İnsanı diğer canlılardan ayıran ve farklı kılan “düşünce”dir. İnsanın yaşamında her şey düşünceyle başlar ve düşünce sonsuzdur. Düşünce tıpkı “doğurgan bir ana” gibidir, “duyguları doğurur”. Bir düşünceden çok sayıda duygu doğabilir. Doğan duygular gelişerek önce duyumlara (kasılma, bulantı, baş ağrısı gibi bedensel tepkilere), sonra da bir sonuç olarak davranışlara dönüşür. “Davranışlar” ise insanın eylemleri, söylemleri ve seçimlerinden oluşur. Düşünce tıpkı bir tohuma benzer, ne ekilirse o biçilir, yani bir gül tohumundan çalı büyümeyeceği ya da tam tersine bir çalı tohumundan gül açmayacağı gibi, olumsuz düşüncelerden olumlu duygular ve davranışlar doğmaz; olumlu düşünceler de mutlaka olumlu duygular ve davranışlar ortaya çıkarır. Hangi düşünce tohumunu ekeceğiniz sizin elinizdedir. Düşüncelerini yönetebilen insan, duygularını ve davranışlarını değiştirebilme gücüne sahip olur.
DÜŞÜNÜYORUM, ÖYLEYSE VARIM
Varoluşun sırrını çözmeye çalışan filozoflardan Descartes, ünlü sözü “Cogito ergo sum” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım” ile varoluşumuzun sırrının düşüncelerimizde gizli olduğunu söyler. İnsan düşünceleriyle var olur ve çoğu zaman duyguları, duyumları ve davranışları düşüncelerinin ürünüdür. “Ey kardeş! Sen ancak bir düşünceden ibaretsin. Ondan başka neyin varsa, kemiktir, ettir. Eğer düşüncen, manevi varlığın gül ise, sen de gül bahçesisin; diken isen küllüğe atılacak odun gibisin” der Mevlana… Düşünceler zihinde, duygular kalpte, duyumlar ise bedende hayat bulur ve davranışları belirler ama “ bilinç” adı verilen tek bir merkezden komuta edilirler. Diğer bir ifadeyle düşüncelerin, duyguların ve davranışların komuta merkezi bilinçtir. Bilinç, geçmiş hatıralar ve yaşanmışlıkların sonucunda şekillenen düşünceler, algılar ve bilgilerinin sonucu olarak insanın kendini anlama, tanıma, bilme yetisi ve kendisine, başkalarına, yaşadıklarına, çevresinde olup bitenlere, yani en genel anlamıyla tüm dünyaya ve hayata ilişkin kendiliğinden oluşan, “akıl”, “mantık”, “yetişkin egosu” olarak da bilinen çok özel bir “farkındalık” durumudur.
DÜŞÜNCENİN KANALLARI
İnsanın düşünce, duygu ve davranış sisteminin işleyişi bir televizyona benzer. Televizyonun ekranı zihindir; duygular ve davranışlar zihinden geçenlerin bir yansımasıdır. Organize olmuş düşünceler televizyonun kanalları gibidir. Bir kişi, bir olay ya da bir durum karşısında ortaya çıkan “iç konuşmalar” veya “otomatik düşünceler” olarak kendiliğinden açılan bu kanallar çocukluk ve ergenlik dönemi yaşantılarıyla oluşur. Bilinç ise kumandayı elinde tutan ve kanal seçimleriyle kaderine yön veren “bilge”dir. Bilge insan bilincini, yani kumandayı kullanarak hangi kanalı, yani hangi düşünceyi seçerse zihin, yani ekran o kanaldaki düşünceye uygun duygu ve davranışları ortaya çıkartır. Bilincinizle zihninizden geçen hangi düşünceye odaklanırsanız, o düşünceye uygun duyguları hisseder ve ona göre davranırsınız. Düşünce insanın üç temel ego durumuna göre oluşur : “çocuk, ebeveyn ve yetişkin ego durumları”. Televizyon örneğine dönecek olursak; bu ego durumları üç ana kanaldır ve kumandayla (bilinç) hangi kanal (düşünce) açılırsa, ekranda (zihin) o kanala ait görüntüler (duygu ve davranış) olur. “ Çocuk ego durumu”, içinden nasıl geliyorsa öyle davranır, bencil ve kıskançtır, fiziksel ihtiyaçları her zaman önceliklidir. “Ebeveyn ego durumu”, tıpkı anne-baba gibi koruyucu, yasaklayıcı, yönlendirici ve eleştiricidir.“Yetişkin ego durumu” ise akılcı, mantıklı, gerçekçi ve sorumluluk sahibidir. Sağlıklı bir insanın, koşullara göre her üç ego durumunu ve bunların içinde gizli olan yüzlerce kanalı da kullanması normaldir.
DÜŞÜNCELERİNİZ SİZİN, HAYATINIZ DÜŞÜNCELERİNİZİN ESERİDİR
“Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür” sözüyle Mahatma Gandhi, düşüncenin insanın kaderine nasıl yön verdiğini anlatır. Düşüncelerinizi siz belirlersiniz, onlar da hayatınızı ve geleceğinizi şekillendirir. Hayatınızı yöneten düşünme biçiminiz sizi başarıya ve mutluluğa ya da başarısızlığa ve mutsuzluğa götürebilir. Çünkü sizi mutlu veya mutsuz eden olaylar değil, olaylar hakkındaki düşüncelerinizdir. Kimi zaman düşünce denizinizin içinde kaybolur, doğru rotayı bir türlü bulmaz, size rehberlik edecek birine ihtiyaç duyarsınız. İşte bu durumda sizin için en doğru rota psikoterapi, en iyi rehber psikoterapist olur. Yani hem kişisel gelişim yolculuğunda hem psikoterapi sürecinde “bilge bilinç”, çocuk egosu, ebeveyn egosu ve yetişkin egosuyla şekillenen iç dünyaya odaklanabilir, zihinden geçen düşünce kanalını değiştirebilir, kalpteki duyguya odaklanabilir, bedendeki duyumları farklılaştırabilir veya bir sonuç olarak ortaya çıkan eylemleri, seçimleri veya söylemleri değiştirebilir.
PSİKODİNAMİK PSİKOTERAPİ
İnsan kendisi ve ötekilerle ilgili iç izlenim ve beklentilerinin çoğunu hayatının ilk yedi senesinde ve ergenlik yaşamında oluşturur. Daha sonra edindiği deneyimlerle bu içsel temsillerin bazıları zayıflar ve değişir, bazıları ise pekişerek güçlenir. İç dünyadaki bu zengin ilişkiler dünyası günlük yaşamda kendini belli eder. Bazen bir nevi yardım çağrısı olarak kişiyi farkında bile olmadan ketler, bazen de devamlı olarak yaşanan korkular, kaygı, isteksizlik, huzursuzluk, öfke gibi sıkıntılara sürükler. Çünkü zihinsel faaliyetlerimizin çoğu bilinçdışıdır. İnsanın kim olduğunu, seçimlerini, söylemlerini ve davranışlarını sadece genleri değil, genetik mirası olan mizacının erken çocukluk dönemindeki deneyimleriyle olan etkileşimi belirler. Bu etkileşimleri ele alan ve "Muhtaç olduğun kudret geçmişinde gizlidir" felsefesini esas alan psikodinamik psikoterapi kişinin bu konuda eğitimli bir terapistle iç dünyasını ve iç dünyanın bir yansıması olan yaşamını, duygularını ve davranışlarını birlikte gözden geçirmesi olarak tanımlanabilir. Psikoterapi sürecinde kişi, psikoterapistin yardımını alan bilge bilinciyle, çocuk egosu, ebeveyn egosu ve yetişkin egosuyla şekillenen iç dünyaya odaklandığında, farkındalığı ve içgörüyü hedefleyen psikodinamik psikoterapi süreci başlar. Bu süreçte danışan ve terapist iş birliği içinde çalışarak, danışanın geçmişinde faydalı değişiklikleri engelleyen unsurları tespit edip, ileriye yönelik olumlu gelişmelere yol açarlar.
BİLİŞSEL YENİDEN YAPILANDIRMA
Zihinden geçen “düşünce kanalı”nı değiştirmek, “Böyle düşünmemin bir kanıtı var mı?” veya “Önümde ne tür seçenekler var?” gibi sorularla düşüncelere meydan okumakla yani olay, durum ya da kişi hakkındaki bakış açısını değiştirmekle yapılır. Buna “bilişsel yeniden yapılandırma” adı verilir. Bilişsel yeniden yapılandırma ile kişinin bir olay, durum ya da kişi ile ilgili düşüncelerini (biliş), gerçekçi ve uyum sağlayıcı düşüncelerle değiştirmesine yardımcı olunarak duygu, duyum ve davranışlarının değiştirilmesi sağlanır. Bu amaçla öncelikle kişinin düşüncelerinin farkına varması önem taşır. Örneğin, bir durum karşısında kaygılanan birinin “Bu durumla ilgili neden kaygılanıyorum?” sorusu yerine “Bu durumla ilgili kaygılanmama yol açan düşüncelerim neler?” sorusunun yanıtını vererek düşüncelerinin farkına varmayı ve onları gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmeyi öğrenmesi gerekir.
DUYGU ODAKLI TERAPİ
Kalpteki duyguya odaklanan bilge bilinç, duyguyu bir çocuk gibi sahiplenebilir, onu iyi veya kötü olarak görmek yerine deneyimlemeyi seçebilir. Buna “duygu odaklı terapi” adı verilir. İlişkilerin şifresi olan duygular çocuklar gibidir, her çocuk gibi sahiplenilmeyi, anlaşılmayı, varlıklarının kabul edilmesini bekler. İnsanın gelişimi ve iyi olmasını sağlayan kalıcı ya da sürekli değişim için duygusal deneyimlerin gerekli olduğunu savunan duygu odaklı terapide de farkındalık önemlidir. Bunun için duyguların kabullenilmesi, ifade edilmesi, düzenlenmesi, derinlemesine düşünülmesi ve dönüştürülmesi gerekir. Böylece kişinin duygusal süreçlerinin farkına varmasına yardım edilerek duygularını irdelemesi, anlamlandırması, yönetmesi ve böylece iyi duyguların önünü açacak şekilde dönüştürmesi sağlanır.
BEDEN TERAPİSİ
Şehir hayatının yoğun koşuşturmacaları ve stresli iş hayatının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan sorunlar, yanlış beslenme alışkanlıklarımızdan ve hareketsizlikten doğan problemler zamanla birikip yoğunlaşır ve çeşitli bedensel ve ruhsal rahatsızlıklar olarak kendilerini gösterir. Zamanında müdahale edilmezse bu bedensel sorunlar giderek kronikleşerek ciddi bedensel sıkıntıları ortaya çıkartır, ruhsal sorunlar ise derinleşip süreklileşerek depresyon, panik atak gibi rahatsızlıklara yol açar. Bu durumda bilge bilinç, “beden terapisi” de yapabilir, yani nefes ve gevşeme egzersizleriyle, çeşitli hareketlerle ve meditatif dansla bedendeki duyumları farklılaştırabilir. Kas ve nefes sistemi insanda otomatik olarak çalışır ama istendiğinde bilinçli kontrole tabi olur ve birçok ruhsal sorunun tedavisinde kullanılır. Yani sağlıklı işleyen ve gerektiğinde kontrol edilebilen bir bedenle, bilinçli egzersiz ve nefes çalışmalarıyla, hem bedensel hem de ruhsal rahatsızlıklara karşı bir zırh kuşanmak mümkündür. Kontrol, güven, cesaret, özgüven, huzur ve neşe gibi saf duyguları tekrar bir araya getirmeyi amaçlayan nefes ve gevşeme egzersizleri ve meditatif dans ile kişi vücudunu korumayı öğrenir, duruşunu düzeltir, kaslarını bilinçli bir şekilde kasıp güçlendirir ve denge merkezlerinin bilincine varır ve böylece birçok rahatsızlığın oluşumunu kökten engeller ve var olan rahatsızlıklarını gerileterek iyileşmesini sağlar.
HAYATIN SORUMLULUĞUNU ALMAK…
Hayatın sorumluluğunu alabilmek için sırayla insanın kendine, sevdiklerine ve hayata dair gerekleri bilmesi (bilmek), bu gerçekleri ilişkilerinde ve hayatın içinde görmesi (bulmak) ve bu gerçeklere göre hayatını kendi istekleri doğrultusunda yeniden düzenlemesi, kendini, sevdiklerini ve hayatı koşulsuzca ve olduğu gibi kabullenmesi (olmak)gerekir. İnsan kendisine baktıkça çevresini, çevresine baktıkça da kendisini daha iyi tanımaya başlar ama önce kendine bakmak koşuluyla… Psikoterapinin işlevlerinden biri de budur; insanın kendini bilmesine yardımcı olmak… Yunus Emre, kendini ve insanı iyice bildiği için bu güne de ışık tutacak uyarısını şöyle yapmıştı. "İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilme isen, ya nice okumaktır!" Bu nedenle insanın yeni ve farklı sonuçlara varmasını ve bu sonuçları ifade etmek için yeni tanımlar yapmasını ve yeni bilgiyle hayatına yön vermesini amaçlayanpsikoterapi, felsefe gibi bir nevi "bilgelik sevgisi" ya da "hikmet arayışı"dır, "düşünce sanatı"dır. Bilge bilinç, düşüncelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan eylemleri, seçimleri veya söylemleri değiştirebilir. Bu insanın karakterinin değişeceği anlamına gelmez ama karakteriyle neyi seçtiğini, neyi nasıl yaptığı ve neyi nasıl söylediği değişebilir. Çünkü insanın ne olacağı büyük ölçüde kendi elindedir, insan hiçbir zaman yaşadığı koşulların kurbanı değildir. Yani insan hiçbir zaman içinde bulunduğu koşulların edilgen bir kurbanı değil, her koşuldan olumlu, pozitif yaklaşımlar çıkarabilen, yaşamın kendi mimarıdır, seçimleriyle kaderini belirleyebilir. İnsan yaşamı üzerine düşünmeye yönlendiğinde, değişik alternatiflerin farkına varıp, bunlar arasından en doğrusunu seçerek uygulamaya cesaretlenebilir. Bunun için ilk hedef kişinin sorumluluklarını kabul ederek, ruhsal çatışmalardaki kendi rolünü fark etmesi ve bu durumu değiştirecek gücün kendinde olduğunu benimsemesidir. Nietzsche’nin"Neden yaşadığını bilen kişi her durumda hemen her şeye katlanabilir" ve "Öldürmeyen her şey beni daha güçlü kılar" deyişleri sorumluluk alma yaklaşımına ışık tutar.
SAVAŞMA SEVİŞ…
İnsan algılarının var olan en üst seviyesi olan "sevişmek"; sevginin paylaşılmasıdır, aşk yapmaktır, karşı karşıya değil, yan yana durabilmektir, "bir olmak" sanatıdır, iki ayrı vücudun ve ruhun bir olmasıdır. Sonuç olarak insan, "savaşma seviş" sloganıyla hareket ederse yani hem kendiyle hem sevdikleriyle hem hayatla hem de seçimleriyle savaşmak yerine sevişirse, hayatı ve sunduklarını olduğu gibi koşulsuzca kabul edebilirse, mutlu olmanın bir yolunu bulabilir.