Evli, Çocuklu ve Mutlu Olmanın Sırları

Ülkemizde yeni evlenen çiftler genellikle ilk gece korkusu yaşarlar. İlk gece korkusunun iki temel nedeni vardır: Bunlardan birincisi cinsel eğitimsizlik ve cinselliğin tabu olarak görülmesi, ikincisi ise gerdek gecesi de denilen ilk geceyle ilgili toplumdaki abartılı ve yanlış inanışlardır.

Çocukluktan itibaren cinselliği yasaklanan ve ayıplanan bir tabu olarak gören, kendi cinsel organları ve seksle ilgili bilgileri kulaktan dolma bilgilerle yanlış ve yetersiz bir şekilde öğrenen gençlere bir de gerdek gecesiyle ilgili beklentilerin baskısı yüklenince ilk gece korkusu bir kabusa dönüşür. Çünkü aslında çifte özel olan bu gece her iki tarafın ailelerinin de dahil olduğu bir tören dönüştürülür. Bir de tüm bunlara gelinin kızlık zarı, damadın performansı ile ilgili kaygılar da eklenince iş iyice içinden çıkılmaz olur ve ailelerin gerdek gecesinin beklendiği gibi geçtiğine dair kanıt bekliyor olması da tuz biber olur. Hem gençlerin cinsel eğitimlerinin olmaması hem de çevreleri tarafından verilen aşırı önem nedeniyle, gerdek gecesi gelin ve damatta büyük bir korku yaratır.  Kadın bir yandan kızlık zarında hiç kanama olmayacağı ya da çok olacağı kaygısını duyar ve cinsel birleşme sırasında acı çekmekten korkar. Erkek ise başaramama, sertleşme olmaması, daha vajinaya girmeden erken boşalma yaşama ya da eşi tatmin etmede yetersiz kalma gibi korkular yaşar. İlk gece bu korkular yüzünden yaşanacak cinsel sorunlar sonraki günlerde de sürebilir ve kadında vajinismus, cinsel isteksizlik, orgazm olamama, erkekte ise sertleşme, erken boşalma gibi cinsel işlev bozukluklarına yol açabilir.

EVLİLİK ÖNCESİ CİNSEL EĞİTİM ŞART…

Ülkemizde pek çok çiftin hayatını olumsuz etkileyen ilk gece korkusu ve yol açtığı sorunların üstesinden gelinebilmesi için asıl gerekli olan evlilik öncesi cinsel eğitimdir. Ayrıca ilk gece korkusu yaşayan çiftlere şu önerilerde bulunabilirim: Önce konuşup birbirlerini rahatlatmaları ve endişelerini paylaşmaları gerekir. Sorunsuz bir ilk gece için erkek, kadını rahatlatmak amacıyla elinden geleni yapmalı ve sabırlı olmalıdır. Çift uzun bir ön sevişmenin ardından hazır olduklarında, yani vajina ıslandığında, klitoris kabardığında ve cinsel heyecan arttığında cinsel birleşmeye geçmelidir. Cinsellik sevgi dolu bir paylaşımdır, bir sınav ya da yarışma değildir. Cinsellikte başarısız olmak diye bir kavram yoktur, önemli olan birlikte geçirilen zamandan olabildiğince haz alabilmektir. Çünkü seks yapmak; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza ve hissetmeye odaklanarak, herhangi bir “performans hedefi koymadan”, zamandan kopma, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni bir “armağan gibi” paylaşabilme, kimseyi tatmin etme zorlantısı olmadan,ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Bu sanat sevgiyle, şefkatle, saygıyla, aşk oyunlarıyla süslenip, zenginleştirilerek sağlıklı, mutlu ve doyurucu bir cinsel yaşam sağlanabilir. Çiftin ilk geceyle ilgili korkularına ve o gece cinsel ilişkiye girme mecburiyetinin yarattığı baskıya düğünden sonraki yorgunlukları da eklenince ilk gece çok daha korkunç bir hal alabilir. Oysa çiftin ilk gece tüm bu olumsuz koşullar altında cinsel birleşme yaşamaları gibi bir mecburiyetleri yoktur ve neyi, ne zaman yaşayacaklarına birlikte karar verebilirler. Örneğin; ilk gece sadece seviştikten sonra sarılıp uyuyabilirler ve ertesi gün her şey daha kolay ve keyifli olabilir.

CİCİM AYLARININ DAYANILMAZ AĞIRLIĞI…

Evlilik, birlikte mutlu olacağınızı düşündüğünüz biriyle yeni bir yaşama adım atmaktır. Romantik ve heyecan verici flört ya da nişanlılık döneminde evliliğe hazırlanan çift, iki gönül bir olunca samanlığın seyran olacağını düşünür ve evliliklerinde aşamayacakları hiçbir sorun olmayacağına inanarak yola çıkarlar. Evlenmeden önceki flört ya da nişanlılık döneminde ve evliliğin cicim ayları denen ilk zamanları tıpkı bir maskeli balo gibidir. Balodayken en güzel kıyafetler içinde yüzlerde maskelerle keyifli ortama uygun davranışlar sergilenir ama eve dönüp maskeler ve kostümler çıkarıldıktan sonra işler değişir. Artık o balodaki şık, kibar beyefendi ve zarif, çekici hanımefendi gider; yerine en doğal ve rahat hâliyle davranan, kızan, sinirlenen, burnunu karıştıran, tüküren, ortalığı dağıtan, küsen, kırılan, dır dır eden ve bunun gibi tüm insan hâllerini sergileyen iki kişi gelir. Zaman içinde çift birbirlerini tüm yönleriyle görmeye, kişiliklerini tüm ayrıntılarıyla öğrenmeye başlar. En doğal hâllerini ve farklı koşullardaki duygu ve davranışlarını gördüklerinde birbirlerinin değiştiğini ve cicim aylarının bittiğini düşünürler. Aslında biten bir şey yoktur, partnerlerde bir değişiklik olmamıştır, sadece birbirlerini her koşul ve durum altındaki tavır, davranış ve tepkileriyle tanımaya başlamışlardır. Üstelik insan sürekli bir değişim içindedir, kimse bir önceki günküyle aynı kişi olarak uyanmaz ertesi güne… Yaşadığımız her gün, bize bir şeyler katar ya da bir şeyler götürür bizden. Tıpkı fiziksel yapımızdaki değişiklikler gibi, ruhsal ve zihinsel yapımızdaki değişiklikler de doğumdan ölüme kadar devam eder. Her gün yaşadığımız bu değişimi fark edemeyiz ama birikimi yıllar içinde kendini açık bir şekilde gösterir. Duygularımız, düşüncelerimiz, zevklerimiz değişir, sevindiğimiz, hüzünlendiğimiz şeyler farklılaşır. Artık bir yıl önceki ya da beş yıl önceki gibi hissetmeyiz kendimizi… Evlilikler de bu değişimden kaçınılmaz bir şekilde etkilenir; bir de buna yaşam koşulları ve sorumluluklardaki değişiklikler eklenince, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bu nedenle cicim aylarında olduğu gibi çiftlerin birbirlerinin farklıklarına değer ve önem vererek ve yaşamın getirdiği değişimlerin bilincinde olarak, duygu ve düşüncelerini yeni koşullara göre güncellemesi gerekir. Mutlu evlilik bir şans değildir; çaba, emek, sabır, özveri, uzlaşma, anlaşma ve önemsemenin bir ürünüdür. Mutlu evliliğin iksiri; gemişte mutlu olunan hatıraları güncellemeden, sevgi, saygı, hoşgörü, güven, verilmesi gereken ödünler ve yapması gereken fedakârlıkların karışımından oluşur.

EVLİ ÇİFTLERİN EN ÖNEMLİ CİNSEL PROBLEMİ NEDİR?

Günümüzde evlilikleri ve yaşamları çekilmez hale getiren en önemli cinsel sorun cinselliğin yaşanmamasıdır. Elbette evliliklerde kadın ya da erkeğin cinsel işlev bozukluklarından kaynaklı sorunları da olabilir ama bunların çözümü çok daha kolaydır. Ancak cinselliğin olmadığı evliliklerde durum çok daha vahimdir. Maalesef toplumumuzda bu tür evlilikler sanıldığından çok daha fazladır. Evliliklerde cinsel isteğin ve cinselliği yaşama arzusunun azalması ya da yok olması cinsel işlev bozuklukları, psikolojik sorunlar, kontrol edilemeyen öfke, cinsel mitler, cinsel eğitim eksikliği, bağlanma ve yakınlık korkusu, ten uyuşmazlığı gibi fiziksel, psikolojik ya da ilişki kaynaklı birçok nedene bağlı olabilir. Ama asıl önemli sorun, çiftin evliliklerinde cinselliğin olmamasını çözülmesi gereken bir sorun olarak görmedikleri ya da bu sorunla yüzleşmek istemedikleri için çözüm yollarını aramamalarıdır. Evlilikte cinselliğin yok olması genellikle partnerlerden birinin yukarıda belirttiğim nedenlerden kaynaklı olarak eşiyle cinsel ilişki kurmak istememesiyle başlar. Eş bu durumu başlangıçta geçici bir durum olduğunu düşünerek kabullenir ama bir süre sonra cinselliği talep etmeye başlar. Ancak eşinden yine karşılık alamayınca bu kez arzu edilmediğini ve sevilmediğini düşünerek o da cinselliği istemez hale gelir. Sonra da birbirlerine karşı hiçbir konuda toleransları kalmamaya başlar ve evlilik içindeki sorunlar giderek kronikleşir. Genellikle bu tür evlilikler şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmayla sonuçlanır.

TEN UYUMU VE TEN UYUMSUZLUĞU…

Dokunmayı karşı koyulamaz hale getiren hormonsal, bilinçdışı süreçler gibi psikolojik ve tarafların birbirlerinin cinsel anlayışına hitap eden öğelere sahip olması durumu gibi sosyal çerçevelerde iki kişi arasında meydana gelen olumlu ve çekici etkileşimlere “ten uyumu” denir. Yıllardır tanıyormuş hissi veren ve bir elmanın yarısı gibi tamamlanmanın hazzını veren ten uyumunun önemli unsurları; tenin rengi, kokusu, tadı, dokusu ve verdiği histir. Hormonlarla ilişkili olan ten uyumunu; duygularımız, düşüncelerimiz, alışkanlıklarımız, yetişme tarzımız ve daha birçok şey etkileyebilir. Her insanın teni parmak izi gibi farklıdır. Ten uyumunun temelinde feromonlar vardır. Tüm canlılar, kendi türlerindeki diğer canlılarla etkileşimlerini bir çeşit hormon benzeri bir yapı olan feromonlar ile sağlarlar. Feromonların insanlardaki etkileri bilinçdışı mekanizmasıyla olur. Yoğun ve baskın olan feromonlar başkalarıyla etkileşimde olduğumuz ortamlarda salgılanarak karşı tarafa bizimle ilgili bilinçdışı mesajlar verir. Feromon cinsel dürtüleri etkileyen bir tür hormon olarak da bilinir. Feromonlar, diğer duyu organlarının algıları ile birlikte iyi ile kötüyü, istenenle istenmeyeni, hoşlanma ile hoşlanmamayı kişinin ayırt etmesine yardımcı olur. Çünkü feromonlar mantığı atlayarak beynin duyu merkezini etkileyebilir. Kişi toplum içinde yaşadığı için duygu ve davranışlarını kontrol etmeye çalışır. Ancak feromonların etkileri böyle bir kontrolün her zaman mümkün olmamasının nedenidir. Örneğin ilk görüşte aşk feromonların müthiş bir uyumunun sonucudur. “Ten uyumsuzluğu” ise eşlerin birbirlerine dokunmaktan rahatsız olması, cinsel arzu duymaması ve haz almamasıdır ve eşler bunu birbirleriyle ilk temaslarında mıknatısın aynı olan kutuplarının birbirini itmesi gibi bir his yaşayarak anlarlar. Ten uyumsuzluğunun en önemli göstergesi eşe karşı cinsel istek duyulmamasıdır. Bu yüzden de ten uyumsuzluğu yaşayan çiftler, doyumlu bir cinsellik yaşayamazlar ve zamanla birbirlerinden uzaklaşırlar. Kimi zaman ten uyumsuzluğu cinsel uyumsuzluktan kaynaklanabilir, yani birbirini tanımayan, birbirine alışmamış olan yeni evliler aşırı heyecanları ve acemilikleri nedeniyle birbirlerine cinsel uyum gösteremeyebilirler. Ancak birbirlerini seven çiftler zaman içinde ve karşılıklı anlayışla bu sorunun üstesinden gelebilirler. Bu nedenle sonuç olarak ten uyumu bir “armağan”dır, ten uyumsuzluğu ise çözümlenmesi gereken “psikolojik bir sorun”dur.

CİNSEL İSTEKSİZLİĞİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI…

Cinsel istek insanda doğuştan vardır. Cinsellik nehri insanın içinde akar. Cinsel isteksizlik durumunda bu nehrin üzerine baraj inşa edilir ve nehir akamaz olur. Baraj, cinsel isteksizliğe neden olan her şeydir. Sorunun çözülmesi için bu barajı yıkmak gerekir yani nedenlere odaklanıp onları ortadan kaldırmak gerekir. Nehrin daha yüksek bir debide akması ve barajı yıkabilmesi için yağmur yağması gerekir. Yağmur ruhu ve bedeni kışkırtmak demektir. Cinsel isteksizlik, yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması veya hiç olmaması, cinsel arzu duyulmamasıdır. Cinsel isteğin yeterli olmasını sağlayan faktörler, biyolojik dürtü, yeterli benlik saygısı, cinsellikle ilgili olumlu geçmiş deneyimler, partnerle cinsellik dışı alanlarda da iyi bir ilişkinin olmasıdır. Bu faktörlerden birinde ya da daha fazlasında sorun olması cinsel isteğin azalmasına neden olabilir. Bazen de cinsel isteksizlik başka bir cinsel işlev bozukluğunun sonucu olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteksizlik evlilikteki en önemli sorunlardan biridir ve bir hastalık değil, çoğu zaman tedavi edilebilen bir cinsel işlev bozukluğudur. Cinsel isteksizlik sorununun ortadan kaldırılması hem kişinin kendisinin hem de eşinin mutluluğu ve yaşam kalitesinin arttırılması açısından büyük önem taşır. Ancak bir sonuç olarak ortaya çıkan cinsel isteksizlik sorununun arka planındaki yaşam öyküleri, psikolojik gelişim süreçleri, deneyimler, çatışmalar ve travmalar çok daha derin ve karmaşıktır. Öyle ki cinsel isteksizlik, bu sorunlar açısından buzdağının görünen kısmıdır. Bu nedenle de buzdağının görünen kısmının altında kalan bölümü görebilmek için kadınların ve erkeklerin yaşadıkları cinsel isteksizlik sorununun çözümü çok yönlü bir cinsel terapi sürecini gerektirir. Fizyolojik nedenler için hastanede gerekli muayene ve testler yapılarak tedavi uygulandıktan sonra, psikolojik nedenlerin araştırılması, anlaşılması ve çözüme kavuşturulması için mutlaka bir cinsel terapiste başvurulması gerekir. Bu süreçte eşlerin birbirlerine karşı anlayışlı ve hoşgörülü davranmaları çok önemlidir.

İDEAL SEKS NE SIKLIKLA YAPILIR?

Seksin ilişkilerdeki rolü çok önemli ama bunu ne çok fazla abartıp yaşamın anlamı yapmak, ne de tamamen sıfırlamak doğrudur. Çünkü sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin temelinde seks, seksin temelinde ise sağlıklı ve mutlu bir ilişki yatar. Bu nedenle seksi yemek yemek, su içmek gibi bedensel, sevilmek ve değerli olmak gibi ruhsal bir ihtiyaç gibi görmek gerekir. Seks âşık olunan veya sevilen biriyle mükemmel ve özel bir bağ yaratır. Ayrıca seks, var olan ilişkiyi rutin döngüsünden kurtarıp canlı tutabilir ve çiftin yorgunluğunu alır. Çünkü seks çifti birbirine bağlar, birbirlerine ne kadar âşık ve bağlı olduklarını gösterir ve stres ve zorlayıcı koşullara daha dayanıklı olmalarını sağlar. Evli bir çiftin en az haftada 2 kez seks yapması normaldir ama her çiftin mutlu olduğu bir cinsel temposu vardır. Önemli olan seksin her iki tarafı da memnun eden bir sıklıkta olmasıdır. 

ERKEN BOŞALMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI…       

Erken boşalma cinsel yetersizlik ya da hastalık değildir, “çiftin cinsel uyumsuzluğu”dur, bir “cinsel denetimsizlik” sorunudur.  Bu sorun için “erken boşalma” ifadesi yaygın olarak kullanılıyor olsa da, “denetimsiz boşalma”  ya da “istemsiz boşalma” ifadeleri durumu daha doğru bir şekilde anlatır. Çünkü “erken” sözcüğü herkes için farklı olabilecek göreceli bir süreye işaret eder. Bırakın çiftler arasındaki farklıkları aynı çift için bile boşalma süresi değişkendir. Örneğin, bir çift bir gün olabildiğince yavaş, sakin ve uzun süreli seks isterken, başka bir gün çok hızlı ve kısa bir seks isteyebilir. Dolayısıyla “erken boşalma” erkeğin kendisinin ve partnerinin istediği zamandan önce boşalmasıdır. Burada yaşanan sorun, boşalmanın istenen zamanda olmasının sağlanamaması, yani erkeğin boşalma refleksi üzerinde denetime sahip olamamasıdır. Erken boşalma, psikolojik, fiziksel, durumsal ya da ilişkiyle ilgili nedenlerle yaşanan bir sorundur ve çözümü nedeninde gizlidir. Bu yüzden de erken boşalmanın nedeninin belirlenmesi ve anlaşılması büyük önem taşır. Erken boşalmaya yol açan neden ortadan kaldırıldığında çözüme ulaşılır. Fiziksel nedenleri ortadan kaldıracak uygun tedaviler ve psikolojik nedenler doğrultusunda yürütülecek cinsel terapi yoluyla erken boşalma sorunu tamamen çözülebilir. Erken boşalmanın bazı durumlarda ya da bazı partnerlerle yaşanması normal ve olağan bir durumdur. Örneğin, ilk kez cinsel ilişkiye giren erkeklerde erken boşalma sık görülür. Ancak bu kalıcı bir sorun değildir, bilgi ve tecrübe eksikliği, stres, endişe, aşırı uyarılma vb. nedenlere bağlıdır. Daha sonra yaşanan cinsel tecrübelerin artmasıyla boşalma denetimi öğrenilir. Boşalma denetiminin sağlanamadığı diğer durumlara genellikle psikolojik etkenler neden olur. Bu nedenlerin başında özgüven eksikliği, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları, cinsel kimlik bozuklukları, cinsel başarısızlık endişesi, bilinçdışı çatışmalar yer alır. Bunların dışında, çiftlerde erken boşalma sorunun diğer bir önemli nedeni ilişkide yaşanan iletişim kopukluğu, duygusal çatışmalar, aldatma vb. gibi sorunlardır. Erken boşalma fiziksel nedenlere, hastalıklara ve ilaç kullanımına (grip ilaçları ve allerji ilaçları) bağlı olarak da görülebilir. Örneğin prostatit, üretrit gibi prostat hastalıkları, idrar yolu enfeksiyonları gibi ürolojik hastalıklar, magnezyum eksikliği erken boşalmaya yol açabilir. Bel bölgesinde, omurilikte ya da peniste travma ve yaralanmalar da boşalma denetiminin azalmasına ya da kaybedilmesine neden olabilir. Bazı ilaçların kullanılması ya da kullanılmasının bırakılmasının yan etkisi olarak da erken boşalma sorunu ortaya çıkabilir.

HAMİLELİK DÖNEMİNDE CİNSELLİK…

Yaşamın her evresinde var olan cinsellik gebelik döneminde de devam eder. Ancak anne ve baba adayları bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıklarında “gebelikte cinsel yaşam korkusu” yaşarlar. Gebelik, anne adayları için bedensel ve ruhsal değişikliklerin meydana geldiği önemli bir dönemdir. Bu dönemde cinsel yaşamda da bazı değişiklikler ortaya çıkar. Gebeliğin her dönemi kendine özgü özellikleri nedeniyle ayrı ayrı değerlendirilir ve cinsel yaşamdaki değişimler de bu dönemlere özgü farklılıklar gösterir. Hamileliğin ilk 3 ayında mide bulantısı, yorgunluk, uyku hâli, meme hassasiyeti gibi belirtiler sık görülür. Bazı kadınlarda eşinin kokusundan tiksinme bile olabilir. Ayrıca artan sorumluluklar, annelik hissi, doğum kaygısı, maddi yükler, sosyal kısıtlanmalar, duygusal dalgalanmalar, gebeliğin ilerlemesinde meydana gelecek fiziki değişimler libido azalmasına dolayısıyla da cinsel ilişki ihtiyacının ikinci plana atılmasına ve cinsel ilişki sıklığının azalmasına neden olabilir. Bunların yanı sıra gebelik döneminin ilk evresinde, ilişki sırasında göğüslere dokunulmasının zevkten çok acı vermesi, genital bölgenin hassasiyetinin artması ve bu nedenle penis girişi sırasında ağrı olması da cinsel isteğin azalmasına neden olabilir. Hamileliğin 4. ayından itibaren anne adayı fiziksel değişikliklere uyum sağlar ve ilk aylarda görülen belirtiler yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Fiziksel yakınmalardan kurtulan, bebeğin hareketlerini hissedebildiği için mutlu olan anne adayının cinsel ilişkiye karşı ilgisi de artar. Genital bölge ve göğüslerdeki kanlanma bu dönemde de devam eder. Kanlanmanın artması anne adayının orgazmı daha yoğun yaşamasını sağlar. Hamileliğin 6. ayından sonra cinsel ilişki ve boşalma sırasında meydana gelen güçlü kasılmalar cinsel isteğin azalmasına yol açabilir. Doğumun yaklaşması nedeniyle kadında beliren doğum korkusu cinselliğin ikinci plana atılmasına neden olur. Gebeliğin son zamanlarında cinsel ilişki sırasında bazı cinsel pozisyonlar ağrı verebilir. Pelvis bölgesindeki kanlanma artışı ve yoğun kasılmalar, cinsel ilişki sırasında alınan hazzı ve boşalma yoğunluğunu arttırır. Bu süreçlerden geçen kadınlar, herhangi bir riskli durumun belirlenmediği normal bir hamilelikte son dört haftaya kadar cinsel yaşamlarına devam edebilirler.  Ancak hamileliğe zarar vermemek için kendilerinin ve eşlerinin dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Eşler hamilelikten daha önceki seks alışkanlıklarından vazgeçmeleri gerekebilir. Hamileliğin 5. ayından itibaren karın üzerine basınç oluşmasını önleyecek kadının üstte olduğu pozisyonlar tercih edilmelidir. Özellikle 7. aydan itibaren haftalarında kontrolsüz ve ani hareketlerden kaçınılmalıdır. Riskli hamileliklerde seks konusunda mutlaka kadın doğum uzmanın tavsiyelerine uyulmalıdır.

ÇOCUKLU ÇİFTLER NE YAPMALI?

Çift anne-baba olduğunda işler çok daha farklı bir boyuta geçer. Bu dönemde çocuk sahibi olmak çiftin ilişki dinamiğini değiştirebilir. Çift sadece duygusal ilişkilerinde değil, uyku, yemek, evdeki kalabalık, sosyal roller, sorumluluklar, cinsel yaşam, beklentiler, akraba ilişkileri gibi pek çok konuda değişim yaşar ve buna adapte olmakta zorluk çekebilir. Bu dönemin sağlıklı bir şekilde geçirilmesi için öncelikle erkeğin, anne olmanın kadının dünyasında yarattığı değişimi anlaması gerekir. Çünkü burada en büyük değişimi anne yaşar. Annelik, kadınların hamilelikle birlikte biyolojik olarak yaşamaya başladıkları bir rol ve tartışmasız kutsal bir olgudur. Bugün hangi topluma bakarsanız bakın annelik kimliğinin getirdiği bir aseksüalite vardır. Ancak bu kimliğin yatak odasının dışında bırakılması önce kadın, sonra anne olunması gerekir. Aksi durumda kadınlık anneliğin içinde yok olur. Babalık ise erkeklerin çocuğun doğumuyla birlikte öğrenmeye başladıkları bir roldür. Bir erkeğin bilmeden onlarca çocuğun babası olması mümkün olabilecekken kadının farkında olmadan anne olması mümkün değildir. Bu nedenle erkeğin babalık rolünü yerine getirebilmek için çaba göstermesi, emek harcaması, uykusuz kalması, çocuğun bakımıyla ilgilenmesi gerekir. Baba olduğunu ancak bu şekilde hissedebilir. Çocuğun doğumundan sonra çifti bekleyen yoğun günlerin birbirlerini incitmeden, evliliklerine zarar vermeden geçirilebilmesi için kadının da erkeğin de çocuğun sorumluluğunu almaları, birbirlerine karşı anlayışlı olmaları, sevgilerini ve ilgilerini daha fazla göstermeleri, birbirlerini desteklemeleri, çıkan sorunları hoşgörülü ve sağduyulu bir şekilde çözmeye çalışmaları gerekir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta şudur; annelik ve babalık kutsal değildir, kutsal olan kadın ve erkek kimliğine sahip çıkmak ve iki yetişkin olarak mutlu bir aile yaşantısını devam ettirebilmektir.

Cem KEÇE

Yeni İçerikler

BAĞIRSAK SAĞLIĞI VE MİKROBİYOM DENGESİNİN CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARINA ETKİSİ

Bağırsak sağlığı, genel sağlığımız üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve mikrobiyom dengesi bu sağlığın önemli…

4 hafta ago

AŞKIN DERİN CİNSEL BİLGELİĞİ VE LONGEVİTY SEKS

Aşkın derin cinsel bilgeliği, cinselliğin sadece fiziksel bir eylem olmadığını, duygusal, ruhsal ve enerjisel boyutlarının…

4 hafta ago

ANTİ-ENFLAMATUAR DİYET VE CİNSEL YAŞAM

Anti-enflamatuar diyet, vücuttaki kronik enflamasyonu azaltmayı amaçlayan beslenme yaklaşımıdır. Kronik enflamasyon, cinsel işlev bozuklukları, kalp…

1 ay ago

ANTİ-AGİNG ETKİLİ NUTRASÖTİKLERİN CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARINDA KULLANILMASI

“Nutrasötikler”, besin ve ilaç karışımı olan, besleyici ve sağlık yararları sağlayan ürünlerdir. Bu ürünler, yaşlanma…

1 ay ago

CİNSEL İŞEV BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİNDE ANDULASYON TERAPİSİ

“Andulasyon terapisi”, “biyomekanik vibrasyon” ve “infraruj (kızılötesi) ışınları” birleştirerek vücudun çeşitli sağlık sorunlarını tedavi etmeyi…

1 ay ago

ALKALİ DİYET VE CİNSEL YAŞAM

Alkali diyet, vücudun pH dengesini alkalinize etmeyi amaçlayan bir beslenme tarzıdır. Bu diyet, asidik yiyeceklerin…

1 ay ago