“Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır. Kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”
Çoğu insan kader'i yanlış bilir. Kader, var olan hayatın önceden çizilmiş olması demek değildir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarında yapılan seçimlerdir, güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Kişi kaderini seçimleriyle belirler, seçimleri kaderidir. Seçim yapmamak veya hiçbir şey yapmadan beklemekte bir seçimdir. Yani kişi belirlediği bir seçimde "ne yapayım, kaderim böyleymiş" deyip, çaresizlikle boyun bükerse; bu cesaretini sürgüne yollandığının, kendini kaybettiğinin ve kendini sınırladığının göstergesidir. Gerçekte hayat sınır koymaz; kişi inançlarıyla sınırlar kendini. Bir kişi kendini arıyorsa kaybettiği yere bakmalıdır. Bu nedenle suçlamak, şikâyet etmek, yakınmak, sorumluluklardan kaçmak, isyan etmek, tepkisiz kalarak durumunu kabullenmek veya boyun eğmek yerine, kişi kendi olma cesaretini göstermeli ve "çaresiz değilim, çare BEN'im" diyebilmelidir. Çünkü ne hayatın gerçekten hâkimidir ne de hayat karşısında çaresizdir, kişi inandığı oranda mümkün olan her şeyi yapabilir, bunun için kendi benliğine, kendi içine bakması yeterlidir. Ayrıca kişinin suçlamak yerine sorumluluk alması, "her şeyin tek suçlusu benim, duygularımı ve düşüncelerimi denetleyebilirsem kaderime yön verebilirim, ancak kendimi değiştirebilirim, tutum ve davranışlarımı farklılaştırabilirim, tepkilerini değiştirebilirim," diyebilmesi, hayatı ve etrafındakileri olduğu gibi kabullenebilmeyi öğrenmesi gerekir. Çünkü gerçek değişim insanın içinden, duygu ve düşüncelerinden başlamalıdır. Bu süreçte kişi öncelikle korkularından ve yıkıcı düşüncelerinden kurtulmalı, "iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır" diyen atasözümüzde olduğu gibi kendini düzeltmeli, başkalarını kendi kafasındaki şekle uydurmak için baskı, şiddet, tehdit, ısrar, duygu sömürüsü gibi şeylerden vazgeçmeli, çarenin her daim olabileceğini bilmeli ve mutluluğunun başkalarının davranışlarına değil sadece kendisine bağlı olduğunu hatırlamalıdır.
Çaresizlikten kurtulmanın yolları vardır. Bu yolların birincisi kişinin içindeki engeldir. Yapılacak ilk şey, çaresizliğe götüren o içteki engelin aşılması ve "ben çaresiz değilim" demektir. "Ben yapamam" demek bir iç engeldir. Olumsuz düşünülen her şey bir iç engeldir, olumsuz düşünmeyi olumlu hale çevirmek, iç engelden kurtulmaktır. İkinci yol da kişinin dışında olan engellerdir. "Yapmazsın, edemezsin, başaramazsın" diyen ebeveynler, arkadaşlar, dostlar veya tanıdıklar en büyük engeldirler. Kişi kendi içindeki engeli aşamadığında dışındaki engelleri de kolay kolay aşamaz. Kişi "ben güçlüyüm, kendime inanıyorum, başarabilirim" diyerek birinci engeli, kendisine engel olmak isteyen kim varsa çevresinde onları dinlemeyerek de ikinci engeli aşmalı ve çaresizlik konusundadenemeler yapmalı, başlamak için en uygun zamanı beklemek yerine hemen başlamalı, şimdi başlamalı, şu anda bulunduğu yerden, elindekilerle başlamalıdır. Kişinin içindeki sınırsız deneme isteği, inancıyla birleşince imkânlar önüne de açılacak ve çaresizliğin belini kıracaktır. Çünkü bir şeyi denemeden kaybetmek, baştan kaybetmek demektir ama aynı şeyi deneyerek kaybetmek, deneme ile çaresizliği aşmayı öğrenmektir.
Newton yerçekimi kanununu buldu, Einstein izafiyet teorisini, Edison ampulü buldu. Çaresizlerin en çok yaptığı hatalardan biri kaybetmekten ve hata yapmaktan korkmaktır. Kendine güvenen ve "çaresiz değilim, çare BEN'im" diyen insanların ise böyle bir endişesi yoktur, çünkü iyi bilir ki yanlış yapıla yapıla bir gün mutlaka doğrusu bulunacaktır, buna en güzel örnek ise Thomas Edison'dur. Edison ampulü icat ederken yüzlerce deney yapmış ve hiç biri sonuç vermemiş, tam vazgeçmeyi düşünürken ceketinden kopan düğmenin aşağı doğru sarkan ipi, doğruyu bulmasını sağlamıştır. Peş peşe deneylerin sürdüğü bir gün asistanı, "artık bu işten vazgeçsek, şu ana kadar yüzlerce deney yaptık ve hiçbir sonuç alamadık" demiş. Kendi olma cesaretini gösterebilen Edison, hemen itiraz etmiş ve "bu doğru değil, evet, amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değil, çünkü aradığımız şeyin yaptığımız şeyin içinde bulunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz" demiş. Böylece Edison hem kendini hem de tüm insanlığı karanlıktan kurtaran bu buluşu bulmak için günlerce uykusuz kalmış ve artık gözlerinin sancısı çekilmez olmuş, fakat o doğru bildiği hedefe doğru koşarken bu engellere takılmak istememiş ve sonunda başarmış. Çünkü en iyi öğrenme yolu deneyerek öğrenmedir. Deneyerek öğrenme, kişinin bilinçdışında yer alan yaratıcı fikirler kaynağına ulaşabilmesini de sağlar. Kişinin bu kaynağa ulaşabilmesi ve kendi olma cesaretini gösterebilmesi için;
—düşüncelerini bir noktada yoğunlaştırmasında,
—acele etmemesinde,
—fikirler geldiğinde hazır olmasında,
—fikirleri kullanma kararlılığı göstermesinde,
—kendisi için ideal bir zihinsel imajı belirlemesinde,
—çaba göstermeden yalnızca inanmanın hiçbir işe yaramayacağını bilmesinde,
—esnek olmasında,
—gerekirse plan değişikliği yapmasında,
—gözlerinizi hedeften ayırmamasında ve
—işi yarı yolda bırakmamasında fayda vardır.
Günümüz insanlarının çoğu yaratıcı fikirler kaynağına ulaşmak ve kendi iç rehberlerini dinlemek yerine, başkalarının beklentisi doğrultusunda hareket etmeye çalışıyorlar ve rahatsızlaşıyorlar. Oysa, bilinçli olarak düşünülen her düşünce, bilinçdışını etkileyebilir ve bu etki, düşüncedeki güç ve arzunun derecesine bağlı olarak eyleme dönüşebilir. "Yaratıcı fikirler kaynağı" terimini ilk defa analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung kullanmıştır. Jung, insanların içinde, derinlerde "kollektif (ortak) bilinçdışı" adını verdiği, asla tüketilemeyecek olan yüzyılların bilgeliği ve sonsuz bir yaratıcı fikirler kaynağı saklı olduğunu savunmuştur. Ruhsal sorunların çoğunun, insanın doğasına ve kendisine yabancılaşması olduğunu söyleyen Jung, "genişletme yöntemi" dediği teknikle, insanın çağdaş yaşamın gereği reddetmek zorunda kaldığı doğasını kademeli olarak açığa çıkarmayı hedeflemiştir. Bilinç alanını, bilinçdışına doğru genişletmeye başlayan kişi, iç dünyasını keşfedebilir, kendini tanımaya başlayabilir, yaşadığı dünyayı yeniden görebilir ve varoluşsal yolculuğunda bir basamak daha evrimselleşebilir.
Bilinç, kişinin farkında olduğu bölümdür, yaşamın ilk dönemlerinde, hatta belki de doğum öncesinde başlar, çevreden gelen uyaranlarla beslenir ve gittikçe genişler. Jung'a göre bilincin 4 temel boyutu vardır bunlar: Düşünme, duyumsama, hissetme ve sezgidir. Kalıtım ve çevre koşulları, kişinin hangi boyutta bu zihinsel gelişimi göstereceğini belirler.
Ego ise; bilincin bir örgütüdür, bilinç düzeyinde algılanan tüm duygu ve düşüncelerden oluşur, gündelik yaşantımızı sürdürebilmemiz için içeriden ve dışarıdan gelen uyaranları, bilgileri filtre eder.
Bilinçdışı kişinin emirlerini değiştirinceye dek onları yerine getirmeyi sürdüren sadık bir hizmetkâr gibidir. Gerçekte bilinçdışının bildiği ve uyguladığı emirler aslında kişinin kendisiyle ilgili inançlarıdır. Bu nedenle kişi kendisi hakkında ne düşünüyorsa o'dur. Gandhi diyor ki; "düşünceleriniz pozitif olsun, çünkü düşünceleriniz sözleriniz olur; sözleriniz pozitif olsun çünkü sözleriniz davranışlarınız olur; davranışlarınız pozitif olsun çünkü davranışlarınız alışkanlıklarınız olur; alışkanlıklarınız pozitif olsun çünkü alışkanlıklarınız değerleriniz olur." Aynı şekildeFrances Wilshire ''Sen'' adlı kitabında "evrenin en vazgeçilmez varlığı sizsiniz, nerede olduğunuz, ne olduğunuz, hayatınızın ne denli büyük ya da küçük olduğu önemli değil; kendi dünyanızın merkezi sizsiniz ve daima da öyle olacaksınız.'' demiştir. William Shakespeare de; "iyi ve kötü diye bir şey yoktur, biz onu düşüncelerimizle yaratırız" diyor. Bu nedenle kişi beyninin nasıl çalıştığını anlarsa hem kendisinin terapisti olur hem de davranışlarını değiştirme yeteneği kazanarak kendisi olabilir. Everett Dirksen, "yaşam durağan değildir, düşüncelerini değiştirmeyenler düşkün evindeki yaşlılarla, mezarlıktakilerdir" der. Helen Keller diyor ki; "hayat ya cesur bir denemedir ya da hiçbir şeydir, hata yapmayanlar, hiçbir şey yapmayanlardır."Emerson da, "davranışlarınızdan utanıp sıkılmayın, hayatın tamamı bir denemedir" demiştir. Jung bilinçdışı kavramını bir ada benzetmesi ile açıklamıştır. Adanın görünen kısmı bilincimizdir. Okyanus kolektif bilinçdışıdır. Ara sıra görülüp ara sıra yok olan kumsal ise bireysel bilinçdışıdır. Kişisel bilinçdışı; kişinin yaşadığı tüm anıları depo eder ve baskılanmış çocuksu isteklerden oluşur. Hayatta yaşanmış hiç bir şey unutulmaz, bilince en yakın katman olan kişisel bilinçdışında muhafaza edilir. Kişinin hayatını mahvedebilen çocukluk yaraları ve kompleksler bu katmanda bulunur. Kompleksler; kişisel bilinçdışında bastırılan çocukluk travmalarının ve bu travmaların içselleştirilmesinden meydana gelen düşüncelerin bir araya gelmesi ile oluşur. Kompleksler kişiyi hâkimiyeti altına alarak, adım adım yaşamına egemen olabilir, yaşam enerjisini emebilir. Jung kişisel bilinçdışını aydınlatmada, kelime çağrışım tekniğini kullanmıştır, çünkü komplekslerin kendilerine uygun kelimeleri mıknatıs gibi çektiğini gözlemlemiştir, bu yolla kişiyi bilinçdışı içerikler konusunda aydınlatmayı hedeflemiştir ve "bilinçdışı komplekslerini keşfeden, bunların kölesi olduğunu fark eden kişi, bu zincirleri kırıp köleliğinden kurtulabilirse, özgür bir insan olarak yeni bir varoluşsal sürece girebilir" demiştir. Jung'a göre atalarımızın tüm yaşamları zihnimizde, bilinçdışının derinliklerinde gizlidir. Kişiye özel tüm deneyimleri kapsayan kişisel bilinçdışından ayrı olan ve Jung'un kolektif bilinçdışı adını verdiği bu yapıda, insan hafızasında kayıtlı ve yaşanılan kültüre dayalı her türlü imgeler, semboller, dil ve diğer tecrübeleri yer alır. Kolektif bilinçdışı insan türüne özgüdür ve gizli anlamlar içerir. Ruhun nesnel halde görüntüsü olarak ifade edildiği için nesnel ruh da denilebilir. Algı ve eylemdeki seçicilik de kolektif bilinçdışıyla açıklanabilir. Bazı şeylerin algısının diğerlerine göre daha kolay olması, zaten ortak bilinçdışında algılanan şeyin var olması ile ilgilidir. Kolektif bilinçdışı evrimsel deneyimlerden oluşur ve kişiliğin temelini şekillendirmede etkilidir, insanın davranışlarını etkisi altına alabilir fakat daha önce yaşanılmamış deneyimleri kapsadığı için kişinin bunları hatırlaması ve farkında olması mümkün değildir. Dolayısıyla kişinin varoluşu onun geçmişiyle de bağlantılıdır. Bu bağlantı, yalnızca kişisel geçmişini değil, kendi türünün geçmişini, hatta insanlığın evrimini içerir. Kolektif bilinçdışı Jung’un arketip (ilk örnek) dediği imajlardan oluşur, bu imajlar insana atalarından aktarılırlar. Arketipler, insanın vaktiyle atalarının geliştirmiş olduğu tepkilere benzer eğilimler göstermesinin kaynağını oluşturur yani kişinin içine doğduğu dünyanın genel imajı, doğduğu anda içinde de vardır. Örneğin, bebek dünyaya geldiğinde, kolektif bilinçdışındaki anne imajı sayesinde annesini algılar ve onunla ilişkiye geçer. Ancak kendi annesiyle etkileşime başladıktan sonra bireysel farklılıklar ortaya çıkar. Çünkü çocukla ilişki, bir toplumun diğerine ya da bir aileden diğerine, hatta aynı aile içinde bir çocuktan diğerine farklılıklar gösterebilir.
Kişi düşüncelerini değiştirirse kaderini de değiştirebilir. "Etki" düşüncedir, "tepki" ise bilinçdışının verdiği karşılıktır. Ancak kişinin bütün dileklerinin gerçekleşeceği diye bir kural yoktur. Kişi dileklerinin istediği gibi karşılık bulmadığını fark ederse, ilk yapması gereken şey, böyle bir başarısızlığın temel nedenlerini anlamak olmalıdır. Bu nedenler bazen güven eksikliği veya çok fazla çabadır, bazen de çocukluk yaralarımızdır. Birçok kişi, bilinçdışının işleyişini tam olarak anlayamaz ve farkında olmadan bir şekilde dileklerinin gerçekleşmesine mani olabilir.
Bilinçdışı ne zaman bir düşünceyi kabul etse, hemen bunu uygulamaya başlar ve bunun için bütün önemli kaynaklarını ve potansiyellerini kullanır. Bu yasa iyi düşünceler ve kötü düşünceler için de geçerlidir. Yani kişi bilinçdışını olumsuz biçimde kullanırsa, bu soruna, başarısızlığa ve karışıklığa neden olabilir, yapıcı biçimde kullanırsa hayatına zihinsel huzurla birlikte özgürlük getirebilir. Düşünceler olumlu, yapıcı ve sevgi dolu olduğunda, doğru yanıtı almak mümkündür. Bu nedenle başarısızlığın üstesinden gelmek için yapılması gereken tek şey, bilinçdışının düşünceyi ya da isteği kabul etmesini sağlamaktır. Kişi bunun gerçekliğini kabul ettiğinde zihnin çalışma yasası gerisini halledecektir. Kişi inançla, güvenle ve şüphesiz bir şekilde düşüncesinin gerçekleşmesini isterse, bilinçdışı bu görevi devralacak ve ona cevap verecektir. Ancak kişi ne zaman bilinçdışını kendisi için bir şey yapmaya zorlamak isterse genellikle başarısız olur, istediği sonuçlara yaklaşmak yerine uzaklaşabilir. Çünkü bilinçdışı zihinsel bir zorlamaya tepki vermez, inanca ya da bilincin kabulüne tepki verir. Sonuç elde etme konusundaki başarısızlık şu ifadelerden de kaynaklanabilir:
—"Her şey kötüye gidiyor."
—"Asla karşılık alamayacağım."
—"Çıkış yolu göremiyorum."
—"Durum umutsuz."
—"Ne yapacağımı bilmiyorum."
—"Karmakarışık oldum."
Bu tür ifadeler kullanıldığında bilinçdışı kişiye karşılık vermez ve onunla işbirliği yapmaz, sürekli yerinde sayan bir asker gibi, ne ileri ne de geri gider. Bu nedenle kişi bilinçdışının müthiş güçleri ile çalışırken kafasında net bir düşünce olmalıdır, bir çıkış yolu olduğuna, bir çözümün bulunacağına inanmalıdır. Kişi bincinde net bir karara vardığında, aklını başınıza toplar ve neye inanırsa onu yaşar. Çünkü bilinçdışı insanoğlunun her organının nasıl çalıştığını ve hastalıkları nasıl iyileştirileceğini bilir. Kişi sağlık komutu verdiğinde bilinçdışı bunu yerine getirecektir, burada anahtar, gevşemedir yani "rahatlık işi çözer." Kişi ayrıntılara ve sıkıntılara saplanıp kalmayınca, sonucun ne olacağını bildiğinde, ister sağlıkla, ister parayla, ister ilişkilerle ilgili olsun, sorunun çözümünün mutluluğunu hissedebilir. Hisler, bilinçdışı faaliyetlerin mihenk taşıdır. Bu nedenle kişi yeni fikrin sonuçlarını hissetmeli, bunu gelecekte hayata geçecek değil, şu anda hayata geçmekte olan bir şey gibi görmeli ve buna yürekten inanarak hissetmelidir. Bunun için kişi sonu ve bunun yaratacağı özgürlük halini gözünde canlandırmalı, gerekirse entelektüel sorun çözme becerilerini bir kenara bırakmalı, basit, çocuksu, mucizeler yaratan bir inancı korumaya çalışmalıdır. Kişi gözünde var olan rahatsızlıktan ya da sorundan kurtulmuş halini canlandırdığında, peşinde olduğu özgürlük durumunun duygusal hazzını hayal ettiğinde, her türlü bürokrasiyi süreçten çıkarttığında ve en iyi yolu, basit yolu tercih ettiğinde başaracaktır. Çünkü bilinçdışından karşılık almanın en iyi yollarından biri disiplinli ve kararlı bir hayal gücüdür. Bilinçdışı vücudun mimarı ve inşaatçısıdır, bütün hayati fonksiyonları kontrol eder. İnanmak, bir şeyi doğru kabul etmek, o varmış gibi yaşamaktır. Kişi inancını koruduğu sürece, dileklerinin gerçekleşeceğine tanık olmanın keyfini yaşayabilir. Kuşkular ve tereddütler dileğin gerçekleşmesini engelleyebilir. Bu nedenle kişi kendi kendine, "keşke iyileşebilseydim" ya da "umarım işe yarar" dememelidir, yapılacak iş hakkındaki duygu gidişatı belirler. Kişi sağlık fikrini tam bir inançla bilinçdışına devretmeli, sonra rahatlamalı, gevşemeli, kendini onun gücüne bırakmalı ve “bu da geçecek” demelidir. Gevşeme ve inanç yoluyla bilinçdışı yeniden programlanabilir ve inanç hayata geçebilir.
Arzularla hayal gücü çatıştığında, kazanan kaçınılmaz olarak hayal gücü olur. Buna "ters etki yasası" denir. 50 cm'lik bir duvarın üzerinde yürünebilir, kişi kolayca yapabilir. Bir de aynı duvarın yerden 50 metre yukarıda olduğunda kişi üzerinde yürümekte tereddüt edecektir. Çünkü kişinin yüksek duvarda yürüme arzusu hayal gücüyle çatışırdı, duvarın üzerinde yalpalayacağını ve baş aşağı düştüğünü hayal edebilirdi, yürümeyi çok istese bile düşme korkusu ona engel olabilirdi. Kişi hayal gücünün üstesinden gelmek ve bunu bastırmak için çaba sarf ettikçe, düşme fikri daha güçlü hale gelirdi. Başarısızlığın üstesinden gelmek için irade gücünü kullanma düşüncesi de başarısızlık düşüncesini güçlendirebilir. Yani yoğun zihinsel çaba, istenen şeyin tersini yaratarak kişinin kendi yenilgisine neden olabilir. İrade gücünü arttırmak üzerinde yoğunlaşmak güçsüzlük durumunu vurgulamaktadır. Bu kişinin kırmızı şapkalı kadını düşünmemek için elinden gelen her şeyi yapmaya karar vermesi gibidir. Karar, kırmızı şapka düşüncesini zihinde baskın hale getirir ve bilinçdışı baskın fikre her zaman daha fazla tepki verir. Bilinçdışı çelişen iki önermeden daha güçlü olanı kabul eder. Bu durumda kişi kendini şunları düşünürken bulabilir:
—"İyileşmek istiyorum. Neden iyileşemiyorum?"
—"Çok uğraşıyorum, neden sonuç alamıyorum?"
—"Kendimi daha fazla zorlamalıyım."
—"Sahip olduğum bütün irade gücünü kullanmalıyım."
Kişi hatasının nerede olduğunu görmeli ve çok fazla uğraştığını fark etmelidir. Kişi irade gücünü kullanarak bilinçdışına düşüncesini kabul ettiremez, bu tür girişimler onu başarısızlığa mahkum edebilir, bu durumda dilekler ters tepebilir. Çaba sarf edilmeyen, gevşeme ve rahatlama ile hayal edilen bir yol daha iyidir. Herhangi bir düşünce, arzu ya da zihinsel imaj konusunda bilinç ve bilinçdışı uyum içinde ya da anlaşma halinde olmalıdır. Zihnin farklı bölümleri arasında çatışma kalmadığında kişi dileklerinin karşılaştığını görebilir. Hatta kişi bütün çabasını minimuma indiren uyku haline geçerek, arzularıyla hayal gücü arasındaki bütün çatışmalardan kaçınabilir, uyku halindeyken, bilinç büyük ölçüde geri çekilir, bilinçdışına ulaşmak için en uygun zamanlardan biri, uykudan hemen öncesi ve sonrasıdır. Bunun nedeni bilinçdışının en üst düzeyde performansını uykudan hemen önce ve uyandıktan hemen sonra gerçekleştirmesidir. Bu aşamada arzuları etkisiz hale getiren ve bilinçdışı tarafından kabulünü engelleyen olumsuz düşünce ve imgeler kendini göstermemektedir. Kişi yerine gelen arzunun gerçekliğini hayal ettiğinde ve başarının heyecanını hissettiğinde, bilinçdışı arzunuzun hayata geçmesini sağlayabilir.
Mevlana; "önce fikir, sonra iş gelir, ezelden beri âlem’de yaratılışın hükmü böyledir" demiştir. Zihindeki bir fikir ya da düşünceye karşılık olarak ortaya çıkan fiziksel bir hareket ya da davranışa ideomotor tepki denir. Günlük yaşamda her insan bu ideomotor tepkileri gösterir. Kişi limonu düşündüğünde büyük bir olasılıkla ağzında tükürük salgılamaya başlayacak ve hatta kimilerinin yüzü bile buruşacaktır. Kişi çok sevdiği ve uzun süre önce kaybettiği birini hatırladığında gözleri yaşarıyorsa, ideomotor tepki yaşıyor demektir. İdeomotor tepkiler bağışıklık sistemini harekete geçirebilir, kana adrenalin pompalayabilir, nabzı yükseltebilir ya da düşürebilir ve daha yüzlerce iç ve dış bedensel işlevi yapabilir. Zihninize aniden yaratıcı bir fikir getirebilir, uzun zamandır uğraşılan soruna çözüm üretebilir.
Beden beyindeki fikirlere, düşüncelere olduğu gibi bilinçdışı zihnimizdeki görüntülere de tepki verir. Atletlerle yapılan modern araştırmalar, kişinin sahip olduğu zihinsel resmin fiziksel gelişme kadar önemli olduğunu göstermiştir. 1976 da Rus psikologlar çok karmaşık zihinsel eğitim yöntemleri geliştirmiştir. 1980 olimpiyatlarından önce birbirine denk dört grup atlet hazırlanmıştır. Birinci grup geleneksel olarak eğitilmiş yani sadece fiziksel hazırlık yapılmıştır. İkinci grup zamanlarının %25'ini zihinsel prova ve zihinde canlandırma ile geçirmiştir. Üçüncü grup eğitim zamanının %50'ini, dördüncü grup ise %75'ini zihinsel hazırlıkla geçirmiştir. 1980 Olimpiyatlarında, kendilerini %75 zihinsel eğitimle hazırlayanlar en fazla madalya kazanan atletler olmuşlardır. Zihinsel canlandırma, bütün iyi spor koçları tarafından kullanılır. En iyi sporcuların sürekli olarak antrenmanlarını, performanslarını ve sonunda kazandıklarını zihinlerinde defalarca canlandırdıkları artık ispat edilmiş bir gerçektir.
Freud, kişinin ego imajının programlanmasının bebeklikte başladığını, ancak kişinin tüm hayatı boyunca sürdüğünü söyler. Kişinin kendisi hakkındaki düşünceleri tüm değişim ve büyümenin anahtarıdır. Çoğu insan hayatının büyük bir bölümünü kendisi hakkında söylenenlere inanarak, kültürel bir trans içinde yaşamıştır. Bu trans bozulabilir ve kişi isterse bilinçdışını yeniden programlayabilir. Kişi bilinç ve bilinçdışı zihnin karşılıklı etkileşimini anlayarak yaşamını yeniden biçimlendirebilir. Yani kişi hayatında var olan uyumsuzlukları, karışıklıkları, eksiklikleri ve kısıtlanmaları ortadan kaldırmak için önce gerçek nedeni yani bilinçdışını kullanma tarzını düzeltmelidir. Bir başka deyişle zihnimizdeki düşünme ve resimleme tarzını düzeltmelidir.
Bilinçdışı zihin düşüncelere karşı çok duyarlıdır. İnsanlar bilinçli zihinle düşünürler ama düşünce alışkanlıkları bilinçdışında yerleşir ve bilinçdışı düşüncelerin yapısına göre yaratıcılıkta bulunur. Bilinçli zihin mantıklı bulmasa da bilinçdışı zihin verilen mesajı daima işitir. Teoriler, araştırmalar, bilimsel kanıtlar bilinçli zihne hitap ederler. Fakat bilinçdışı zihin, kanıtlarla ne ikna edilebilir ne de kandırılabilir. Bilinçdışı zihin genellikle düşüncelere ve bunların yarattığı görsel canlandırmalara karşılık verir. Neden? Çünkü beklenti veya inanç bir kez oluştuktan sonra kişi bunu zihninde düşünürken zihinsel canlandırmalar yapar ve çoğu zaman bunun farkında bile değildir. Kişinin bilerek veya bilmeyerek yaptığı bu zihinsel canlandırmalar sinir sistemini etkiler. Merkezi sinir sistemi bir faaliyet için derinlerdekizihinsel programlama ile gerçek fiziksel olay arasındaki farkı tanımaz. Ve bir süre sonra bu etki, davranışlarda kendini göstermeye başlar. Bu etki eğer zihinsel canlandırma olumlu ise yararlı, olumsuz ise zararlı olabilir. Zihinsel canlandırma yeteneği başıboş bırakılmayacak kadar önemlidir. Nicola Tesla, elektrik alanında önemli isimlerden biridir. Tesla bobini, icatlarından sadece biridir, aynı zamanda elektrik yayımı kavramı konusundaki fikirleri hala bir devrim kabul edilmektedir. Tesla, ne zaman yeni bir icat ya da bir araştırma konusunda bir fikri olsa, bunu hayalinde oluşturuyor, sonra bilinçdışına iletiyormuş. Bilinçdışı zihninin bunu yeniden yapılandıracağını ve somut hale gelmesi için bilince gerekli bütün unsurları sunacağını biliyormuş. Bir röportajında şöyle demiş: "Geliştirdiğim alet mutlaka tam hayal ettiğim gibi çalışıyor. Yirmi yıldır bunun tek bir istisnası olmadı."
Psikolojide; Pigmalyon etkisi de denilen “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” kavramı vardır. İlk kez 1948 yılında Kolombiya Üniversitesinden Robert K.Metron tarafından yazılan bir makale ile ortaya atılmıştır. Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, içeriğini doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu, olayın sonucunu veya kişinin davranışını etkilemektedir. Başka bir ifade ile, yanlış ya da olumsuz olsa bile herhangi bir beklenti oluştuğunda, kişiler beklentileri ile uyumlu hareket etmeye çalışırlar. Sonuçta, beklentileri gerçek olur.
Dünya şampiyonu golfçu olan Tiger Woods, her turnuvadan önce her deliği zihinsel olarak oynar, her vuruşu canlandırır, hataları sezer ve bu hataları aşmak için farklı yolları zihninde prova edermiş. Eğer hava rüzgârlı veya yağmurlu olursa, çim çok uzun olursa neler yapacağını düşünür, zihninde bütün oyunu oynayıp kupayı alana kadar her delikte oluşabilecek şartları gözden geçirirmiş. Yani neye inanırsa onu gerçekleştirirmiş. Zihinsel canlandırma tekniği şu şekilde uygulanabilir:
—Gün içinde 5–10 dakika oturabileceğiniz bir zaman ayırın
—Rahat bir yere yerleşin ve gevşemek için kendinize izin verin.
—Gündüz düşü görebilecek gibi bir duruma gelene kadar gevşeyin.
—Daha sonra istediğiniz bir şeyi zihninizde canlandırmaya başlayın. Bu yeni bir araba, tatil, bir konuda başarı, sevgi dolu bir ilişki olabilir. Her ne hayal ederseniz ona sahip olmanın, onu kullanmanın, orada olmanın vs. tüm detaylarını her yönüyle yaşayarak canlandırın. Onun olacağını kendinize söylemeyin, olduğunu hayal edin, şimdi oluyor, zaten ona sahipmişsiniz gibi. Kendinize nasıl görünmek istediğinizi, nasıl giyindiğinizi, ne gördüğünüzü, duyduğunuzu, tattığınızı deneyimlemek için izin verin. Orada başka kimin olabileceğini, size ne diyebileceğini vs. hayal edin.
—Ve sonra ne kadar iyi hissettiğinizi hayal edin.
—Kendinizi zevk, mutluluk ve gururla doldurun.
—Bu alıştırmayı günde en az bir kere ya da birkaç kere tekrar edin.
Yapılan bir araştırmada basketbol oynayan öğrenciler 3 guruba ayrılıyorlar. İlk gurup basketbol topunu fileye sokabilmek için 20 gün boyunca fiziksel antrenman yapıyor, ter döküyor. İkinci gurup hiçbir şey yapmıyor, yan gelip yatıyor. Üçüncü gurupsa 20 gün boyunca her gün zihinsel canlandırma tekniği ile zihinsel antrenman yapıyor, yani zihinlerinde hayali olarak topu tutuyorlar, paslaşıyorlar, çok güzel atışlar yapıyorlar, terlediklerini hissediyorlar, inanılmaz güzellikte bir maç çıkararak seyircinin alkış seslerini duyuyorlar, maç bitiminde gelen tebrikleri kabul ediyorlar. 20 günün sonunda her gün antrenman yapan ilk gurubun performansında %24‘lük bir artış oluyor. Yan gelip yatan ikinci gurupta, beklenilebileceği gibi hiçbir değişiklik olmuyor. Zihinsel canlandırma tekniğini uygulayan üçüncü gurubun performansında da %23’lük bir artış oluyor, yani topu ellerine bile değdirmeden hemen hemen ilk gurup kadar başarı sağlıyorlar. Bu araştırma beş duyunun etkili bir şekilde kullanıldığı ve canlı hayallerin kullanıldığı bir senaryonun sürekli tekrarlanmasıyla, bilinçdışının aslında henüz gerçekleşmemiş şeyleri gerçekmiş gibi kabul etmeye başladığının ve kişinin neye inanırsa onu gerçekleştirebileceğinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Ancak olumsuz görüntüler, sesler ve hisler içeren ve korkulan şeylerle alakalı senaryoların tekrarı da çaresizliği, endişe, korku ve kaygıları oluşturabiliyor. Çünkü tekrar eden düşüncelerin kendilerini gerçekleştirme kehaneti vardır. Kişinin odaklandığı şeyler ve yaratıcı fikirler kaynağı yaşamının kalitesini belirler.
Genç bir kadın bana geldiğinde çok çaresizdi, umutsuzdu. Bulimia olarak bilinen, aşırı yemek yemeyi takip eden kusma ve uygunsuz kilo kontrol metotlarının kullanımıyla karakterize psikolojik bir bozuklukla mücadele ediyordu. Kendini kusurlu, defolu ve başarısız hissediyordu. Yediklerini çıkarttıktan sonra utanç ya da iğrenme duygusu geçiyor ve rahatlıyordu. Vücuduyla alakalı tatminsizliği ve beden şekli ve yapısına dair aşırı endişeleri bulimiayı başlatmıştı. En büyük arzusu, bu yeme-kusma zorlantısının bir çözüme kavuşmasıydı. Ancak zihni başarısızlık, kilo alma, mukayese edilme, değersizlik, dışlanma imgeleriyle doluydu. Böylece hastamın hayal gücü arzusuna üstün geliyor ve yeme-kusmaları devam ediyordu. Benim önerim üzerine geleneksel yöntemlerden bağımsız düşündü ve plan yaptı, her sorunun bir cevabı ve çözümü olduğunu bildi. Midesindeki şişliği, bağırsaklarının hareketlerini, soluk alışını ya da vücudundaki herhangi bir organın fonksiyonları ile gereğinden fazla ilgilenmemeyi seçti ve her gece yatmadan önce sorun için en iyi olası sonu hayal etmeye başladı. Elinden geldiğince iyiyi düşünüyordu. Zihnindeki imgenin yüreğinin arzusuyla uyuşması gerektiğini biliyordu. Yavaş yavaş uykuya geçerken, yemesini kontrol edebildiğini, yemeğin midesinde durabildiğini ve bundan rahatsız olmadığını hayal ediyordu. Sevgilisiyle konuşuyordu ve onu koşulsuz sevdiğini duyuyordu. Sevgilisi tekrar tekrar aynı şeyi söylüyordu; "artık tıkınırcasına yemiyorsun, yemeni kontrol edebiliyorsun, bu hastalığını yendin, mükemmel ve son derece uyumlu biz çözüm yolu bulundu”. Uyku halinde, bilinç ve bilinçdışı arasındaki çatışmalardan kaçındı, uyumadan önce, arzusunun gerçekleştiğini tekrar tekrar hayal etti. Huzur içinde uyuyup keyifli uyandı. Gün boyunca, tıkınırcasına yeme düşüncesi aklına geldiğinde, hastam zihninde sevgilisiyle yapacağı görüşmeyi ve sözleri mimikleriyle canlandırıyordu. Sevgilisinin gülümsemesini, davranışlarını, sesinin tonunu, kullandığı belirli sözcükleri hayal ediyordu. Bunu öyle sık ve öyle büyük bir inançla yapıyordu ki, karnını doyuracak kadar yediğinde, daha fazlasını yeme düşüncesi tüm bedenini kaplamadan kendini durdurmayı başardı. Birkaç hafta sonra yeme-kusma davranışları azalmaya başladı. Sonuç olarak yememek için zihinsel zorlama ve kusmak için gösterdiği aşırı çaba, endişe ve korkuyu göstererek dileklerinin karşılığını almasını engelliyordu. Ancak rahat ve gevşemiş bir halde kurduğu güzel hayaller işi çözmesine yardımcı oldu. Hayal gücü en büyük yeteneğiydi, güzel ve iyi olanı hayal etti, kusurlarından arınmayı istedi, hayal ettiği kişi oldu. Çünkü zihin gevşediğinde ve bir fikri kabul ettiğinde, bilinçdışı bu fikri hayata geçirmek için işe koyulur. Herkes kusurlarından arınıp kendini bulmaya çalışır ama sadece olgun olanlar bunu başarabilirler. Kararlı bir biçimde arayışa girmek ve bazen kusurlu olmayı da kabullenebilmek olgunluğun ilk adımıdır. Hastam bu olgunluğu göstermişti. Eski bir hikayede, hizmetçinin birisi efendisinin evine iki kova ile su taşırmış, fakat kovalardan birisi sağlam diğer ise delikmiş. Bir gün delik kova dile gelerek hizmetçiye şunları söylemiş: "Sağdaki kova sağlam ve suları hiç dökülmüyor. Oysa ben delik bir kovayım, eve varıncaya kadar sularımın yarısı boşalıyor ve seni efendine karşı mahcup ediyorum, bundan son derece üzgünüm." Fakat birkaç ay sonra, kuyu ile ev arasında ve delik kovanın bulunduğu tarafta çok muazzam bir yeşillik ve çimenlik meydana gelirken sağlam kovanın tarafı kupkuru kalmış. Bu hikâyede anlatıldığı gibi, her insanın kendine özgü kusurları olabilir, bu doğal ve olağan bir durumdur, insan olmanın bir gereğidir, ancak kişi kusurlarında gücünü bulduğunu bilirse güzelliklere de sebep olabilir.
Sonuç olarak; kişi hayatının değişmesini istiyorsa, çaresiz olduğunuzu düşünmemeli, “çaresiz değilim çare BEN’im” veya “ben de varım” diyebilmeli, zincirlerini kırmalı, her zaman bir çare olabileceğini hatırlamalı ve çareyi başka yerlerde değil, kendi içinde ve yakın çevresinde aramalıdır.
Bağırsak sağlığı, genel sağlığımız üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve mikrobiyom dengesi bu sağlığın önemli…
Aşkın derin cinsel bilgeliği, cinselliğin sadece fiziksel bir eylem olmadığını, duygusal, ruhsal ve enerjisel boyutlarının…
Anti-enflamatuar diyet, vücuttaki kronik enflamasyonu azaltmayı amaçlayan beslenme yaklaşımıdır. Kronik enflamasyon, cinsel işlev bozuklukları, kalp…
“Nutrasötikler”, besin ve ilaç karışımı olan, besleyici ve sağlık yararları sağlayan ürünlerdir. Bu ürünler, yaşlanma…
“Andulasyon terapisi”, “biyomekanik vibrasyon” ve “infraruj (kızılötesi) ışınları” birleştirerek vücudun çeşitli sağlık sorunlarını tedavi etmeyi…
Alkali diyet, vücudun pH dengesini alkalinize etmeyi amaçlayan bir beslenme tarzıdır. Bu diyet, asidik yiyeceklerin…