yaşam enerjisi ise cinselliktir.
Sevginin ruhla ve bedenle paylaşması olan “sevişme” kelimesiyle anlam bulan “aşk”, cinsellik ve sevginin birlikte yoğrulduğu çok karmaşık ve duygusal bir yapıdır. Sevginin çok farklı tonları vardır ve MetaSekste sevginin şehvete bulanmış tonu hakimdir. Aşkın ayaklarının yere sağlam basmasını sağlayan şehvetli sevgi ve onun bir sonucu olarak ortaya çıkan seks ise insana varlığını hissettiren ve insanın kendini önce “ben”, sonra “biz”, daha sonra tekrar “ben” olarak algıladığı en güçlü olgudur. Bedenin ve ruhun bir bütün olarak birleştiği seks gibi, aşk da insanın kendini karşısındakine çırılçıplak sunduğu “aşkın” ve “yüce” bir duygudur.
MetaSekste her insan evrenin bir mikrokozmosu ve MetaSeks de kozmik modellerin mikroskobik bir yansımasıdır. Bu durumda her kadın dişi bir enerjidir, Venüs enerjisidir; her erkek de eril bir enerjidir, Mars enerjisidir. Bu nedenle bir erkek kadına baktığında sadece o kadını değil, içindeki Venüs enerjisini hissedebilmelidir ama bunun için kadının kendi Venüs enerjisinin farkında olması gerekir. Günümüzde kadınlar erkeklerle eşit olmayı o kadar önemser hale geldi ki bunun yolunun erkek gibi giyinip, davranmaktan geçtiğini düşünmeye başladılar. Bu kadınlar erkek gibi sert olmaya çalıştıkça kadınlıklarını unutup içlerindeki Venüs enerjisini uyumaya zorlarlar. Oysa kadın ve erkek tıpkı Yin ile Yang gibi birbirinin tamamlayıcısıdır. Yani aslında kadına düşen sadece dişilikten keyif almasını bilmektir.
1.6.1. Kadın-Erkek İlişkisinde Seks Neden Önemlidir?
İlişkilerde yakınlık ve cinsellik döngüsel bir ilişki içindedir. Cinsellik olmadan yakınlık oluşabileceği gibi, cinsellik de yakınlık olmadan var olabilir. Bununla birlikte, cinsellik ve yakınlık bütünleştirildiklerinde, aralarındaki olumlu etkileşim, daha yüksek derecede cinsel kapasite ve ilişkide güçlü bir bağlılıkla sonuçlanır. Psikolojik yakınlık, partnerin cinsel davranışını motive eder ve cinsel davranışlar yeni bir psikolojik yakınlık derecesi yaratır. Kadın erkek ilişkisinde bu iki sistem tek olarak işlev görür. Diğer bir ifadeyle sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin temelinde seks, seksin temelinde ise sağlıklı ve mutlu bir ilişki yatar. Seks âşık olunan veya sevilen biriyle mükemmel ve özel bir bağ yaratır. Ayrıca seks, var olan ilişkiyi rutin döngüsünden kurtarıp canlı tutabilir ve çiftin yorgunluğunu alır. Çünkü seks çifti birbirine bağlar, birbirlerine ne kadar âşık ve bağlı olduklarını gösterir ve stres ve zorlayıcı koşullara daha dayanıklı olmalarını sağlar. Hatta günde bir kez orgazm olmak, oksitosin, östrojen ve testosteron seviyelerini dengede tutarak çifti hastalıklardan korur.
Seksin zevkleri fiziksel ve psikolojiktir. Seks, orgazm öncesinde, sırasında ve sonrasında yeni lezzetli duyumlar ve hoş duygular yaratabilir. Kişi, partnerine zevk verirken güç duygusunu yaşar. Zevk verme ve alma yeteneği, diğerine olan ilgiyi arttırır ve diğeri ile iç içe olma duygusunu yaratır. Bunlar birlik duygusu yaratmanın araçlarıdır.
Cinsel sorun yaşanmaması için çiftin seks davranışlarını ve cinsel fantezilerini konuşmaları ve seks dışında da birbirlerine tutkuyla dokunmaları gerekir. Ancak cinsel bir sorunları varsa önce bunu kabullenmeli, kişisel gelişim ve cinsel eğitim kitapları okuyarak çözüm aramalı, sorunlarını kendi başlarına çözemediklerinde bir cinsel terapiste başvurmalıdırlar.
1.6.2. Kadın ve Erkeğin Birbirini Tamamlaması
Cinsellik herkes için farklı anlamlar ifade etse de her birey için haz alınan sağlıklı ve doğal bir aktivitedir ve çiftler arasında paylaşım ve yakınlığı sağlayan özel bir deneyimdir, aşkın, yakınlığın ve duygusal bağın simgesidir. Cinsellik tek taraflı haz alınan bir eyleme dönüştüğünde hem bireysel olarak hem de çift ilişkisi açısından önemli sorunların kaynağı haline gelebilir. Bir kadın haz almadan sevişebilir, haz alıyormuş gibi numara de yapabilir ve partnerini kaldırabilir. Kadın doğası ve fizyolojisi gereği buna çok müsaittir ama erkek haz almadan sevişmez, çünkü erkek haz almazsa sertleşemez, sertleşemezse de devam edemez. Bu nedenle haz almadan sevişmek kadınlara özgü bir fenomendir. Bunun en önemli nedenlerinden biri cinsel mitlerdir.
Kulaktan kulağa yayılan doğru olmayan hurafeler olan cinsel mitler yüzünden kadınların çoğu cinsellikten yalnızca erkeklerin zevk aldığına, cinselliğin erkekler için olduğuna inanırlar. Kadınların cinsellikten zevk almasına gerek olmadığını, erkeği ellerinde tutmak için görev olarak yapmaları gerektiğini düşünürler. Cinsellikle ilgili bu tür yanlış inançların olduğu kültürel yapıda büyüyen pek çok kadın cinsellikten zevk aldığında kendini halk arasındaki tabirle “kötü kadın” olarak görür. Cinselliği ayıp, yasak, günah bir eylem gibi hissederek cinsellikten haz aldığında suçluluk ve utanç duyar. Bu suçluluk ve utanç duygusu o kadar güçlü olabilir ki cinsellikle ilgili haz almayı kendisine yakıştıramaz.
Cinsellik sevgi demektir, sevginin paylaşılması demektir. Ruhun ve bedenin çok özel bir şekilde bir armağan gibi sunulmasıdır. Cinsellik kadın-erkek ilişkisini diğer ilişkilerden ayıran en mahrem deneyimdir. Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar çiftin zenginliğidir, aralarındaki tutku ve çekimi yaratır. Biyopsikososyal farklılıkları nedeniyle kadın ve erkek “eşit” değildir ama “eş”tir.
Bu eşlik birbirlerini tamamlamak üstüne kuruludur, elbette yaşam hakları konusunda eşitlik gereklidir ama cinsellik açısından böyle bir eşitlik insanın doğasında yoktur. Doğa kadının lehine pozitif ayrımcılık yaparak ona daha fazla cinsel haz alma olanağı vermiştir. Bu bilgi, bugün bilimsel araştırmalar ışığında elde edilmeden asırlarca önce mitolojiye de konu olmuştur.
Efsaneye göre Yunan tanrısı Tiresias’ın uğradığı lanetle, bedeni kadın bedenine dönüşür ve yedi yıl kadın olarak yaşar. Zeus ve Hera, seks sırasında erkeklerin mi, yoksa kadınların mı daha çok zevk aldığı konusunda bir tartışmaya girince her iki cinsiyetti de deneyimlemiş olan Tiresias’ı çağırıp sorarlar. Tiresias, kadınların seksten erkeklere göre on kat daha fazla zevk aldıklarını söyler.
Cinsel mitlerin aksine, kadının cinsellikten zevk alma kapasitesi erkeklerden üç kat fazladır. Yani erkek cinsellikten bir zevk alıyorsa kadın üç zevk alabilir, çünkü kadın erkeğin bir üst versiyonudur. Kadının haz almayı sağlayan fizyolojik yapısı erkekten daha donanımlıdır. Erkeğin penisinde bulunan ve haz duygusunu beyne taşıyan sinir hücrelerinin üç katı kadının klitorisinde vardır.
Kadınların cinsel haz donanımının diğer bir önemli özelliği kadının çoklu orgazm olma kapasitesidir. Erkek bir kez orgazm olduktan sonra yeniden sertleşebilmek için belirli bir sürenin geçmesine ihtiyaç duyar. Kadında ise böyle bir süreye ihtiyaç yoktur, bir kadın art arda birden çok kez orgazm olabilir. Muhteşem bir cinsel haz kapasitesine sahip olan kadınların çoğu bu kapasitesini yaşama hakkını kendine layık bulmadan, hatta bu kapasitesinin hiç farkında olmadan cinsellik yaşarlar. Bu da çift ilişkilerinde mutsuzluğun nedenlerinden biri olur, çünkü erkeğin zevk aldığı, orgazm olduğu, kadının ise kendini erkeğin zevk almasında görevli bir araç gibi hissettiği bu durum er ya da geç kadında hırçınlık, cinsel soğukluk, ağrılı cinsel ilişki gibi pek sorunu ortaya çıkarır. Bu sorunlar da çift ilişkisinde çatışmalara yol açabilir. Daha da kötüsü bu durumdaki bir kadın bu kültürü kendi kızına da aktarabilir, böylece anneden kızına devredilen bir lanet gibi mutsuzluklar artar.
Kadınların çoğu için cinsellik evlilikle birlikte başlar. Toplumumuzda evlenecek kadının toplum içindeki değeri cinsel deneyimsizliğiyle belirlenir ve bakirelik kutsanır. Kız çocukları yetiştirilirken, cinselliğin erkeklere özgü olduğu, sadece erkeğin zevk aldığı, kadın için çoğu zaman mide bulandırıcı, acı veren ama evliliğin devam etmesi ve anne olmak için yerine getirilmesi gereken bir “kadınlık görevi” olduğu öğretilir.
Aile ve toplum baskısı, cinsellikle ilgili yanlış inanışlar, cinsel eğitimin yetersizliği, cinselliğin ayıp, günah veya yasak olarak kabul edilmesi nedeniyle, kadınlar cinsellik hakkında yeterince bilgi sahibi olamaz, bilgi sahibi olmak bir yana cinselliği kelime hazinelerine dahi ekleyemezler. Evleninceye kadar cinselliği hiç bilmeyen veya çoğu zaman yaşamayan kadınlar, evlilikle birlikte cinsel hayata başlar. Ancak hayatı boyunca cinsel fantezi kurmamış, birini arzuladığında kendinden utanmış, suç işlediğini ya da günaha girdiğini düşünmüş, kızlık zarını (himen) korunması gereken en önemli yapı olarak görmüş, hiç mastürbasyon yapmamış, kendi bedenine yabancılaşmış, cinselliği eşine karşı yerine getirmesi gereken bir görev ya da onu sevdiğini gösterebilmesinin bir yolu olarak algılayan bir kadın için cinsellik, haz alınacak güzel bir yaşantı olmaktan çok istenmeyen bir durum haline dönüşebilir. Çoğu zaman yatakta erkek aktif olur, ilişkinin uzunluğunu, kısalığını, tarzını erkek belirler, erkek isterse sevişilir, istemezse sevişilmez. Kadın, erkeğin isteklerine uyum gösterebilmeyi mutlu bir cinsellik göstergesi olarak algılamaya başlar. Bu da kadın olarak cinselliği bir hak ve haz kaynağı olarak görme sürecini sekteye uğratır.
1.7. Son Söz
Aşkın sınırları, ölçülemez bir evren gibidir ve her birimiz için farklı anlamlar taşır. Belki de aşkın ömrü sadece bir anlık bir dokunuştur, kalplerimizi hızlandıran bir bakış ya da yıllarca süren bir birlikteliktir. Aşkın ömrü, zamanın kısıtlamalarından ve rakamlardan bağımsızdır. Onu tanımlamak, sınırlamak ya da bir kalıba sokmak imkansızdır. Aşk, insanlık tarihindeki en güçlü, en derin ve en karmaşık duygulardan biridir. Belki de bu nedenle ölçülemez bir şekilde büyüleyicidir ve her birimizin aşkla ilgili kendi benzersiz hikayesi vardır.
Aşk, kalplerimizi coşturan, bizi hayatta tutan ve anlam katan bir güçtür. Aşk, insanları bir araya getirir, sınırları aşar ve tüm engelleri aşar. Aşk, zamanı durduran, her şeyi unutturan ve bizi başka bir boyuta taşıyan bir duygudur. Aşkın ömrünün ne olduğunu belirleyemeyiz. Önemli olan, bu güzel duyguyu yaşamaktır. Kalbimizi açmak, sevgiyle dolmak ve başkalarına sevgiyle yaklaşmak önemlidir. Çünkü aşk, paylaştıkça çoğalan bir armağandır.