Giden canların ardından ne “söylesek tesiri yok, sussak gönül razı değil” Fuzuli’nin dediği gibi… TERÖR saldırıları ülkemizin canını yakmaya devam ediyor. Masum insanlar bir kere ölüyor, geride kalan aileleri her gün… Ülke için, vatan için, barış için, huzur için TERÖR değil, HOŞGÖRÜ gerek bize… SAVAŞ değil, BARIŞ gerek bize… Kanla beslenen TERÖR canavarını lanetliyoruz… Şehitlerimize rahmet, ailelerine ve ülkemize başsağlığı ve sabır diliyoruz…
BİLİRDİK ACILARIN BU DENLİ DERİN KELİMELERİNSE KİFAYETSİZ OLDUĞUNU…
Ağlasak sesimizi duyar mısınız gözyaşlarımızda. Dokunabilir misiniz kan ağlayan yüreğimize, kan damlayan gözlerimize? Bilirdik acıların bu denli derin, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, teröre bulanmış güzel yurdum sevgiyi ve hoşgörüyü yitirmeden çok önce. Geçmişin tekrar ettiği şu günlerde, her şeyi söylemek mümkün; öfkeliyiz, acıyı saklıyor kalbimiz, yeterince anlatamıyoruz, yaşıyoruz, hep yastayız, herkes biliyor, çaresizlik yaşıyor. Olumlu bir çözüme sahip olmama duygusu olan ÇARESİZLİK, mevcut koşullar karşısında çözümsüzlük hissidir, çıkış yolu bulamama, aciz kalma, yetkin olamama durumudur, umutsuzluk benzeri bir histir. Umut beklentilerle, kendine güvenle ve gelecekle ilgiliyken, çaresizlik geçmişle, bıkkınlık ve vazgeçmişlikle ilgilidir. Ancak her sorunun bir çaresi olduğu gibi, bir sorunun farklı çareleri ve farklı çarelerin de benzer uygulama alanları vardır.
KÖTÜLER VE YALANCILAR…
Terör eylemlerini söyleyecek mantıklı sözü olmayan, gerçeklerden korkan, kindarlıkla kavrulan, bu yüzden de kendileri adına kan dökmeleri için akıl yoksunu kişileri çatışmaya süren KÖTÜ ve YALANCI insanlar çıkartır. Kimin HAKLI olduğuna değil, kimin GÜÇSÜZ olduğuna karar veren terör eylemleri; çözüm değil, sözün bittiği yerdir, yüreklilik değil, korkaklıktır. Çözümsüzlüğü besleyen bu eylemlerin açtığı en derin yaralar çaresizlik, düşmanlık ve gerçeklikten kopmadır. Bu nedenle birisi adaleti başlatmalı, tıpkı terörü başlattığı gibi…
HIR GÜR NEREYE KADAR?
YAS'ı bitmez güzel yurdumun. Oysa Mevlana ne güzel söylemiş: “Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? BU HIR GÜR, BU SAVAŞ NEREYE DEK? Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikisi de, peki, kutlu ne, kutsuz ne? Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. Başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gök kubbenin altında, ne diye? Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye? Şu beş duyudan, altı yönden varını yoğunu birliğe çek, birliğe. KENDİNE GEL, BENLİKTEN ÇIK, UZAK DUR, İNSANLARA KARIL, İNSANLARA, İNSANLARLA BİR OL. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. Erkek aslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. Ama SEN CANI DA BİR BİL, BEDENİ DE, yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir. Dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsinde anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, sular nasıl bir yol tutar, gider. HELE BİRLİĞE ULAŞ, HIR GÜRÜ, SAVAŞI BIRAK, CAN NASIL KOŞAR, BUNU CANLARA İLETİR…”
SEVGİSİZLİK ACI GETİRİYOR…
Ötekileştirme, ayırma, aşağılama, terör, toplumsal bunalımılar, kardeş kavgaları ve öfkeli tartışma ortamı, iliğimizi kemiğimizi sömüren ve bizi içten içe yiyen zararlı otlardır. Bu otların yeşermesinin sebepleri; SEVGİ EKSİKLİĞİ, KİNDARLIK, CAHİLLİK, hoşgörüsüzlük, akılla öğrenmek yerine acıyla bile öğrenememe beceriksizliği, sorgulamak yerine suçlamak ve başını kuma gömmektir. Gönül bahçemizi istila eden ve tohumları yıllar önce ekilen bu tür zararlı otlardan kurtulmanın en doğru yolu ise; temiz eller hareketiyle adaleti sağlamak, sevgiyi aramak, sevgiyi yaşamak, sevgiyi uygulamaktır. Eğer bunları milletçe yapamıyorsak gerisi eşekliktir…
ACININ YASINI TUTMAK…
Yas, değerli olan bir şeyin kaybedilmesinin ardından şiddetli ruhsal acı, keder ve elem hissederek yaşanan bir süreçtir. Yas sözcüğünün çağrıştırdığı ilk şey ölümdür. Aslında yas en genel anlamda kaybedilen her şeyin ardından yaşanır. Ancak yasın şiddeti ve süresi kaybedilen şeye göre değişir. Bir ilişkinin bitmesi, boşanma, iflas, işten ayrılma, kaza ya da ameliyat sonucunda bir uzvun ya da organın alınması birer kayıptır. Yas kişi için değerli ve önemli olan büyük bir kaybın ardından gelir. Freud’a göre sağlıklı yas sürecinde kişi kaybettiği kişi, durum ya da nesnenin artık var olmadığını kabul eder ve duygusal enerjisini, kaybedilen kişi, durum ya da nesneden çeker. Ancak başlangıçta buna karşı büyük bir direnç gösterir ve yası sonlandırmayı istemez.
YASIN EVRELERİ
Freud’un sözünde olduğu gibi “Yitirilmiş sevgi nesnesinin gölgesi benliğin üzerine düşer”. Bu nedenle yas, kişi için önemli olan bir kayıp nedeniyle yaşanan büyük üzüntüye bağlı olarak bir süre boyunca kesintisiz şekilde verilen duygusal, zihinsel ve fiziksel tepkilerdir. Yas, yaşanan büyük ruhsal karmaşadan sonra yeniden dengeye ulaşması için gerekli olan bir süreçtir. Yas süreci, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olarak 5 evrede yaşanır. Bu evrelerin süreleri, kişinin kaybettiği şeye yüklediği anlama bağlı olsa da er ya da geç gerçekliğe uyum sağlanır ve yas sona erer. Kaybı kabullenmek unutmak demek değildir! Sadece kayıpla birlikte yaşamayı öğrenmek; tekrar hayatla birlikte akabilecek gücü ve cesareti toplayabilmek demektir…
KAYIPLA MÜCADELE YÖNTEMLERİ…
Kızılderililerin dediği gibi; “Gözde gözyaşı olursa, ruhta gökkuşağı açarmış…” Kayıpla baş etmek için; (1) güvendiğiniz, sizi sabırla dinleyebilecek biriyle konuşun, (2) yas tutmak için kendinizi özgür bırakın, (3) kendinizi tüm kusurlarınızla yapabildiğiniz yapamadığınız her şeyle sevin, (4) keşkelerle yasamaktan vazgeçin, (5) düşüncelerinizin serbest kalmasına izin verin,(6) düzenli beslenin, (7) spor yapın, (8) her zaman güçlü gözükmek zorunda değilsiniz, bunu asla unutmayın ve (9) umuda tutunun…
UMUDA TUTUNMAK…
Geçmiş kayıplarla, gelecek umutlarla doludur! En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar. İnsanoğlunun en uzun yolculuğu, beyninizden yüreğinize yaptığı yolculuktur… Sağlıklı yas tutmak ve umuda tutunmak bu yolculuğun en kestirme yollarından biridir. Hamlet'in dediği gibi, “Kendi çölüne yollandığında, kim kurtulabilir kırbaçlanmaktan?” Ama her şeye rağmen "Yaşanan gün nasıl olursa olsun, beklenen gün her zaman daha güzeldir" düşüncesiyle umudumuzu korumalı, güzel günler göreceğimize inanmalı ve dimdik durmalıyız hayatta. Çünkü korku bizi mahkum eder, umudumuz bizi özgür bırakır.