Psikoterapi ruhsal rahatsızlık veya sorunları sözel etkileşim yoluyla çözme ve davranışları değiştirme tekniğine verilen genel addır. Bilişsel davranışçı terapide öncelikle kişinin güncel sorunlarına odaklanır, süre olarak daha sınırlı ve daha çok sorun çözme ve özel birtakım beceriler öğretme hedeflidir. Bu beceriler çarpık düşünceleri saptamak, inançlarını değiştirmek, çevreyle yeni ilişkiler kurmak ve davranış değişikliğidir. Çünkü ruhsal sıkıntılar spesifik olaylara anlam vermek ve yorum yapmak için yaratılan düşüncelerden ve hatalı davranışlardan oluşur.
Duygularımız ve davranışlarımız, olayları algılama biçimimizden oluşur. Başka bir ifadeyle insanlar olaylardan değil, olaylara bakış açılarından ve onlara yaptıkları yorumlardan etkilenirler. Düşüncelerin altında da çocukluğumuzdan beri kendimize kazandırdığımız bazı kök inançlar ve tepkiler yatmaktadır. Bu düşünceler danışan tarafından keşfedilebilir, sorgulanabilir ve kendine göre en uygun şekilde, işlevsel olarak değiştirilebilir.
Bilişsel davranışçı terapi, yaşam boyunca ortaya çıkan psikolojik ve sosyal özellikler, genetik ve bedensel faktörler nedeniyle insanların psikolojik sıkıntılara farklı tepkiler verdiklerini ve farklı duyarlılıkları olduğunu varsayar. Bu çerçevede stres veya yoğun sıkıntı verici deneyimler, bir psikolojik sıkıntının ilk tetikleyicisi olabilir. Öte yandan, güvenilir ve istikrarlı ilişkiler, kendini ve başkalarını doğru algılama yeteneği ya da hayata ve sorumluluklarına yüklenen anlam gibi insanı psikolojik sıkıntılardan koruyabilen faktörler de vardır. Psikolojik sorunlara çevrenin tepkisi, kişinin sorunlarla başa çıkma konusundaki tutum ve davranışları psikolojik sıkıntıların dinamiklerini ve gidişatını etkiler. Bilişsel davranışçı terapide psikoterapist, önce danışanla beraber psikolojik rahatsızlığın nedenini ve neden kendiliğinden düzelmediğini açığa çıkardıktan sonra, somut terapi hedefleri üzerine anlaşmaya varıp sorunun nedenleri ve ortaya çıkmasına etki eden koşullardan yola çıkarak tedavi planını hazırlar.
Psikoterapist, danışanı başkalarını algılama biçimini veya bazı durumlarda sergilediği davranışlarını daha iyi inceleyip bunların onu durumunu nasıl etkilediğini sorgulamaya teşvik eder. Örneğin, olumsuz düşünceleri ve o düşüncelerin duygu ve davranışları üzerindeki etkisini algılamasını sağlayıp, günlük yaşamında faydalı düşünceleri ve farklı davranış şekillerini denemesine yardımcı olur. Bu yöntemde, danışan, kendisine korku veren düşüncelerini, kendisini nasıl algıladığını ve ilişkilerini nasıl şekillendirdiğini psikoterapistle beraber analiz eder. Psikoterapist, danışanın hayatı boyunca edinmiş olduğu davranış kalıplarını daha iyi anlayıp onları sıkıntılarını hafifletecek şekilde değiştirmesine destek olur. Bilişsel davranışçı terapide psikoterapistle danışan karşı karşıya oturur. Psikoterapi seanslarının sayısını ve sıklığını sorunun türüne göre psikoterapist, danışanla birlikte belirler. Tedavi genellikle altı ay ile bir yıl arasında ama gerekirse daha uzun da sürebilir.
BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ UYGULAMALARI
Bilişsel terapi bütün terapilerin özünü oluşturur. Freudyen anlamda danışanın fantezilerini keşfetmesi, bilinçdışı olarak tekrar ettiği temalarını düşünmesi ve hayatına belli bir duygudan arınarak bakması istenir. Buradaki güçlü duygu çoğu zaman anksiyetedir. Çok güçlü bir duygu olan anksiyete tıpkı ele bulaşan çamur gibidir ve amaç bir an önce o çamurdan kurtulmaktır. Çünkü o elinizde olduğu sürece dokunduğunuz her yere bulaşır, başka bir şey yapamazsınız ve bu yüzden de ondan başka bir şey düşünemez olursunuz. Psikopatolojisi olan kişi elini çamura bulaştırmıştır ve tek derdi ondan kurtulmaktır. Ancak ondan kurtulmaya çalıştıkça her davranışı, her seçimi, her çabası psikopatolojisinin içinde boğulmasına yol açar ve gerçekleri göremez hale gelir. Gerçeklik terapisi ve bilişsel terapi bu kişiye durumuna dışarıdan ve farklı bir bakış açısıyla bakarak gerçekleri görme ve gerçekleri gördükçe de değiştirebilme olanağı verir. Örneğin, kişi eğitimli biri, doktor, mühendis, avukat olsa da hayatındaki basit bir gerçeği göremeyebilir, çünkü anksiyetesi düşünmesini ve gerçeği görmesini engeller.
Bilişsel terapinin hedefi, bunaltı, endişe, kaygı ile aynı anlama gelen anksiyeteyi azaltmaktır. Bilişsel terapinin kurucuları olarak kabul edilen Aaron T. Beck ve Albert Ellis’e göre düşünceler duygularla yakından ilişkilidir ve birbirlerini etkilerler. Duygunun öncülü düşüncedir, yani kişi önce düşünür sonra duyguyu deneyimler. Ancak çoğu zaman duygu ve düşünce iç içe girer ve birbirinden ayırt edilemez.
İnsanı diğer canlılardan ayıran ve farklı kılan “düşünce”dir. İnsanın yaşamında her şey düşünceyle başlar ve düşünce sonsuzdur. Düşünce tıpkı “doğurgan bir ana” gibidir,“duyguları doğurur”. Bir düşünceden çok sayıda duygu doğabilir. Doğan duygular gelişerek önce bedensel hislere yani duyumlara (kasılma, bulantı, baş ağrısı gibi bedensel tepkilere), sonra da bir sonuç olarak davranışlara dönüşür. “Davranışlar” ise insanın eylemleri, söylemleri ve seçimlerinden oluşur. Düşünce tıpkı bir tohuma benzer, ne ekilirse o biçilir, yani bir gül tohumundan çalı büyümeyeceği ya da tam tersine bir çalı tohumundan gül açmayacağı gibi, olumsuz düşüncelerden olumlu duygular ve davranışlar doğmaz; olumlu düşüncelerden de mutlaka olumlu duygular ve davranışlar ortaya çıkarır. Hangi düşünce tohumunu ekeceğiniz sizin elinizdedir. Düşüncelerini yönetebilen insan, duygularını ve davranışlarını değiştirebilme gücüne de sahip olur.
Anksiyete de bir duygudur, sürekli olduğunda da bir duygudurumdur. Anksiyetenin giderilmesi için ihtiyaç duyulan şey ortamın güvenli hale getirilmesi ve daha sonra o ortamda güvenli ilişkiler kurulmasıdır. Bu anlamda terapi odası anksiyeteli kişi için güvenli bir ortamdır. Terapistle kurulan ilişki de güvenilir bir ilişkidir. Terapistin sakinliği, huzurlu duruşu, rahatlığı danışanın anksiyetesini azaltmaya yardımcı olan faktörlerdir.
Düşünce bilinçli olabildiği gibi, hiç sorgulanmadan bilinç öncesinden gelen Ellis’in tabiriyle “iç konuşmalar” olan düşünceler de olabilir. Bilişsel terapide iç konuşmalar sorgulanır. Bilinç öncesinde temalar, travmalar, iç konuşmalar veya otomatik düşünceler vardır. Kişi bu düşünceleri bilinçle sorgulamadan, yargılamadan, değerlendirmeden geçirmeden mutlak doğru olarak kabul etmeye başladığı andan itibaren kendini ruhsal, duygusal ve bedensel sıkıntılara sokmaya başlar. Yani insan kendini düşünceleriyle ruhsal sıkıntılara sokan bir canlıdır ve bu onun doğasının bir parçasıdır. Bilişsel terapi bu düşünceleri elekten geçirerek gerçeğe ulaşmayı zihnimizin ürünü olan düşüncelerimizi bilincimizi kullanarak değerlendirmemizi ve yargılamamızı sağlar. Bilinci danışanlar, “akıl”, “gözlemleyen ego”, “yetişkin parça” gibi çeşitli şekillerde adlandırırlar. Sonuçta bilinç, zihnimizdeki düşünceleri sorgulayıp onları gerçeklik süzgecinden geçiren bir sistemdir. Bilişsel terapinin esası bilinçle düşünceleri analiz etmektir. Terapist, danışanın bilincini kullanmasına yardımcı olur. Terapist aslında danışana psiko-eğitim veren, onunla birlikte çalışan bir öğretmen gibi bu düşünceleri sorgular. “Bu düşüncelerinizin bir kanıtı var mı? Bu düşünceler neye hizmet ediyor? Bu düşünceler olmasa hayatınız nasıl olurdu? Bu şekilde düşünerek şikayetçi olduğunuz duyguları kendinizin yarattığınızın farkında mısınız?” gibi sorularla sürekli farkındalık yaratmaya çalışır. Diğer bir ifadeyle danışanın zihnindeki düşünceleri bilinçli bir şekilde analiz etmesine yardımcı olur. Bu sırada terapistle danışanın bilinci ittifak yaparak danışanın kendi kendini ruhsal sıkıntılara sokan düşüncelerini gözden geçirip değerlendirirler.
Bilişsel davranışçı terapi, bilinçle zihindeki düşüncelerin sorgulandığı bir yöntem olarak sonuca yönelir yani davranışları değiştirmeyi hedefler. Örneğin, danışana “Evde oturup hastalığınızın geçmesini beklemeyi seçtiniz ama dışarıya çıkıp açık havada yürüyüş yapmayı da seçebilirsiniz. Bu iki davranışın sonuçları aynı mı olur?” şeklinde sorular yönelterek seçimlerini ve davranışlarını değiştirmesine yönelik farkındalık oluşturur.
Bilişsel davranışçı terapinin tüm şekillerinde tedavi, bir bilişsel formülasyona, belirli bir rahatsızlığı nitelendiren davranış değişim stratejilerine ve olumsuz inançları değiştirme tekniklerine dayanır. Danışanda duygusal ve davranışsal değişiklikler oluşturmak için danışanın düşünme ve inanç sisteminde bilişsel değişiklikler yapılmasının çeşitli yolları aranır. Bilişsel terapi, duygu ve davranışta bilişsel süreçlerin rolüne önem verir. Bir kişinin bir duruma karşı duygusal ve davranışsal tepkisi, büyük bir oranda o olayın anlamını nasıl algıladığına ve yorumladığına bağlıdır. Bilişsel terapi kişiliğin temel kabuller ve şemalar tarafından biçimlendirildiğini belirtir ve psikolojik bozukluğu da çok sayıda faktörlerin sonucu olarak değerlendirir. Kişilerin ruhsal sıkıntılara karşı bir biyolojik yatkınlıkları vardır, ancak onların öğrenme öykülerine dayalı olarak spesifik stres oluşturuculara verdikleri tepkiler de buna eklenir. Psikopatolojik duygusal reaksiyonlar, normal duygusal reaksiyonlar gibi gelişmelerine rağmen daha abartılı ve ısrarlı bir şekilde ortaya konurlar. Örneğin depresyonda üzüntü ve ilgi kaybı yoğunlaşmıştır. Psikopatolojinin davranışsal sonuçları bilişsel yapılanmanın içeriğine bağlıdır.
AKILCI DUYGUSAL DAVRANIŞÇI TERAPİ
Bilişsel terapinin kökeni, stoacı Yunan filozof Epiktetos’un “Kişileri yaşananlar değil, yaşananlara bakış açıları rahatsız eder” sözüne dayanır. Ona göre mutluluk ve mutsuzluk neyi kontrol edip neyi edemeyeceğimizin anlamına bağlıdır. Kişi yaşamın kontrol edebildiğimiz ve edemediğimiz öğelerden oluştuğunu kabul ettiğinde hem iç huzura hem de mutlu bir yaşama sahip olur. Aslında insanlara çoğu zaman dış nesneler ve diğer insanlar zarar vermezler, zarar verme gücüne sahip olan kişinin kendi inançları ve düşünceleridir. Koşullar bizim algı ve beklentilerimizden bağımsızdır. Hayatın bazı gerçekleri vardır ve bu gerçeklere göre kendini korumayı öğrenip bu gerçekleri kabul ederek onlarla çatışmayı önlemek gerekir. İnsanın gerçeklerle olan savaşı Don Kişot’un yel değirmenleriyle olan savaşı gibidir. Olaylar olması gerektiği gibi olur, kendi kurallarımızı dünyaya dayatmak ve dünyanın bunlara uymasını beklemek sonu hüsrana giden bir yoldur.
Albert Ellis, hümanistik psikoloji yaklaşımının kurucularından Carl Rogers’tan alarak geliştirdiğini belirttiği bilişsel terapi tekniğini “danışanın koşulsuz kabulü” kavramının üzerine kurmuştur. Danışanın koşulsuz kabulü ifadesi söz olarak çok basit gibi görünse de birini bütün varlığıyla, sözleriyle, düşünceleriyle her yönüyle olduğu gibi koşulsuzca kabul edebilmek çok kolay bir şey değildir. Hümanistik terapi temeline dayanan bu anlayışta danışan insan olarak her özelliğiyle kabul edilir. Mantıksız düşünme, irrasyonel düşünme bile insan olmanın bir parçası olarak doğal kabul edilir.
İnsan her şeyi düşünebilir, her şeyi hissedebilir, her şeyi yapabilir çünkü bu onun doğasının yani insan olmasının doğal bir parçasıdır. Geriye dönük olarak bunları sorgulamak, yargılamak ve bir değişim istemek mümkündür. Kontrol, mükemmeliyetçilik ve haklılık üstüne çok yatırım yapan kişi insani doğasını reddetmiş olur. Ellis şu an ve şimdiye odaklanmıştır. Terapi odasında her şey şu an ve şimdi gerçekleşir. Konuşmalar şimdi olur ve danışan terapi odasında, terapistin yardımıyla konuşma şeklini, dilini değirebilirse, bunu dışarıda da kendi başına yapabilecektir. Terapide şu an ve şimdi kavramının en önemli özelliği budur. Burada terapistin aktif olup danışana bir şeyleri fark ettirmesi, danışanın konuşmasını düzelttirmesi gerekir. Örneğin, “Çok korkuyorum,” ifadesinin yerine “Bir parçanızın çok korktuğundan bahsediyorsunuz, doğru mu anlıyorum?” ya da “Ben aptalım,”ifadesinin yerine “O olayda aptalca davrandığınızdan mı bahsediyorsunuz?” dediğinde aradaki farkı vurgulamış olur ve aradaki farkın ne kadar büyük olduğunu danışanın görmesini sağlar. Benzer şekilde danışanın ortaya attığı bir düşünce için “Bu düşünceye dair ne tür kanıtlarınız var? Bunları birlikte analiz edelim,” dediğinde danışana o düşüncenin aslında gerçekçi bir kanıtının olmadığını fark ettirebilir. Böylece danışanın konuşmasını, söylemini şu anda şimdi değiştirmiş olur.
Albert Ellis danışanın kendisini ya da hayatındaki önemli öteki kişileri suçlamaktan vazgeçmesinin çok kolay olmadığının üzerinde durmuştur. Suçlamak ötekine olan bağımlılığı da kabul etmek anlamına gelir: “Sana bağımlıyım, mutluluğumun ya da mutsuzluğumun sebebi sensin. Beni mutlu eden de mutsuz eden de sensin.” Ama kişi suçlamayı bırakıp sorumluluk almaya başladığında kendi seçimlerinde, düşüncelerinde, davranışlarında ve iç konuşmalarında kendi hayatının sorumluluğunu aldığında kendi düşüncelerini ve duygularını da görmeye başlar.
Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi, Albert Ellis tarafından geliştirilmiş bir psikoterapi yöntemidir. Albert Ellis iç konuşmalar kavramını ortaya atmış ve insanların kendi kendilerine yaptıkları iç konuşmaların onları ruhsal anlamda sıkıntıya soktuğunu ileri sürerek bunu ABC kuramıyla açıklamıştır. ABC kuramına göre duyguları, olaylar, insanlar ve insanların söyledikleri ya da yaptıkları değil, kişinin bunlar hakkındaki düşünceleri ortaya çıkartır. Örneğin, A noktasında kişiyi rahatsız eden bir durum vardır. B noktasında A durumuna dair olan inançlar yer alır. C ise sonucu ifade eder. Eğer kişinin A durumu için akılcı olmayan inançları varsa C noktasında kişi için hoş olmayan kaygı, stres, depresyon gibi durumlar yaşanır. Terapideki amaç B noktasındaki A noktasına dair olan akılcı olmayan inançları, akılcı olan inançlar ile yer değiştirmektir. Terapist bu kişinin B noktasında yer alan akılcı olmayan inancını değiştirmeye ve böylece anksiyeteyi (C) azaltmaya çalışır.
Her duygunun bir nedeni, bir de tetikleyicisi vardır. Duygunun nedeni kişinin olaylar ve insanlar hakkındaki düşünceleridir. Duygunun tetikleyicisi de olaylar ve insanlardır. Dolayısıyla da duygu kişinin kendisine aittir. Bu nedenle terapide danışanın duygusunu sahiplenmesi ve tetikleyici unsurları suçlamayı bırakması önemlidir. Çünkü suçlama başladığında çaresizlik başlar ve danışan seçenekleri göremez ve duygularını yönetemez. Örneğin, öfke güçlü bir duygudur. Olgun bir insan öfkesini ve onun ardındaki düşüncelerini kabullenir ve öfkesini yönetir; öfkelendiğinde ortamı terk eder, dışarı çıkıp hava alır ya da müzik dinler. Duyguların yönetilmesi kişinin içruhsal çatışmalar yaşamasını engeller. Duyguların yönetilmesi de bilinçle mümkündür.
Ellis’e göre olumsuz düşünceler olumsuz duyguları ortaya çıkartır, olumsuz duygular da olumsuz iç konuşmalar yaratır ve bu bir döngü oluşturur. İnsanlar karakterleri hakkında genel iç konuşmalar yaptıklarında kendilerini ruhsal anlamda sıkıntıya sokarlar ama belli bir davranışla ilgili konuştuklarında ise kendilerini iyi ederler. Örneğin, iç konuşmalarında“Ben aptalım, suçluyum,” gibi genel değerlendirmeler kişiyi sıkıntıya sokar ama bir olay karşısında “Bu olayda aptalca davrandım, burada hatalı davrandım” şeklindeki iç konuşmalar sağlıklı ve iyileştirici değerlendirmelerdir. Bilişsel terapinin amaçlarından biri insanların iç konuşmalarını kişilikleri hakkında değil, davranışları hakkında yapabilir hale getirmektir.
Duygu, düşüncenin bir sonucudur, yani düşünce duyguyu doğurur. Ancak düşünce ile duygu arasında mutlaka arada bir tetikleyici vardır ve insan bu tetikleyiciyi duygusunun nedeni olarak görür. Örneğin, eşi eve geç gelen ve ona ilgi göstermeyen bir kadının eşine öfkelenip bağırdığını düşünelim. Kadın bu duruma neden olan şeyin eşi ve eşin eve geç gelmesi olduğunu düşünür. Ancak burada eşinin eve geç gelmesi “tetikleyici unsur”dur. Aslında kadının öfke duygusunu ortaya çıkaran şey eşi ve eşinin davranışları hakkındaki düşünceleridir. Ancak kadın hem öfkesinin kendisine ait bir duygu olduğunu inkâr eder hem de öfkesinin nedeni olarak kendi düşüncelerini değil, tetikleyici unsurları görür. Bu olgudaki ayrıntılar Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT) kuramının özünü oluşturur. Olay, kişi, durum değil, onlar hakkındaki düşüncelerimiz duygularımızı ortaya çıkarır, olay, kişi ve durum yalnızca tetikleyici unsurlardır. Ama insan duygusunu sahiplenmeden tetikleyici unsurları suçlar ve bu iyileşmenin önündeki en büyük engellerden biridir. Kişinin iyileşmesi için tetikleyici unsurlar ile duygusuna neden olan kendi düşüncelerini birbirinden ayırması ve düşüncelerini sorgulamayı öğrenmesi gerekir. “Bu düşüncenin bir kanıtı var mı?”, “Bu düşüncenin anlamı nedir?”, “Bu düşüncenin nedeni nedir?”, “Bu düşünce neye hizmet ediyor?”, “Bu düşünce neyin tekrarı?” sorularına ve bu düşüncenin yarattığı duyguya odaklanarak sorunlara farklı bir bakış açısı geliştirilebilir.
BİLİŞSEL TEMELLİ DEPRESYON KURAMI
Psikolog olan Ellis’in aksine Beck psikiyatrist olması nedeniyle katı ve kuralcıdır. Her ikisi de Freudyen ekolden gelmektedir. Beck psikanaliz yaparken Freud’un Yas ve Melankoli adlı kitabından yararlanmıştır. Freud’a göre öfke ve nefretin içe yöneltilmesi depresyonun ana nedenidir. Bu nefret ve öfkenin sebebi de geçmişe ait suçluluk ya da günahkarlık duygusudur. Freud’un bu görüşünü temel alarak kuramını oluşturan Beck bir üçleme yakalamıştır. Bu üçlemeye göre olumsuz düşünme ve olaylara olumsuz yorum getirme depresyonun ana nedenidir.
Beck bilişsel model depresyon tedavisine ilişkin birbirleriyle ilişkili üç kavrama vurgu yapmıştır. Bunlar, bilişsel üçleme, bilişsel şema ve hatalı bilgi işleme sürecidir.
Bilişsel üçleme; bireyin kendisine, geleceğe ve yaşantılarına ilişkin bilişsel örüntülerini içerir. Bilişsel üçlemedeki ilk unsur bireyin kendisine, kişiliğine, karakterine, geleceğine ve yaşantılarına ilişkin ilgili “Ben kötüyüm, ben başarısızım, ben suçluyum” gibi negatif örüntüleridir. Birey kendisini değersiz, yetersiz ya da istenmeyen birisi olarak görür ve bundan dolayı kendisini eleştirme ve suçlama eğilimine girer. Bilişsel üçlemenin ikinci boyutunda birey ilişkilerinde yoksunluk yaşadığını düşünür, sosyal ilişkilerinde kendisini istenmeyen birisi olarak görür ve yalnız kalacağına yürekten inanır. Deneyimlerini olumsuz bir tutumla yargılar, kendini olumsuzladığı iddiasına yönelik her şeyi sahiplenir ve deneyimlerini bu olumsuz tutumla değerlendirir, hayatında onu mutsuz eden her olayı abartır ama olumsuz tutumunu çürütecek her olayı görmezden gelir. Bilişsel üçlemenin üçüncü boyutunda ise birey geleceğine ilişkin olumsuz görüşler taşır, yaşadığı güçlüklerin gelecekte de devam edeceğine inanır.
Bilişsel modelin içerdiği ikinci temel kavram bilişsel şemalardır. Bu kavram, depresif bireyin yaşamındaki olumlu faktörlerin objektif kanıtlarına rağmen hala niçin kendini yıkıcı davranışlarını koruduğunu açıklamak için kullanılmaktadır. Birey, herhangi bir durumla karşılaştığında o durumla ilişkili şeması aktive olur ve birey düşünce süreci üzerindeki kontrolünü kaybeder ve daha uygun şemalarını harekete geçirmekte zorlanır. Bu süreçte hatalı bilgi işleme süreci devreye girer.
Depresif bireyin düşüncelerindeki “hatalı çıkarsama”, “seçici soyutlama”, “aşırı genelleme”, “büyütme ve küçültme” gibi bilgi işlemedeki sistematik hatalar onun, karşıt kanıtlar bulunmasına rağmen inancını korumasını sağlar. Yani Beck, depresyonda olan insanların “bilişsel bozukluklar” adını verdiği mantık hataları ile dolu olduğunu fark etmiştir. Beck’e göre, olumsuz düşünceler (bilinçdışında gizli yatan) işlevsel olmayan düşünce ve varsayımları yansıtmaktadır. Bu olumsuz düşünceler, durumsal olaylar tarafından harekete geçirildiğinde depresyon ortaya çıkmaktadır. Beck, danışanların işlevsel olmayan düşüncelerini değiştirerek birtakım psikiyatrik durumdan kurtulabileceklerine inanmıştır. Bilişsel terapinin kullanımı ve psikopatoloji alanlarında yaptığı sürekli araştırmalar ona, ABD’de bilimsel çevrelerde itibar kazandırmıştır. Beck’in öncü araştırmaları, bilişsel terapinin depresyon üzerindeki etkinliğini artırmıştır. Depresyon, intihar riski, kaygı, benlik saygısı ve kişiliğin ölçülmesi ve değerlendirilmesine yönelik birçok psikolojik test geliştirmiştir.
Beck olumsuz otomatik düşüncelerin nereden kaynaklandığı sorusunun yanıtını ararken, Ellis’in “Olumsuz iç konuşmalar insanın doğasında vardır” görüşünü “bilgi işlemede sistematik hatalar” adıyla değerlendirmiştir. Kısaca “bilişsel hatalar” olarak adlandırdığı bu çarpıtmaların depresyonu ortaya çıkaran bilişsel üçlemenin nedeni olduğunu belirtir. Dolayısıyla depresyon tedavisinde izlenecek yol bilişsel hataları tespit ederek bilişsel üçlemeyi durdurmak ve bunların yerine olumlularını getirmektir. Bunun için de bilişsel davranışçı terapinin davranışçı yönünü uygulamak için “ev ödevleri” vererek danışanın seçimlerini, davranışlarını ve konuşmalarını değiştirmeyi amaçlar.
Beck ile Ellis arasındaki farklardan biri Beck’in bazı düşüncelerin belli bir odaktan kaynaklandığına inanmasıdır. Ona göre bir olay ya da durum hakkındaki varsayımlar kişinin iç konuşmalarını belirler. Daha sonraları bu varsayımlar Beck’in kızı Judith S. Beck tarafından “şemalar” ve “temel kabuller” olarak ikiye ayrılmıştır. Hatta zamanla “şema terapi” ayrı bir ekol olarak gelişmiştir. Temel kabuller bilincin farkındalığının dışında şemalar ise bilincin farkındalığında bulunurlar. Burada Geştalt terapisindeki şekil ve zemin kavramına atıfta bulunulur. Bilincin farkındalığında olanı şekil, farkındalığın dışında olanı zemin olarak kabul edilir.
BİLİŞSEL TERAPİNİN ELEŞTİRİSİ…
Bilişsel terapinin eleştiri aldığı nokta “Neden böyle düşünüyorsunuz? Bu düşüncelerin geçmişi nedir?” sorularına yanıt aramadan şu an ve şimdide olanla ilgilenmesidir. Oysa düşüncelerin bir nedeni ve geçmişi vardır. Bilişsel terapinin şu an ve şimdide olanla çalışma ve geçmişle ilgilenmeme yaklaşımı bazı zihinlerde işe yarasa bile bazı zihinlerde işe yaramaz.
İnsan imgeler dünyasında yaşar. İnsan zihni yaşamı boyunca milyonlarca fotoğraf çeker ve bunlara “imge” adı verilir. Zihindeki milyonlarca imge bir klasörde bir araya getirilir. Bu klasör de duyguları çekerek “kateksis” adı verilen ruhsal enerjiyi kullanır. Bir imgede bu güçlü duygusal enerji sıkışmış, hapsedilmişse kişi bu travmayı bastırmak için başka bir güçlü enerji kullanır. Buna “kontrkateksis” adı verilir. İç tarafta yukarı çıkmak isteyen güçlü kateksise karşı bunu bastırmak isteyen kontrkateksis çatışmasına “içruhsal (intrapsişik) çatışma” denir. Bu çatışma bilinçte anksiyete olarak yaşanır ve anksiyete bilinci devre dışı bırakarak kişiyi istemediği düşnce kalıplarına ve olumsuz duygulara esir eder.
Psikoterapi anksiyete azaltıcı bir müdahaledir. Danışan çocukluktaki anılarını ve imgelerini anlatarak oradaki ruhsal enerjiyi duygu regülâsyonuyla deneyimler ve enerjisini boşaltır. Yani terapistin odası, kişiliği ve davranışları ve terapistle geçmişi konuşmak anksiyeteyi azaltır. Anksiyete azaldıktan sonra danışan sorunlarını kendi kendine çözecek hale gelir.
Genel olarak sınıflandırıldığında dört tip anksiyete vardır: (1) Süperego anksiyetesi, (2) İd anksiyetesi, (3) Dış gerçeklik anksiyetesi, (4) İntrapsişik çatışmanın dışavurumu olan anksiyete. Kişi bu anksiyetelerden birine esir olduğu andan itibaren zihninden geçen düşünceleri bilinciyle sorgulayamaz, yargılayamaz hale gelir.
Bilişsel terapide anksiyeteye müdahale etmeden, herhangi bir ilişkiyi önemsemeden, geçmişi dikkate almadan bilişsel müdahalelerde bulunulur. Diğer bir ifadeyle bilişsel terapi danışan anksiyeteden kurtulduktan sonra başlar. Terapist geçmişi konuşur, geçmişteki hikâyeyi alır, oradaki imgelerin içine hapsedilmiş ruhsal enerjiyi serbest bırakırsa danışanın bilinci aktif hale gelerek anksiyeteden kurtulur. Bilişsel terapinin etkinliği bu şekilde arttırılabilir. Tüm terapi ekollerinde hedef düşünceleri ve seçimleri değiştirerek davranış değişikliği yaratmaktır.
Anksiyete ile depresyon sıklıkla karıştırılır ve danışanlar çoğunlukla anksiyeteleri olduğu halde kendilerini depresyonda zannederler. Oysa anksiyete ve depresyon birbirinden tamamen farklıdır. Anksiyete olumsuz düşüncelerin ortaya çıkardığı aynı zamanda da olumlu düşünmemizi engelleyen bir duygudur, içruhsal çatışmanın bir sonucudur. İçten ve dıştan gelen uyaranlara karşı duyarlığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin yiterek umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren ruhsal bir bozukluk olan depresyon, anksiyeteden dolayı ortaya çıkan çaresizliğin kabullenilmesidir. Uzun zamandır devam edem çözümlenememiş anksiyete durumunda bedenin bu duyguyu kabullenememesi ve kendini yaşama kapatmasıdır.