İnsanın “değer” taşıyan en önemli erdemlerinden biri “doluluğu” değil, “boşluğu”dur. Boşluğu kabullenmek, daha derin bir gerçeğe ve şifaya kavuşulmasına olanak verir. Boşluk meditasyon ile fark edilir ve beraberinde “zihinsizlik” ve netlik anları gelir. Bu da insanın tatminkâr bir hayat sürmesini yıllarca sabote ederek engellemiş olan evlilik ve ilişki sıkıntılarını aşma sürecini destekler. Bunun sonucunda da ayın karanlıkta kalan yönlerinin aydınlığa çıkması gibi bir değişim başlar. Bu değişim, biliş seviyesinde değil, duygularımızın kaynağı olan iç dünyamızda gerçekleşir. Diğer bir deyişle, yaşanan değişim olumsuz ve kötü duygulardan arınma, iyi olana odaklanan bir dönüşüm veya ani bir sevgi dalgası şeklinde yaşanır. Bu değişimin psikolojik düzeyde, evlilik ve ilişkilere dair ne anlama geldiğini ancak daha sonra anlayabiliriz.
DERİNDEN BAKMA SANATI…
Koşulsuz kabullenmeyi ve sevmeyi, sağlıklı ve mutlu bir hayata "Evet" demeyi amaçlayan evlilik ve çift terapisi, özünde kendine, partnerine ve ilişkiye "derinden bakma" sanatıdır ve bu yalnızca kendimizi sevmekle ve her şeyin en güzeline layık bulmakla mümkündür; aksi takdirde kendimize ve partnerinize karşı suçlama ve eleştirilerle baş başa kalırız. Hayatı, kendimizi partnerimizi, diğer insanları, kısaca her şeyi olduğu gibi kabul ettiğimizde; özünde her insanın masum, sevgi dolu ve çok değerli olduğu gerçeğini kabul ederiz. Kendimize ve hayata tutkulu bir kabullenme ve sevgiyle kucak açmayı öğreniriz. Gerçek doğamızı keşfederiz; sevginin bağımlılık, kıskançlık ve sahiplenmeyle hiçbir ilgisinin olmadığını anlarız.
KOŞULSUZ SEVGİ VE KABUL…
Günümüzde hayatın omuzlarımıza yüklediği yük çok fazla, hatta aşırıdır. Bu yüzden, birincil önceliğimiz, bu yüklerden kurtulmak ve rahatlamaktır. Dolayısıyla, başta partnerimiz olmak üzere, başka insanları sevmek ve onlara değer vermek ikincil meselemizdir. Asıl mücadele ve önceliğimiz, yüklerimizi azaltmak, kendimize ve doğaya uygun yaşam koşulları oluşturmak, kişisel gelişimimizi tamamlamak, kendimizi sevmek ve kendimize değer vermektir. "Sevgi", vahşi ve özgürdür; asla ehlileştiremeyeceğimiz, varoluştan aldığımız çok özel bir armağandır. Sevgi dolu bir ilişkide çift birbirinin esiri olmaz, çünkü her insan tek başına mutlu olabilecek kadar güçlüdür. Birlikte olmak ve koşulsuzca sevmek; bağımlı hale gelmeden özgür olmayı ve özgür bırakmayı, zamanı geldiğinde vazgeçmeyi ve sırf yalnız kalma korkusu nedeniyle, ölmekte olan bir ilişkiye tutunmamayı gerektirir. İnsan etrafını canlı, yakınlık dolu ilişkilerle ve sevinçle doldurursa partnerinin uzun süreli bağına ihtiyaç duymaz; bağımlı değil bağlı kalabilir.
BOŞANMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI…
Çiftlerle çalışırken her terapistin içsel bir duruşu olur. Bu duruş, ilişkiler konusundaki temel değerlerimizi, bağlılık ve adanmışlık içeren ilişkilere dair farkındalığımızı bilmemizi gerektirir. Çünkü terapistin çalışma tarzını belirleyen şey, bu duruşu ve boşanmaya karşı tutumudur. Evlilik terapisti, genellikle “şimdi ve burada” olana odaklanır. Terapiye katılan çifte karşı dürüst olur, kendine güvenir, kalbini ve enerjisini takip etme cesaretini gösterir. Geçmişte "boşanma" kişisel bir "başarısızlık" olarak kabul edilir, beraberinde de toplumsal bir aşağılık ve utanç duygusu ile hiç çıkmayan bir leke gibi görülürdü. Şimdi ise, boşanma bir başarısızlık değil, bir "seçenek" olarak kabul ediliyor ve "Birlikte acı çekmemize gerek yok; evlenmek gibi boşanmak da bir seçenektir; boşanmak dünyanın sonu değildir; hayat bir şekilde devam eder" anlayışı kabul görüyor. Bu nedenle evlilik terapistlerinin de rolleri değişti. Günümüzde evlilik terapistleri, batmakta olan bir evliliği ille de kurtarmaya ya da evlilikteki çatlakları kapatmaya çalışmaktan çok, söz konusu iki bireyin "keşke"leri en az olan, en doğru kararı vermelerine (ki bu karar yüzde yetmiş evliliğin devamı yüzde otuz da boşanma şeklinde olabiliyor), bu kararı uygulamalarına ve kişisel arzularını desteklemeye odaklanıyor. Böylece kadınlar daha bağımsız ve girişken, erkekler de daha yumuşak ve duyarlı olabiliyor.
GEÇMİŞ TRAVMALAR EVLİLİKTE TEKRAR EDER…
Evlilik çocukluk yaralarının bilinçsizce tekrar sahnelendiği çok özel bir ilişkidir. Sinir sistemi ve beyin, özellikle çocukluğun ilk dönemlerinde oluşan çocukluk yaralarıyla ilişkili duygusal tepkileri evlilik ilişkisinde tekrar yaratma eğilimindedir. Çünkü yakın ilişkilerde bağ kurmayı, ilk duygusal bağlantılarımız olan annemize, babamıza veya diğer önemli anne-baba figürlerine olan bağlılığımız aracılığıyla öğreniriz. Sorunlu ve mutsuz çiftler, geçmişlerinde "sorunlu bağımlılık" ile gelişim travması yaşamışlardır ve bu travmayı bilinçsiz bir şekilde evliliklerinde iyileştirmeye ya da onarmaya çalışırlar. Ancak yaşadıkları travmalar öyle yoğundur ki, iyileştirilmeleri çok kolay değildir. Çocukken yaşadıkları olumsuz deneyimleri, farkında bile olmadan, evliliklerinde tekrar ederler. Buna "geçmişin kendini tekrar etme zorlantısı" adı verilir. Evlilik terapisi sürecinde, geçmişin tekrarı çiftin farkındalığına sunulur ve bu farkındalık ile çiftin geçmişte "hissedilen duyuları" ya da "bedenlerinde meydana gelen hisleri" tekrar hissetmeleri sağlanır. Bu şekilde beden hafızası, donuk veya eksik duygusal tepkileri boşaltarak yavaş yavaş sağlıklı bir işlev evresine dönülmesine olanak verir. Beyindeki nöral yollar daha sağlıklı bir ağ kurulmasını sağlar ve böylece psiko-biyolojik bir seviyede eski travmaların tekrar edilmesine gerek olmadığı öğrenilir. Bu süreç, şimdi ve burada olan biten karşısında mevcut olma hassasiyeti kazandırır.
KAYNAŞMA VE AYRIŞMA…
Doğanın temel yasalarından biri, yakın ilişkiler kurarak kaynaşma ve ayrışmadır. "Kaynaşma" ve "ayrışma" evlilik ilişkisinin temelini oluşturur. İki bağımsız insan arasındaki bir sözleşme olan "ayrışma", karşılıklı bağımlılık değil, yakın bir ilişkide eşlerin bütün, tam ve özgür olabilmeleri anlamına gelir. Bu bağlamda özgürlük; aldatma, terk etme, soğuma, uzaklaşma ya da kayıtsızlık değil, karşılıklı bağlılık ile kişinin kendi içinde bir bütünlük oluşturabilmesidir. Karşılıklı bağımlılık anlamına gelen"kaynaşma" ise, bir ve bir arada olma iradesini ortaya koymak, aşkla ve sevgiyle bütenleşmek, güvenli bağ kurmaktır.
AŞIK OLMAK VE AŞKLA SEVMEK…
"Aşık olmak", ebeveyn veya çocuk egomuzla yaşadığımız bilinçdışı bir süreçtir ve genelde acı verici sonuçlar doğurur. Öte yandan, büyüyen, olgunlaşan ve gelişen bir durum olan "aşkın sevgi", yetişkin egomuzla deneyimlediğimiz bilinçli bir seçim, bir öğrenme, bir değişim, bir olgunluk ve yetişkin olmaya yardım eden çok özel bir deneyimdir. Sağlıklı ve mutlu bir evlilik "aşık olmak" değil, "aşkla sevmek"tir. Bu nedenle, büyük bir yoğunluk, suçlama, öfke ve dramla bir arada olan "çocuk" parçamızı,"yetişkin" parçamızdan ayırmamız gerekir. Çocuk parçamız bizi ele geçirdiğinde, kendimizi onunla özdeşleştiririz. Bu durum, bir başka insanı net bir şekilde görmemizi ve duymamızı zorlaştırır, hatta imkânsızlaştırır. Böyle olunca da partnerimizi bizi hayal kırıklığına uğratan bir anne veya baba olarak görürüz. Diğer bir deyişle, onu gerçekte olduğu haliyle hiç göremeyiz. Çocuk parçamızdan, yetişkin parçamıza geçtiğimizde, sıkıntılarımızın gerçek doğasını görebilir ve bilinçli bir değişimi gerçekleştirebiliriz. Suçlamak yerine sorumluluk almayı, saldırmak yerine dinlemeyi ve düşman olmak yerine işbirliği yapmayı başarabiliriz. Ancak çocuk egosu savaşçıdır ve kolay kolay pes etmez. Evlilik terapisi, çiftin, farkındalık kazanmasına, işbirliği yapmayı öğrenmesine yardımcı olur. Böylelikle inatçı çocuk ego yenilir ve çift, suçlama-yönlendirme ya da suçlama-savunma döngüsünün esaretinden çıkar.