Erkekler kendileri gibi davranmayan bir erkeği hemen dışlama ve acımasızca eleştirme yanlışına çok çabuk düşerler ve “Abi bu çocuk bizden farklı!” diyerek onu ötekileştirme eğiliminde olurlar. Oysa eşcinsellik; biseksüellik ve heteroseksüellik gibi insanda tanımlanan cinsel bir yönelimdir. Ulusal ve uluslararası örgütlerce heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edilen eşcinsel cinsel yönelim; her şeyden kişinin bir seçimi veya tercihi değildir. Çünkü “biyolojik cinsiyet” doğuştan belirlenir. “Cinsel kimlik” erken çocukluk yaşlarında gelişir. Çoğu zaman ergenlik döneminde “cinsel yönelim” ortaya çıkar. Bu temel yapı üzerinde kişinin “istemli bir tercih” şansı söz konusu değildir. Ancak bu yapının üzerine, cinsel bilgi ve deneyimlerle, ailesel, toplumsal, dini ve ahlaki kişisel değer yargıları eklenir. “Cinsel davranışlar” dış dünyadaki olanaklara göre belirlenir ve zamanla bir “cinsel eş seçimi” yapılır. Cinsel yönelim kişilerin tercihleriyle ile oluşan bir durum değildir. Bu nedenle “eşcinsel cinsel yönelim bir tercih değildir” ancak “eşcinsel bir yaşam sürmek” kişinin kendi tercihidir, seçimidir.
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMDİR
Yıllar önce bir “doktor” olarak yazdığım ve ilk baskısını yaptığımız “Eşcinsellik Kader Değildir” adlı kitabımda eşcinsel cinsel yönelimi ve eşcinsel cinsel yaşamı seçmeyi uzun uzun ele almış ve bir tıp doktoru olarak tedavilerini yaptığım hastalarımın vaka öykülerine yer vermiştim. Yaklaşık 18 yıl önceydi… O zamanlar inandıklarımı, bilgilerimi ve tecrübelerimi paylaşmıştım. Her şeye ve herkese rağmen hep doğruları savundum. O zamanlar hala doktorluk mesleğimi icra ediyordum. Henüz Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipler Birliği beni sevdiğim doktorluk mesleğini yapamayacak hale getirmemişti. Sağ olsunlar el birliği yaparak benim gibi birçok doktoru ya mesleğinden soğuttular ya da mesleklerini yapamaz hale getirdiler. Bu nedenle “doktor, hasta, hastalık ve tedavi” kelimeleriyle “psikoterapist, danışan, ruhsal sıkıntı ve psikoterapi” kelimeleri meslek hayatımda yer değiştirdi… Artık bir “psikoterapist” olarak çalışıyorum, doktorluk yapmıyorum… Geçmişte, doktor olarak kullandığım dil ve olaya yaklaşım şeklim nedeniyle hem eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş dostlarımdan hem eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylerden hem de meslektaşlarımdan eleştiri aldım. Çünkü “ben doktordum, bana başvuranlar hastaydı, yaptığım iş tedaviydi ve şikâyetleri de bir hastalıktı…” Bu eleştirilerin birçoğuna şu an psikoterapist olarak katılıyorum ve geriye dönüp baktığımda bazı konularda yanlış anlaşılabileceğimi görüyorum. Şimdi psikoterapist olarak bana başvuranları “danışan”, yaptığım işi “psikoterapi”, şikâyetleri de “ruhsal sıkıntı” olarak değerlendiriyorum. Geçmişte bir doktor olarak inandığım doğruları savunmak uğruna bedeller ödedim ama inandığım doğruları savunmaya hep devam ettim. Bunları kendimi savunmak için yazmıyorum. Çünkü insanoğlunun en sık rastlanan zayıflıklarından bir tanesi de kendisini savunma alışkanlığıdır. Yaptığım herhangi bir şey başkalarının gözünden ne kadar yanlış olursa olsun bana göre doğruysa, doğrudur. Yazdığım ya da söylediğim her şey için on an ve o koşullarda daima geçerli bir nedenim oldu… Tecrübelerim, bilimsel veriler ve kişisel gelişimimle şekillenen bu nedenler başkaları özelikle de benim davranış ya da sözlerimle kırmış olduğum kişiler için tatmin edici olmayabilirdi ama bence doğruysa, doğruydu ve önemli olan buydu. Başkalarının yanlışlarını görürken kendi söylediğim ya da yaptığım şeylerin yanlış olabileceğini de hep düşünürdüm, çünkü şüphecilik bilimselliğin dayanağıdır. Ayrıca “Değişmeyen tek şey değişimdir!” mantığına inanırım. Kendimi gözlemlemeye başladığımda, tecrübelerim ve kişisel gelişimim arttıkça bazı şeyleri fark ettim. Gurur yapmadan kendi yazdıklarıma yukarıdan ve dışarıdan baktım. Doktor olarak yazmış olduğum kitapların ve yazılarımın yanlış anlaşılabileceğini düşünmeye başladım. Kendimi savunmayı bir kenara bıraktım, kendimi olduğum gibi ve yapmacıksız olarak görmek istedim. Bu cesaret gerektiren bir şeydi… Şu ya da bu konuda yanlış anlaşılabileceğimizi başkalarına itiraf etmek herkese zor gelir ama asıl zor olanı kişinin bunu kendisine itiraf etmesidir. İşin en zor yanı budur. Çünkü her zaman kendimizi savunmanın bir yolunu buluruz. Eğer yaptığımız şeyin gerçekten yanlış anlaşılabileceğini dürüstçe kabullenebilirsek kendini bilme yolunda büyük bir adım atmış oluruz ve gerçek benlik alanımıza yaklaşmaya başlarız. Ben de bunu yapmaya çalıştım, doktorluk mesleğimi bıraktıktan sonra, başka insanların onayına ihtiyaç duymadan bazı cümlelerimin yanlış anlaşılabileceğini psikoterapist olarak kabullenmeye başladım. Kendi kendine kaldığım zamanlarda kendim ve yaptıklarım ile huzurlu ve barış içinde olmayı başardım. Kendine güvenen insan yeniliklere, değişime ve yaşantılara açık insandır, değişimden korkmaz. Geçmişte, bir doktor olarak, eşcinselliğin bir hastalık olduğunu yazdım ama bugün bu yazdıklarımın yanlış olduğunu ve yanlış anlaşılmalara neden olabileceğini düşünüyorum. “Eşcinsellik Kader Değildir” kitabımın ilk baskısında “Eşcinsellik bir hastalıktır, eşcinseller hasta değildir. Çünkü kişi hasta olup olmadığına kendi karar vermelidir. Eşcinsellik tek bir hastalık değildir, birçok alt tipi olan bir hastalıktır” diye yazmıştım. “Eşcinsel Yönelim Tedavisi” adını verdiğim tedavilerin eşcinsel cinsel yönelime sahip olunmasına rağmen, heteroseksüel bir cinsel yaşamı seçmenin mümkün olduğuna dair tedavi bulguları yayınlamıştım. Bu kitabım özellikle tüm eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireyleri ve bütün tipleriyle eşcinsel yaşamı seçmeyi bir hastalık olarak sınıflandırmak isteyen kesimler tarafından hızla yaygınlaştırıldı ve benimsendi. Yanlış anlaşıldı…
HİNT FELSEFESİNİN DÖRT KURALI
Hint felsefesi geleneksel olarak ruhsal ve gizemsel bir felsefedir, “bireysel”dir. Bu felsefenin dış görünüş altındaki özü öğretilemez ve öğrenilemez. Kişi, kendi kurtuluşunu sağlayacak bu özü ancak derin düşünmesiyle elde edebilir. Bireysel derin düşünme gizemciliğin de kaynağıdır. Bu bakımdan Hindistan, gizemciliğin de gerçek vatanı sayılmalıdır. Hint Felsefenin 4 altın kuralı vardır, bu kurallar şöyledir:
KURAL 1: Karşımıza çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır; ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.
KURAL 2: Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremez. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. “Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı, keşke öyle yazmasaydım, keşke öyle konuşmasaydım” gibi bir cümleye insan hayatında yer yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve kibrimiz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.
KURAL 3: İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.
KURAL 4: Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse ya da bir konuda fikirlerimiz ve bakış açımız değişirse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.
EŞCİNSELLİK BİR HASTALIK DEĞİLDİR
“Eşcinsellik bir hastalıktır!” düşüncesi yanlış anlaşılmaya açık bir cümle… Çünkü bu görüşün tüm eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylerin hasta olduğu ve tedavi edilmesi gibi bir tablo ortaya koyduğuna dair çok sayıda eleştiri ve uyarı aldım. Oysa ben eşcinsel cinsel yöneliminden rahatsızlık duyanlar için psikolojik destek alma imkânının olması gerektiğini savunmuştum, yanlış anlaşıldım. Çünkü tüm eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylerin tedaviyle heteroseksüel cinsel yaşamı seçmeleri gibi bir yaklaşımın tıp biliminde yeri yoktur. Ben sadece eşcinsel cinsel yöneliminden rahatsız olan egodistonik yani egoyla uyumsuz eşcinsel cinsel yönelime sahip bireylere psikolojik destek verdim ve vaka seçiminde çok dikkatli davrandım. Ayrıca egosintonik yani egoyla uyumlu olan eşcinsel cinsel yönelime sahip bireylerin içselleştirilmiş homofobilerini çalışarak eşcinsel cinsel yaşamı seçmelerine de yardımcı oldum. Çünkü egosintonik eşcinsel cinsel yönelimi olan kişilere cinsel yönelimlerini değiştirmeyi amaçlayan tedaviler uygulanırsa, bu kişiler intihar edebilir, kendilerinden tiksinme ve depresyon gibi durumları yaşayabilirler. Bir doktor olarak geçmişte, çok özel vakalara uygulanmasını savunduğum “Eşcinsel Yönelim Terapisi” adını verdiğim tedaviyle “Onarım Terapileri” kavramı çok yanlış bir şekilde birbirine karıştırıldı ve tedavilerime katılan kimse zarar görmemesine rağmen bu çalışmalarım yanlış anlaşıldı veya öyle gösterilmek istendi.
ÖZEL YAŞAMA SAYGI GÖSTERİLMELİDİR
Eşcinsellikle ilgili yanlış inanışların yani cinsel mitlerin sık olması, bu konu hakkındaki bilgisizliğin bir göstergesidir. İnsanların cinsiyetleri, cinsel kimlikleri ve cinsel yönelimleri yaşamın başka alanlarındaki işlevlerini doğrudan çok fazla etkilememelidir. Kadın ya da erkek herkes, heteroseksüel, biseksüel ya da eşcinsel cinsel yönelime sahip olsun, aynı biçimde kendine münhasır bir insanlardır. Kişilerin cinsel yönelimleri, cinsel yaşam seçimleri ve cinsel davranışları, yalnızca kendilerini ve cinsel eşlerini ilgilendiren çok özel bir yaşam alanıdır ve böyle kalmalıdır, topluma dayatılamamalıdır. Özel yaşam, karışılamaz ve baskı uygulanamaz bir insanlık hakkıdır. Bununla birlikte birçok toplumda eşcinsellik ile ilgili olumsuz yargılar ve yanlış cinsel inanışlar bulunmaktadır. Olumsuz yargılar toplumda ötekileştirme aracı olarak kullanılmakta, çok yanlış bir şekilde eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireyler cinsel yönelimleri nedeniyle ayrımcılığa ve şiddete uğramaktadırlar. Dün olduğu gibi bugün de eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylere uygulanan ayrımcılığın ve şiddetin karşısında olmalıyız.
ŞİDDET İNSANLIK AYIBIDIR
Demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi ile eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireyler çeşitli haklara kavuşmuşlardır. Ancak halen birçok ülkede eşcinsel cinsel yaşamı seçmek gayri ahlaki bir seçim olarak kabul edilmekte, eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireyler ağır sosyal ve hukuki baskılara maruz kalmaktadırlar. Cinsel yaşam seçimlerini toplum normlarında yaşayan eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylerin dışlanmaları, şiddete maruz kalmaları ve yalnızlığa mahkûm edilmeleri yanlış bir davranıştır. Şiddet her ne sebeple olursa olsun kabul edilemez bir insanlık ayıbıdır. Asıl olan, insanın insana onurunu koruyacak şekilde davranmasıdır. Bu açıdan eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireylerin yaşadığı şiddet ve ayrımcılıkla mücadele, insan hakları ve demokrasinin gelişimi açısından özel bir öneme sahiptir. Bu nedenle eşcinsellik ile ilgili şiddet içeren yanlış uygulamaların, toplumda oluşan olumsuz değer yargılarının, yanlış ve yanlı bilgi kirliliğinin, insan hakları ihlallerinin ve ayrımcılığın karşısında olunmalıdır.
KİMSE TEDAVİYE VE CİNSEL YAŞAM SEÇİMİN DEĞİŞİMİNE ZORLANAMAZ
Elbette eşcinsel cinsel yönelim içinde olan kişiler aynen heteroseksüel cinsel yönelime sahip bireyler gibi genel veya cinsel iletişime ilişkin sorunlar yaşayabilir ve bu sorunlar nedeniyle profesyonel yardım alabilirler. Ancak eşcinsel cinsel yaşamı seçmiş bireyler tedaviye ve değişime zorlanamazlar.