Kadına karşı ayrımcılıkla mücadelenin artırıldığı bu günlerde Milli Eğitim Bakanlığı, ilköğretimde okutulan “Vatandaşlık ve Demokrasi” dersi müfredatında ilginç bir revizyona gitti. Eski programda atıfta bulunulan “BM kadına karşı her türlü ayrımcılığa karşı sözleşme” yeni programda yer almadı. Kadına yönelik şiddet olaylarının gün geçtikçe artmasından dolayı, ders kitaplarından kadına karşı ayrımcılıkla ilgili uygulamaların çıkartılması doğru değildir.
Kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir
Türkiye’nin kadına karşı şiddet ve ayrımcılığı bitirmek için yasal çalışmalar yaptığı, polislere kadına karşı ayrımcılık ve şiddet için eğitim verildiği dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretimde okutulan Vatandaşlık ve Demokrasi dersi müfredatında yaptığı düzenlemeler dikkat çekti. Eski programın “Hak ve Özgürlüklerimiz” başlıklı 3. ünitesinde yer alan ve öğrencilere aktarılması istenilen “BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi” yeni programda yer bulamadı. Eski programda öğrencilerden sözleşmelerin maddelerinin kâğıtlara yazılarak öğrencilere dağıtılması ve öğrencilerin bu hakları anlatmaları isteniyordu. Öğrenciler yeni dönemde benzeri etkinlikleri yapamayacak. Bu etkinliklerin artık yapılmayacak olması ve yeni uygulamalar kadına yönelik şiddeti yeniden tartışmamıza yol açtı. Kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve özsaygısını ortadan kaldıran şiddet olayları sadece bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan nedenler üzerinde durulmadığı sürece kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Saldırgan kişiliklerin oluşmasında travmatik unsurlar, huzursuzluklar, parçalanmış aileler, aile bunalımları, kişilik bölünmesi ve paranoya önemlidir. Şiddetin temelinde anne, baba, çocuk, aile ilişkisi ve sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler birliktedir. Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir. Evde ve okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk, yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir. Toplumun da şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin önemli rolü bulunmaktadır. Şiddet çoğunlukla cinsiyete dayalı sosyal normlardan kaynaklanmaktadır. Erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda şiddete başvurmaktadırlar. Bir erkek eşinin rolüne uygun olarak davranmadığını, sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle karşılık verebilmektedir. Kocaya itaat etmemek, koca kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak, kocaya para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocadan izin almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatinden şüphe etmek gibi davranışlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmekte ve erkeklerde şiddeti körüklemektedir. Şiddet vurma, tokatlama, tekme atma ve zorla cinsel ilişki gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi psikolojik istismar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik davranışlar da söz konusu olabilmektedir. Kadınların istismar karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlı olmakta ve genellikle ilişkilerini devam ettirmektedirler. Eşinin ceza yemesi korkusu, başka geçim kaynağının olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, durumun ileride değişeceğini ümit etmek, boşanırsa bunun kabul gören bir şey olmadığını bilmek, reddedilme ve toplumun lekelemesi korkusu kadının yardım talep etmesini önlemektedir. Fiziksel veya cinsel bir istismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek ise bir süreci gerektirmektedir. Bu çoğunlukla önce inkâr, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içermektedir. Daha sonra partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemi gelmektedir. Son aşamada ise kesin karar verilmekte ancak ülkemizde yaşayan kadınlar için bu karar ne yazık ki can güvenliğini dahi tehdit etmektedir. Kadının ayrıldıktan hemen sonra cinayete kurban gitme riski en fazladır. Toplumumuz kadınları bir yandan ana olarak kutsarken diğer yandan rahatça dövülmelerine hatta öldürülmelerine duyarsız kalmaktadır. Gelecek nesiller üzerinde etkin rolü olan kadına yüklenilen bu olumsuzluk kadının öz saygısının, değerlilik duygusunun yitirilmesine, güven duygularının olmamasına, kendi cinsini değersiz görmesine, toplumun ön gördüğü role yönelik kızgınlık geliştirmesine neden olabilecektir. Böylece kadınlar kendilerini yalnız, anlaşılmaz, mutsuz hissedecektir. Mutsuz ve yalnız olan kadının ise bir çocuğu sağlıklı süreçlerle büyütebilmesi mümkün olmayacak, erkekleri düşman, uzak durulması gerekilen kişiler olarak görecektir. Uygarlığımızın gelişebilmesi için kadına yönelik şiddeti tüm boyutları ile ele alıp çözüm yollarına gitmemiz gerekmektedir. Bu nedenle kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir.
Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir
Kadınlara karşı şiddeti sadece kadının yasal haklarını teminat altına alarak ve istismarcıları cezalandırarak ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yasal düzenlemeler önemli ve gereklidir ancak yasalarla sınırlı kalmak bataklığı kurutmadan sivrisinekleri öldürmeye çalışmak gibidir. Bataklığı kurutabilmek emek isteyen, çaba isteyen, toplumun bütün katmanlarını içine alan uzun vadeli stratejilerin oluşturulmasını gerektirmektedir. Kadına yönelik şiddeti doğuran temel unsurun cinsiyet ayrımcılığı olduğu gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Eğitim ve öğretimin ilk evrelerinden itibaren her düzeyde toplumsal cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik programlar düzenlenmeli, medyanın bu konudaki farkındalığı ve etkinliği arttırılmalı, toplumsal bilinç düzeyi geliştirilmelidir. Anasınıflarından başlayarak toplumsal cinsiyet ve kadın sorunlarına duyarlı eğitim programları desteklenmeli, her iki cinsin de benimseyeceği ve içselleştireceği uygulamalar ortaya konmalıdır. İstismarcı davranışlara dayanak oluşturan inanç ve tutumlar üzerinde durulmalıdır. Kişiler, insanlar arası ilişkiler konusunda eğitilmeli, toplum kadın erkek eşitliği konusunda bilinçlendirilmeli, kadına saygı kavramı işlenmelidir. Ayrıca dayak yemiş kadınlara sığınacak yerler ve kriz anlarında yardım sağlanmalı, danışmanlık hizmetleri verilmeli, saldırgan erkekler tedavi görmeye teşvik edilmelidir. Kadına karşı şiddetin tepki duyulması gereken bir boyut kazanması, kadınlar ancak toplumun eşit statüdeki üyeleri olarak yerlerini kazandıklarında mümkün olacaktır. Sonuç olarak, cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir.
“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…
Yoğun stres, gerginlik, anksiyete, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, suçluluk ve günahkarlık duyguları, bilinçli ve bilinçdışı düşünceler…
“Cinsel fanteziler”, insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolaydır,…
Her erkek egemen toplumda olduğu gibi ülkemizde de en aşılmaz tabularından biri penis, penis boyu…
Beş duyu ile alınan cinsel uyaranlar ve cinsel fantezilerle beyinden kalkan cinsel uyarılar omurilik üzerinden…
En sık görülen cinsel sorunların başında yer alan “erken boşalma”, cinsel etkinlikler sırasında bir erkeğin…