Evlilik seks hayatını öldürür mü?
Günümüzde birçok çift “evlilik cinsel hayatını öldürür” korkusuyla evliliği reddediyor. Uzun süreli birlikteliklerde özellikle evliliklerde cinsel yaşantının olumsuz yönde etkilendiği görülüyor. Ancak burada “evlilik mi, yoksa insanlar mı, yoksa toplumsal bakış açısı mı bu sonucu doğuruyor?” sorusunu sormadan geçmemek gerekiyor. Bir zincirin halkaları gibi olan bu süreçler evliliği ve seksi olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle bu süreçleri tek tek değerlendirmek gerekiyor. Çünkü evliliğin mutlaka cinsel hayatı öldüreceğine dair bir kural yok! Ama çift cinsel hayatları üzerinde çalışmamışsa evlilikleri tehlikeye girebiliyor, bunu engellemek için çiftin biraz çaba harcaması yeterli olabiliyor.
Cinsel sorunlar evlilik sorunlarıyla ilişkili olabilir. Cinsel problemleri ile başa çıkabilmek için cinsel terapiye başvuran çiftlerin problemleri evlilikte yaşanan çatışmalardan da kaynaklanabilir ve bazen aile içindeki diğer bireylerin fonksiyonlarından da etkilenebilir. Aynı şekilde evlilik yaşamları için yardım isteyen çiftlerin evlilik sorunlarına ek olarak cinsel sorunları da var olabilir. Örneğin eşe karşı duyulan düşmanlık; cinsel etkinlik öncesi baskı ve gerilim yaratılarak, cinsel etkinliği başlatmak için uygunsuz bir zaman seçilerek, fiziksel veya psikolojik açıdan kendini eşine karşı itici göstererek veya eşin cinsel isteğini geçiştirmek için bahaneler bulunarak ifade edilebilir. Görüldüğü gibi cinsel sorunlar evlilik sorunlarının sonucu olabildiği gibi evlilik sorunlarının nedeni de olabilir.
Cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Kültürel ve aile yaşantısı olarak birbirinden farklı iki insanın, aynı evi, aynı zaman ve mekanı paylaşmaya başladıkları yeni hayat dönemindeki partner ilişkilerine “evlilik” denir. Evlilik ilişkisinin temelinde karşılıklı sevgi, saygı, güven, cinsellik, bağlılık ve destek duyguları yatar. Cinsellik zevk almaya, keyif almaya, heyecan ve merak duymaya yönelik hem psikolojik hem de biyolojik bir şeyken, evlilik geleneksel bir kurumdur. Bu nedenle her ikisini aynı kefeye koymak çifte zarar verebiliyor. Çünkü cinsellikte önemli olan biyolojik yapı değişmiyor ama sosyal, kültürel, ailesel ve psikolojik unsurlar ön plana çıkıyor, bununla birlikte de cinsel yaşam olumsuz etkilenebiliyor.
Kişiler evlenmeden önceki süreçte sevgili, arkadaş veya âşık olmayı kendilerine yakıştırırlar ve bu süreçte “ateşli sevgili, bağlı âşık, kız arkadaş, erkek arkadaş, dost, yaşamı güzelliklere boğacak kişi” rollerinden herhangi birini üstlenirler. Bu dönemde hem kadın hem erkek bu rolleri üslenmekten mutludur ve rolü hakkıyla oynarlar. Ayrı evlerde yaşanılan bu dönem, özlemlerin, arzuların ve heyecanların olduğu bir dönemdir. Birbirine dokunmak isteği, paylaşılacak cinsellik hayali ve heyecanı kalpleri devamlı çarptırır. Burada toplumsal bakış açısı çiftin hayatlarına yavaş yavaş girmeye başlar. Toplumsal bakış, evlilik öncesi kişilerin sevgili, âşık olmasına izin verirken cinsel deneyimin olmaması gerekliliğini empoze eder. Bu da kişilerde karşı tarafı merak etme ve cinselliği yaşama isteğini artırıcı bir rol oynar. Bu süreçte çift her fırsatı değerlendirmek ister ve karşılıklı iletişim bu dönemde daha iyi olur. Daha sonra evlilik süreci gelir ki, bu süreçte çift attığı imza ile birlikte hayatın gerçekleri ile karşılaşır. Evlenmeden önce taktıkları pembe gözlükleri çıkartırlar. Partnerlerinin hayallerindeki kişi olmadığını fark ederler ve partnerlerinin hayalindeki kişi gibi değil de gerçekte oldukları gibi davranmaya başlarlar.
Evlikte toplum bireylere bilinçli ya da bilinçsiz olarak sayısız “görevler” yükler. Evlenmeden önce sevgili veya aşık olan çiftler evlilik bağı altındayken toplumun yüklediği “yeni sosyal görevler” doğrultusunda hareket etmeye başlarlar. Aslında sadece cinsellik değil; aynı zamanda kişilerin sevgileri, iletişimleri, aşkları yani birbirleri için taşıdıkları anlamda zamanla değişmeye başlar. Evlilik klasik boyutlarda olması gereken bir sürece girer. Yani kadın “karı” rolüne, erkek “koca” rolüne ister istemez girer ve bunun gerektirdiği doğrultuda hareket etmeye başlar. Toplum onlara evlilikte sevgili olma, birbirinin âşığı olma rolünü yakıştıramadığı için artık her ikisi de birer “karı ve koca” gibi davranmak, yani erkek çalışmak ve evini geçindirmek, kadında çocuk doğurmak ve ev işleri yapmak zorundadır. Michel Foucault’nun, “Çalışmak, arzuyu dizginlemek için icat edildi” demesi asla boşuna değildir. Çünkü çiftin farklı sosyal rolleri, aralarındaki cinsel problemler dışında, kimsenin sorgulamadığı “normal” bir şey gibi kabul edilir. Kadın ve erkek belli bir toplumsal rol üstlendiğinde, toplumun onlara verdiği diğer rolleri unutmuş gibi gözükürler. Bu, çiftin fark etmesi gereken büyük bir problemdir. Oysaki kadınlık ve erkeklik cep çakısı gibi olmalıdır. Bilindiği gibi cep çakısının birçok fonksiyonu vardır: Bıçak, kürdan, tirbuşon, tırnak törpüsü, tornavida, makas, vb. olabilir. Değişik fonksiyonları olmasına rağmen çakı hâlâ çakıdır. Kadın ve erkekte aynen böyledir. Kadının ve erkeğin değişik toplumsal rolleri olabilir, ama onlar hâlâ kadındır ve erkektir. Karı, koca, baba, anne, sevgili, eş, çalışan, büyükanne, büyükbaba olabilirler ama onlar hâlâ cinsiyeti olan birer insandır. Çiftlere olan şey, özellikle sevgili rolü olmak üzere, diğer toplumsal rolleri unutarak, hayatlarının belli bir kesiminde oynamaları gereken rolleri bütün olarak benimsemeleridir. Aksi taktirde çift cinsel yaşam, sosyal roller, çocuklar, kariyer, arkadaşlar ve hobileri arasında sıkışıp kalır, cinsellik askıya alınır. Zamanla cinselliği olmayan bir evlilik hastalanır. Hem evliliği canlı ve zinde tutmak için hem de cinselliği bazen diğer sorunları düzeltme amacıyla kullanabilmek için çift; emek harcamalı, birlikte yaşayacakları cinsel hayatı ateşlendirmek için sıra dışı yönlerini ortaya çıkartmalı, birbirlerini cesaretlendirmeli ve karı koca olduklarını cinselliği yaşadıkları o anlarda unutmalı ve gerektiğinde farklı iki yabancı gibi birbirlerine yaklaşabilmelidir.
Evlilikte cinsel yaşamı öldürmemek için kadın anne, erkek baba olsa bile, öncelikle birer kadın ve erkek olduklarını kendilerine hatırlatmalıdırlar. Tutkulu bir erkek veya kadın gibi cinselliklerini yaşayabilmeleri için emek vermelidirler. Yüklendikleri rollerin ve sorumlulukların cinselliğe mola vermeyi gerektirmediğini öğrenmelidirler. Hatta özellikle cinsel yaşantıları için verilecek molaları bu sorumluluklara karşı bir ödül olarak görmelidirler. Bunlar için neler yapabileceklerini “merak” etmelidirler. Örneğin, çift evlilikte iyi bir cinsel yaşam için yatak odasını ailenin diğer fertlerinden ayırmalıdır. Unutmamalıdır ki yatak odası çifte özeldir. “Yatak odasında küslük olmaz, yatak odasında sadece uyunur ve seks yapılır, tartışılmaz”, vb. düşüncelerle çiftin burada oluşturacağı dünya, sadece onlara aittir. Bu ortamda çift sadece bir kadın ve bir erkektir. Çiftin cinselliği doya doya yaşamaya ihtiyacı vardır ve fantezilerle birlikte bu dünyalarını renklendirmeleri gerekir. Çocukların ve diğer aile fertlerinin bu dünyaya girmesine izin verilmemelidir. Çocuklar evde sürekli hareket halindedirler. Girip çıkmadıkları yer yoktur ama eğer yatak odasının yasaklı olduğunu çift anlatmayı başarabilirse cinsel hayatlarını yaşayabilecekleri “ideal bir ortam” yaratmış olurlar.
Özlemle birbirlerine sahip olma duygusu içerisinde başlanılan bir evlilikte, kişiler yasal olarak serbest olan cinselliklerini yine de yaşayamama durumu ile karşı karşıya kalabilirler. Cinselliğe yüklenilen olumsuz anlamlar ve cinselliğin üç silahşoru olan “günah, ayıp ve yasak” kavramı, eksik cinsel bilgilerle desteklenince cinsellikte sorunlar yaşanmaya başlanabilir. Ayrıca cinselliğin ön planda olmaması gerektiği, önce iyi bir ev kadını, yaşamı idame ettirecek gelir sağlayan bir erkek, sonra anne – baba olmak gerektiğini vurgulayan toplumsal kurallar içerisinde çift, önceliğini bu sosyal rollere verir, verince de cinsellik daima geri planda kalmaya mahkûm olur. Bunlarla boğuşan çift, birbirinden ve cinsellikten gitgide uzaklaşmaya başlayabilir. Cinsel yaşam öncelikler listesinde alt sıralara doğru bir yolculuğa çıkabilir. Özellikle kadın anne olduğunda artık cinselliği kendine yakıştıramamaya ve yaşamak istememeye, erkeğe karşı yerine getirilmesi gereken bir “görev” olarak görmeye başlarsa ve erkek de buna ayak uydurursa, aşk oyunları ve cinsel fantezilere ilişkide yer verilmezse, cinselliği bitirecek en önemli darbeler de uzlaşılarak vurulmuş olur. Görüldüğü gibi cinsel yaşantıya engeller getiren aslında atılan bir imza değil; toplumsal ve bireysel olarak yaşama ve cinselliğe bakış açıları ve cinsel fantezilerin baskı altına alınmasıdır. Fanteziler olmadan heyecanlı ve arzu dolu cinsellik olmaz, olamaz.
Çift uzun yıllar evli olsa da, kişiler değişkendir ve kişiler birbirlerinin hala bilmedikleri yönlere sahiptirler. Çiftin birbirlerini ve cinselliklerini yeniden keşfetmeleri için harcayacakları zaman sınırlı olmamalıdır. Bir hayat boyu birbirini merak etmek ve anlamaya çalışmak heyecan duygusunu artırıcı bir faktördür. “Ben seni senden daha iyi tanırım” düşüncesi bir mittir, yalandır, hurafedir. Birbirlerini daima keşfetmeye çalışan çiftler heyecanlarını kolay kolay yitirmezler. Örneğin, evlilikle birlikte çiftin üzerine bir rahatlık çöker ve artık ateşli günlerindeki gibi bakımlarına özen göstermeyi gereksiz görmeye başlarlar. Oysa öz bakım kişinin kendine duyduğu saygının ve sevginin bir göstergesidir. Kendini sevmeyen bir insanın başkasını gerçekten sevmesi de zordur. Evin içerisinde dahi olunsa bakımlı olmak, flört eder gibi davranmak, dokunarak sevgiyi hissettirmek çifti birbirine yakınlaştırabilir. Çünkü dokunmak ve konuşmak sevgiyi ve cinsel arzuyu pekiştirir. Cinselliğe bakış açısını daha olumlu yönde geliştirmek için açık olmak, rahat konuşmak, istekleri, arzuları anlatabilmek ve fantezi geliştirmek cinsel yaşamı renklendirmede çiftin kullanabileceği yöntemlerdir.
Sonuç olarak, evlilik zor fakat zor olduğu kadar da güzel bir süreçtir. “Evlilik ve sevgi emek ister” sözü gerçekten doğrudur. Cinsellik aynı zamanda evlilikleri ayakta tutabilecek, çiftin kendisiyle ve çevresiyle barışık olmasını sağlayabilecek bir araçtır. Eşler birbirlerini anladıkları, gerçekten anlaşabildikleri, birbirlerinin biyolojik saatlerini öğrenebildikleri ve beraber bir şeyler yapmaktan hoşlandıkları sürece ölen tek şey imzaya dayalı korkulardır.