Yardım veya koruma anlamına gelen “destek”, bir şeyin yıkılmaması için kullanılan maddi, manevi dayanaktır. “Duygu”, belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenimdir, kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketliliktir. Stres oluşumuna karşı önemli bir koruyucu görevi yapan “duygusal destek” ise, maddi, manevi, iletişimsel veya duygusal olarak birinin yanında olmak, ona ilgi ve empati göstermek, onu korumak demektir. Bir kadınla bir erkeğin yakın ilişki kurmasının ve bu ilişkiyi devam ettirmesinin nedeni, yalnızca yaşam, güvenlik ve cinsellik ihtiyaçlarının karşılanması değil, aynı zamanda daha üst düzeydeki psikolojik ve duygusal ihtiyaçların karşılanmasıdır. Örneğin, maddi açıdan zor bir dönem geçiren ve borç ödemeye çalışan bir çift, yan yana durup maddi sorunları aralarına değil, karşılarına alarak birbirleriyle iyi geçinebilir. Çünkü sorun karşılarındadır ve bu sorunla çift olarak birlikte mücadele etmektedirler. Ancak borçları bitip daha fazla rahat ve huzura kavuşup başka ihtiyaçlarının farkına vardıklarında artan bir tatminsizlik ve hoşnutsuzluk duygusu hissedebilirler. Borçlarla olan mücadele bittiği için duygusal ihtiyaçlarını fark etmeye başlarlar ve bunları birbirlerine vermediklerinde tartışırlar. Bu sık görülen bir evlilik ve ilişki dinamiğidir.
ESRA VE OSMAN ÇİFTİ…
Evlilik ilişkisi, fiziksel ve maddi ihtiyaçlara dayalı olmaktan çıkıp duygusal yöne doğru ilerlemeye başlayınca, yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Esra ve Osman adını verdiğim çift, 3 yıllık evliydi. Evlenirken ailelerinden maddi destek göremedikleri için borçla evlenmişlerdi. Borçları üçüncü yılın sonuna doğru bitmişti. Borç içinde oldukları dönemi zor ama eğlenceli, yorucu ama sevgi dolu bir dönem olarak anımsıyorlardı. Yaşadıkları bu borçlu dönemde aralarındaki ilişkide hiçbir sorun yok gibiydi. Adeta Kurtuluş Savaşı’nın “Kuvayı Milliye” ruhu gibi, bir gün her şeyin daha iyiye gideceğine dair güçlü bir inançla, omuz omuza zor hayat koşullarıyla mücadele etmişler, var olan diğer sorunların ve ihtiyaçların üzerini örtmüşlerdi. Ancak 3 yıl sonra maddi sorunları ortadan kalkınca, birbirlerinin kusurlarını görmeye ve diğer duygusal ihtiyaçlarını fark etmeye başladılar. Esra’ya göre, Osman onu dinlemeyen, ona seks dışında dokunmayan, ilgi göstermeyen ve onunla vakit geçirmeyen bir adama dönüşmüştü. Osman’a göre ise Esra, onu yeterince takdir etmiyor, yalnız kalmasına izin vermiyor ve ona yeterince hizmet etmiyordu. Birbirlerine karşı ilgilerini ve heyecanlarını yitirmiş görünüyorlardı. Her kadın gibi Esra da duygusal ihtiyaçları konusunda duyarlıydı ve ilişkilerinin doyurucu olmadığını öncelikle o fark etmişti. Osman da eşinin mutsuzluğuna yanıt olarak bir boşluk duygusuna kapılmıştı. Zorlukları başarıyla geride bıraktıkları için Osman, eşinin mutsuzluğuna daha az hoşgörüyle bakıyordu, çünkü buna yol açan maddi nedenler artık yoktu. Osman’ın yürüttüğü mantığa göre, maddi açıdan durumları düzeldiği için eşi artık daha mutlu olmalıydı. Ne var ki Osman, Esra’nın maddi açıdan güvenceye kavuştuktan sonra ortaya çıkan duygusal ihtiyaçlarına sürekli dikkat etmesi ve destek vermesi gerektiğinin farkında değildi. Çünkü maddi olarak rahatlayınca, görevini başarıyla tamamladığına inanıyor ve Esra’nın ihtiyaç duyduğu desteği veremiyordu. Tüm bunlar sonucunda aralarındaki ilişkiyi sorgulamak yerine birbirlerini suçlamaya başladılar ve böylece ilişkilerinde her geçen gün biraz daha şiddetlenen çatışmadan kaçınmaları olanaksız oldu. Tam bu dönemde Esra işyerinde birlikte çalıştığı iş arkadaşından, Osman’dan alamadığı duygusal desteği alınca, ona aşık olduğunu düşünmeye başladı ve bir iş seyahatinde onunla birlikte oldu. Suçluluk ve günahkarlık duygularıyla kıvranan Esra, bu ilişkiyi Osman’a itiraf etti ve boşanmak istediğini söyledi. Çift uzun ve yorucu tartışmalardan sonra bir yakınlarının tavsiyesi ile “keşkesi en az olan, en doğru kararı almak ve ilişkilerini gözden geçirmek” amacıyla evlilik terapisi almak için bana başvurdu.
DUYGUSAL YOKSUNLUK…
İlgi, empati ve korunma gibi temel duygusal ihtiyaçlarının hayatlarındaki önemli kişiler tarafından giderilemeyeceğine dair içsel bir inanç taşıyan ve bu nedenle “duygusal yoksunluk” çeken kişiler, terapiye çoğunlukla “yalnızlık, acı ve üzüntü” duygularıyla gelirler. Ancak çoğunlukla bu duyguların nedenine dair net bir fikir taşımazlar, hatta çevrelerindeki kişiler duygusal ihtiyaçlarına cevap verme çabası içinde olsalar bile bu durumu sahtelik ya da gerçek dışılık olarak algılarlar. Kendilerine bakacak, önem gösterecek, dokunma ya da kucaklama gibi fiziksel ilgi gösterecek kimsenin olmadığını düşünerek ilgi yoksunluğu hissederler. Kim olduklarını ve nasıl hissettiklerini anlamaya çabalayacak ya da onları gerçekten dinleyecek kimsenin olmadığını düşünerek empati yoksunluğu duyarlar. Kendilerine yol gösterecek ve koruyacak kimsenin olmadığını düşünerek korunma yoksunluğu içine girerler. Duygusal yoksunluk, genelde başkaları için aşırı derecede fedakârlıkta bulunma ile bağlantılıdır. Bu durumda kişinin önceliği karşındakinin ihtiyaçları ve beklentileri olur. Kullanılmışlık duygusu hissettirebilecek ve kendi ihtiyaçlarını unutturacak bir tutumla, kendini onun ihtiyaçlarını gidermekten sorumlu hisseder. Dolayısıyla fedakârlık zamanla kişiye yoksunluk duygusu yaşatır.
AFFETMEK İÇİN BİR NEDEN BULMAK…
Çocukluğunda duygusal destek almış olan, sevgi dolu ve destekleyici bir ilişkinin içinde var olan kişi bunu karşısındakine sunabilir. Diğer bir ifadeyle “içimize ne ekilirse onu biçeriz”. Esra bir sabah uyandığında eşi evde yoktu. Kendini yapayalnız ve bomboş hissetti. Yaşamını ve Osman’la ilişkisini sorguladı ve kendini “tümüyle mutsuz” hissetti. Bir anda zihnini dolduran Osman’ın onu “gerçekten” sevmediği düşüncesi içini acıttı. Terapi sürecinde Osman, Esra’ya önemli ve sevilen biri olduğunu hissettirmek için elinden geleni yaptı ama aldattığı için kendini suçlu hisseden Esra şöyle diyordu: “Şu an kendimi kirlenmiş ve pis hissediyorum. Suçluyum. Sevilmediğimi ve değersiz olduğumu hissediyorum, elimde değil. Osman elinden geleni yapıyor ama bende bir sorun var. Cem Bey sizinle yaptığım görüşmelerde bazı şeyleri fark ettim. Sanki hiç kimse beni sevmiyor. Sanki şimdiye dek kimse beni gerçekten hiç sevmedi. Belki bir tek babam beni sevmişti ama o da ölerek beni terk etti. Sanırım bu olaydan sonra sevilmediğimi düşünmeye başladım. Belki de sevilmekten korkuyorum. Belki de bir gerçekten biri tarafından sevildiğimi hissedersem onun da babam gibi beni terk edeceğini düşünüyorum. Belki de dediğiniz gibi aldatmamın ardında yatan esas neden kaybetme korkumu kendi kontrolümün altına almak ve duygusal ihtiyaçlarımın karşılanmamasının verdiği güçlü kırgınlık…” Esra duygularıyla ilk kez bağlantıya geçti ve içindeki derin acıyı Osman’la paylaştı. Osman da içindeki öfkeyi bir kenara bırakıp Esra ile empati yapabildi, onu anlayış ve merhametle dinledi. En önemlisi de onu affetmek için bir neden bulabildi. Osman, gözlerinden süzülen sevgi dolu yaşlarla eğilip Esra’nın elini tuttu ve şöyle dedi: “Seni koşulsuzca ve olduğun gibi kabul ediyorum ve seviyorum. Sana olan sevgime güvenebilirsin. Seni terk etmeye beni zorlayarak bu sevgiyi test etmene gerek yok. Artık kendin olabilirsin. Senin yumuşak, sıcak, terk edilmekten korkan ve kırılgan yanını da seviyorum” dedi. Esra, eşinin sevgisini ilk kez bu kadar derinden ve tüm benliğiyle hissetti.
OLGUN SEVGİ…
İnsan sevginin sadece bir duygu olduğunu sanır, oysa sevgi duygudan çok bir seçim, bir söylem, bir davranışlar yumağıdır, bağlayıcı, birleştirici, paylaştırıcı ve bir araya toplayıcı bir var olma biçimidir. “Farklı olabiliriz ama yine benzer sayılırız. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Bu zenginlikte sende kendimi, kendimde seni görüyorum” demektir. “Olgun sevgi”, ise eşlerin birbirine dikkat, kabul, takdir, saygı, hizmet ve merhamet sunması, ilgi ve anlayış göstermesi, güven vermesi, kendisi olmakta özgürlük tanıması üzerinde yükselir. Gerçek sevgiye dayalı ve duygusal açıdan destek veren bir ilişki yaratmak için temel duygusal ihtiyaçlarınkarşılanması gerekir. Bu ihtiyaçlar karşılandığında olgun sevgi ve diğer olumlu duygular kendiliğinden ortaya çıkar, çift tatmin olur, barış ve huzur içinde yaşar. Her insanın içinde hem eril hem de dişi taraf vardır. Erkeklerde eril taraf kadınlarda ise dişi taraf ön plandadır. Sevgi, saygı ve merhamet hem eril taraf hem de dişi taraf için eşit ölçüde önemlidir. Yani içimizdeki eril taraf genellikle takdir edilmek, güven duyulmak, hizmet görmek, özgürlük olmak, kabul edilmek ve değer görmek isterken, dişi taraf ilgilenilmek, dikkat edilmek ve anlaşılmak ister. Ancak bu gerçekler bilinmediğinde herkes kendince diğer tarafa yaklaşacağı için yakın ilişkilerde sorunlar ortaya çıkar. Örneğin, bir erkek eşini o kadar özgür bırakır ve ona o kadar çok güvenir ki, kadın eşinin kendisine ilgi duymadığını, kendisini kıskanmadığını ve sahiplenmediğini düşünerek sevilmediğini hisseder. Aynı şekilde bir kadın çoğu zaman eşine öylesine anlayış gösterir ve onun için endişe duyarak ilgilenir ki, erkek bu ilgiyi boğucu ve can sıkıcı olarak deneyimler ve eşinin kendisine güvenmediğini hisseder. Yani kadın erkekten dişi tepkiler, erkek de kadından eril tepkiler bekler ve hatalı bir varsayımla eşinin de mutlu olup aynı davranışı kendisine göstereceğine inanır. Bunun nedeni, kadın ve erkek için temel duygusal ihtiyaçların farklı olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesidir. Bu yüzden de eşlerine çok şey verdikleri halde bunun karşılığını göremediklerinden şikâyet eden çiftlerin sayısı artmaya devam ediyor. Çünkü çiftler genellikle kendilerince fedakârlık yapıp bir şeyler verirler ama verdikleri aslında eşlerinin istediği değildir, kendi beklentileridir. Bu nedenle evlilikte mutlu olmak için kendi ihtiyaçlarımızın yerine eşimizin neye ihtiyaç duyduğunu fark edip karşılığını vermeyi öğrenmemiz gerekir. Evlilikte mutluluğa giden yol, eşin mutluluğundan geçer. Ayrıca eşi mutlu etmenin ve onun temel ihtiyaçlarını gidermenin başarısı, onun da bizi desteklemesine ve takdir etmesine bağlıdır.