Bir kimseyi tanımak isteyenler “kimdir?” sorusunu sorarlar. Kişinin adı, soyadı, işi, memleketi, dini, tabiiyeti, sosyal statüsü, dünya görüşü, siyasi tercihi kimlik vitrinindeki en belirgin unsurlarıdır. Kimlik, her insanın özel ve özgün vitrinidir. Başkalarına gösterilen kimlik ile insanın içindeki dünya arasında çatışma varsa, orada bir kimlik krizi var demektir.
Kimlik bunalımına sebep olan başlıca hususlar; fıtrata uygun davranmamak, yeterince sosyalleşememek, sarsıcı olaylar ve vajinismus gibi hastalıklardır. İnsanın kimlik krizinden kurtulabilmesi için hayatını değişmez ilkeler ve doğal yasalar üzerine bina etmesi gerekir. Doğal yasaların kaynağı ise, doğanın yasalarının kaynağı ile aynıdır. Bu açıdan bakıldığında vajinismus; insanın doğasına aykırıdır. Çünkü her organımızın bir görevi vardır. Ağzımız yemeye, içmeye ve konuşmaya yarar, gözlerimizi görmeye. Penis ve vajinanın da doğamız gereği neslin devamını sürdürmek ve cinsellikten haz alınmasını sağlamak gibi görevleri vardır. Penis sertleşirken ağrı ve acı yapmıyorsa, vajina da ilk ilişkide ve sonrasında ağrı, acı ve kanama yapmaz. Bu insan doğasına uygun bir davranıştır. Yetersiz önsevişme, acele etme, kasma ve sulanmanın az olduğu bir anda ilişki yaşanması gibi yanlış işler yapılırsa vajinada ilk ilişkide ve sonrasında ağrı, acı ve kanama olur. Bu vajinanın bir hatası değildir.
Kendini iyi tanıyan kişi, kendi gerçekleriyle, beklenti ve amaçları arasında doğru beklentiler kurup, güçlerini, yetenek ve imkânlarını iyi kullanmayı başarabilir. Bulunduğu durumla bulunmak istediği durum arasında doğru ve gerçekçi değerlendirmeler yaparak, erişilmesi imkânsız hayallerin peşinden koşup yeni sürtüşme ve çatışmalara düşmez. Her insanda gizli kalmış, ortaya çıkmamış, gelişmemiş bir takım güçler ve yetenekler vardır. Kendini tanıyan insan bu güçlerini de keşfeder, geliştirir ve değerlendirir. Kısacası insan, özeleştiri yapabilirse, kendini özdenetimden geçirebilirse ve kendini gerçekçi bir şekilde değerlendirebilirse, kendi varlığından kaynaklanan özellikler kazanarak cinsel kimliğini olumlu yönde güçlendirebilir. Korktuğu cinsel ilişkiyi başarabilir. Çünkü başarmaması eşyanın tabiatına aykırıdır. Ancak cinsel beklenti ve amaçların tespitinde ortaya çıkan engellerin aşılabilmesi için gerçekçi yaklaşım gerekir. Bütün tutum ve davranışların taslağı düşüncelere çizilir. İyi ve doğru davranabilmek, her şeyden önce iyi düşünebilmek, insanın kendi kişiliğini ve yaşadığı çevrenin şartlarını gerçekçi biçimde değerlendirmesine bağlıdır. Başka bir deyişle, doğaya uygun, iyi ve doğru düşünen insanın iç dünyası ile dış dünyası arasında gerçekçi, sağlam ve gerekli bağlantılar vardır. Bu tür bağlantı, insan gelişme ve sürtüşmelerden kurtarır. Gerçekçi düşünen insan, engeller karşısında durumu bütün ayrıntılarıyla inceleyip değerlendirebilir. Aşılması mümkün engeller karşısında ise yeni değerlendirmeler yapar. Ya engeli aşmak için yeni yollar bulur ya da kendi gücüyle aşamayacağını anlayıp gerçeği kabul eder. Gerçekçi düşünmenin alışkanlık durumuna gelmesi, kişiyi yersiz kaygı ve kızgınlıklardan kurtarır. Bu tür düşünce alışkanlığı ile insan, geçmiş yaşantılarının deneyim ve birikimlerini değerlendirip geleceğe ilişkin geçerli ve doğru kararlar alabilir. Geçmişte yapılan hatalardan, karşılaşılan engellerden, hayal kırıklıkları ve bunalımlardan yararlanıp gelecek için sağlam dayanaklar bulur. İnsanın iç ve dış dünyasında sürekli olarak iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış zıtlıkları vardır. Gerçekçi düşünen insan bu durumu olduğu gibi kabul eder. Karşıt ve çelişik durumlardan yararlanıp yeni bileşimler yapar; sentezlere ulaşır. Kötülükleri görerek iyiyi, çirkinliklerden kaçarak güzeli, yanılgıları azaltarak doğruyu bulur.
Sevginin derinliği çoğu kez kişinin kendisini eşiyle paylaşma isteğinin derecesi ile ölçülür. Önce iki ayrı kişi, iki ayrı ben vardır. Bu iki ben aralarında paylaşılmış bir alanı oluşturabilirlerse ortaya biz çıkar. İşte içtenlik bu alanda gelişir. Sevgi ve içtenlik pek çok aşamadan sonra oluşur, olgunlaşır. Sevgi duygusu, sevgi eyleminden sonra ortaya çıkar. Sevgi ve içtenlikte başarısızlığa yer yoktur. Sevgi, sahip olmak anlayışını değil, olmak ve paylaşmak anlayışını gerekli kılar.
Epikuros’a göre, mutlu hayatın koşulu, korkunun yenilmesidir; hem Tanrılardan hem ölümden hem de ilk cinsel ilişkiden duyulan korkunun yenilmesi. Korku ve acıdan arınmış bir hayat, zevk dolu bir hayattır, zevk ise ruhsal dinginliktir ve ancak hiçbir arzu kalmadığında ortaya çıkar.
Kişi, ilk cinsel ilişkide acı ve ağrı duymayı, hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri olarak kabul etmemeli ve bunu doğaya uygun bir değişiklik için gerekli bir dürtü olarak görebilmelidir. Bireyin mutsuzluğuna neden olan, başka insanlar değildir. Hissedilen acıdan ve ağrıdan kişinin kendisi sorumludur. Asıl önemli olan, acıyı ve ağrıyı doğaya ve yaratılışa aykırı olarak benimseyip onu geçirmek, zaman içinde gittikçe azaltmak için yapıcı davranışlarda bulunmaktır. Büyük değişimlerin kaynağı, acı çekmede yatar. Kişi, acı veren olayları her zaman aşabileceğine yürekten ve tereddütsüz inanmalı, ona göre hazırlıklı olmalıdır. Çünkü gerçek olan budur. Gerçek basit bir kavram olmayıp, zihinle doğa arasındaki etkileşim demektir. Gerçeğe giden yolda kişinin karşısına çıkan tüm savunma mekanizmaları, kişinin kendi çıkarına hizmet etmeyen yanlılıkları ve bilişsel uyumsuzluğudur. Bu sayede insanlar cinsellikleri, özerklikleri, bilgelikleri ve bütünsellikleri konusunda kendi kendilerini aldatırlar. Toplumsal yapımızın hızla değişim gösterdiği, cinsel kimlik bunalımının yoğunlaştığı, kuşakların hızla değiştiği, sosyal sapmaların arttığı bir dönemde; bu aldatmanın azalması ve kişinin cinsel sağlığına tekrar kavuşabilmesi için kendine inanması ve doğasına uygun davranması şarttır.