KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET OLARAK VAJİNİSMUS

KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET OLARAK VAJİNİSMUS
“Yazgı çağırma”, “sakınan göze çöp batarmış”, “kırk gün deli dersen deli olur”, “ben sana demiştim” türünden ifadelerin işaret ettiği kendini doğrulayan kehanet kavramı; “bir durumun yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar” saptamasını yapan Kolombiya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof.Robert K. Metron tarafından geliştirilmiştir. Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu olayın sonucunu veya kişinin davranışını etkilemektedir. Diğer bir deyişle, uygun olmasa da herhangi bir beklenti oluştuğunda, kişiler beklentileri ile uyumlu hareket etmeye çalışmaktadırlar. Sonuçta, beklentiler gerçek olur. Sonuçta, sanki sihirli bir güç sayesinde beklenti doğrulanır. Örneğin, bir kişiyi suçlu diye nitelemek ve ona bu şekilde davranmak, suçlu olduğu beklentisine karşılık kişinin içindeki suçlu davranışları ortaya çıkarmasına neden olabilmektedir. Bir başka örnekte; eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde eşinin ona zarar vereceğini, ağrı ve acı duyacağını düşünen ve buna inanan bir kadın cinsel ilişkiyi ret eden bir davranış sergileyecektir.Buradaki süreç, gerçek olduğuna inanılan şeylerin gerçekleşmesi olarak açıklanabilir. Bu süreçte hasta eşinin nasıl davranacağına ilişkin bir beklentiye girmekte, eşine karşı bu beklentiye uygun bir tutum sergilemekte ve eşi de onun tutumuna uygun davranışlar geliştirmektedir. Böylece bilimsel olarak başlangıçta gerçekliği olmayan bir şey gerçekleşmiş olmakta, cinsel ilişkiye girilememekte veya ilk gece ağrı, acı ve kanama olabilmektedir. Günlük hayatta ise, sürekli sevgilisine “sen beni sevmiyorsun” ya da “biliyorum, bir gün beni terk edeceksin” diyen bir kişinin sevgilisi gerçekte onu seviyor olsa da zamanla sevmez olur, ya da onu terk eder. Yani bir atasözümüze göre de birine kırk kez deli denirse o kişi deli olabilir.Çünkü bilinçli veya bilinçsiz olarak kişiler karşısındakiler ile ilişkilerini beklentileri doğrultusunda yürütür ve davranışlarına beklentilerini açığa çıkaracak ipuçları yüklerler. Karşı taraftaki kişiler de, bu ipuçlarından faydalanarak davranışlarını beklentiler ile uyumlu hale getirerek gerçekliği algılama biçimlerine uygun davranmaya gayret gösterirler. İnsanlar, algıları ile farklı davrandıkları takdirde ruhsal gerilim yaşarlar. Kişi eğer kendini yetersiz hissediyorsa, algılarında uyumsuzluğa neden olmamak için yetersiz davranacak ve sonuçta, beklentisinin gerçekleştiğini görecektir; inançlar, mevcut bilgiler ve hisler hayatta yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven kazanır ya da kaybederler. Kişinin kendisine duyduğu güven sürekli olarak artıp azalabilir ve bu kendini doğrulayan kehanet haline gelir. Kişi ne kadar başarılı olursa, başarı beklentisi o kadar yüksek olur ve bu şekilde başarı, başarı beklentisini izler. Başarabileceğine inanan kişi başarmak için hareket eder.
Kişi farkında olsa da olmasa da, bedeni duygularını gösterir. Küçük çocuklar duygularını doğal bir biçimde ve kolaylıkla ifade ederler. Yani bütün bedenleriyle gülerler, üzülür ve kızarlar. Büyüdükçe, duyguların bu doğal ifadesi, çevresinde onu eğitmekle yükümlü anne, baba ve diğer büyüklerce engellenmeye başlanır. Bazılarında bu engellenme öyle büyük olur ki, büyüdüklerinde bir yetişkin olarak duygu ve düşünceleriyle, iç dünyalarıyla doğrudan ilişki kurmaları zorlaşır. Çocukluk süresince oluşturduğu benlik bilinci, davranışlarına sınırlamalar getirir; cinselliği ayıp, yasak, günah sayan bir yaklaşıma sahip olan ebeveynler tarafından cinsel duyguları engellenen kız çocukları ileride evlendiklerinde de cinsel birleşmeden kaçınır bir hale gelebilir, işte kendi kendini doğrulayan kehanet bu şekilde başlar. Çünkü kız çocuğunun içinde yetiştiği aile ve toplum, onun cinsel duygularının ifade biçimini olduğu kadar, benlik bilincini de biçimlendirir. “Ne ekersen onu biçersin!” özellikle kız çocuklarının cinsel eğitiminde çok geçerli olan bir deyiştir. Bu nedenle Uyguladığımız yönteme göre cinsel terapistin görevi, sürekli geliştirici ve düzeltici pozitif bir rol üstlenmek, çiftin istenmeyen davranışını düzeltmek ve doğru davranmalarını sağlamaktır. Çiftin kendini tanıması ve benlik bilincinin oluşturduğu sınırlamaların farkına varması için öncelikle, yaşamın kendisinin kendini gerçekleştiren bir kehanet olduğunu bilerek, cinsel terapistin kendi koşullandırılmışlıklarından kurtulması gerekir. Cinsel Sağlık Enstitüsü 10 çiften oluşan bir vajinismus grubunda araştırma yaptı. Cinsel terapiye birlikte başlayan çiftlere Vajinismus Bilgi Testi uygulandı. Testten sonra, rastgele seçilen 5 çifte vajinismusun üstesinden çok kolay gelebilecekleri, tedavilerinin çok kısa süreceği ve üstün zekâlı oldukları söylendi. 10 çifte de aynı tedavi protokolü yani Dr.Keçe Modeli uygulandı. 1 haftanın sonunda hayret edilecek iki bulgu ortaya çıktı. Birincisi tedavilerinin çok kısa süreceği söylenen 5 çiftin cinsel terapi başarısı diğer 5 çifte göre çok yüksekti ve ortalama 4 günde tedavileri bitmişti. İkincisi ise, cinsel terapi sonunda uygulanan Dr.Keçe Cinsel Doyum Testi’nden, tedavilerinin çok kısa süreceği söylenen 5 çift, diğer çiftlere kıyasla daha yüksek puan almışlardı. Bu araştırma sonuçlarına göre cinsel terapistin çift ile beklentisi ne yönde ise, çiftin o beklentiyi doğru çıkarttığı görülmüştür. Ayrıca bu araştırma cinsel terapistin çifte ne söylüyorsa, öyle olma ihtimalini artırdığını ve cinsel terapide sorumluluğun cinsel terapistle birlikte çiftte olduğunu da göstermiştir. Çünkü insanlar ne görmeyi istiyorsa, buna yakışan bir biçimde davranmaktadır, yani, vajinismusun üstesinden çok kolay gelebileceğine yürekten inanan cinsel terapistler de, tedavilerinin çok kısa süreceğine inanan çiftlerde haklı çıkmaktadır. Bu mekanizmaya “Rosenthal Etkisi” veya “Kendini Doğrulayan Kehanet” denir. İngilizce adı self-fulfilling prophecy’dir. Bu araştırmanın ortaya çıkardığı mantıklı açıklamalar şöyle sıralanabilir: Cinsel terapistler vajinismusun üstesinden çok kolay gelebileceklerine inandıkları çiftlere sosyal ve duygusal anlamda daha sıcak bir ortam ve daha fazla geri bildirim sağlamışlar, kaliteli ve geliştirici sorular ve kaynaklar sunmuşlar ve cinsel terapiye daha çok katılmaları için teşvik etmişlerdir. Buna karşılık çiftler de; cinsel terapistlerinin kendilerini sevdiklerini, kendileri hakkında olumlu şeyler düşündüklerini, onun sevecen ve iyi bir insan olduğunu düşünmüşlerdir. Ülkemizde sıkça kullanılan “40 defa söylersek, olur” atasözü de bu anlamda kullanılabilir. Yargıçların sanıkların suçlu olduklarına dair önyargıları sonucu, kanıtlar ve tanıklar ne derse desin, daha fazla ceza vermeleri veya hastahanelerde sağlık çalışanlarının hastaların iyileşmelerine ilişkin olumlu beklentilerinin, vakalarının iyileşmelerini arttırması Kendi Kendini Doğrulayan Kehanet’e örnek olarak verilebilir. Bernard Shaw’ın Pygmalion yani Bir Kadın Yarattım eserinde “bir çiçekçi kızla hanımefendiyi ayıran, ona yapılan muameledir” der. Bir kimsenin diğer kimseyle ilgili beklentisinin, onun davranışlarını değiştirdiği gerçeği, cinsel terapistler tarafından çok iyi bilinmelidir. Çünkü cinsel terapistlerin hastalarıyla ilgili beklentileri ve onlara davranışları onların performanslarını, uyumluluklarını ve cinsel terapi içerisindeki gelişimlerini etkilemektedir. Buna karşılık, başarısız cinsel terapistler benzer beklentiler doğuramazlar ve bunun sonucunda da çiftin terapiye uyumu ve terapinin başarısı düşer.
Kız çocuklarına “bacaklarını kapat”, “eteğini ört”, “erkeklerden uzak dur, sana çok kötü şeyler yaparlar”, “bisiklete binme kızlık zarın yırtılır” vb sıfatlarla yaklaşıldığında, ileride cinsellikten korkma ve ilişkiye girdiklerinde çok kötü bir şey olacağı beklentileri artacaktır. Kısacası kız çocuklarına olumsuz olarak ne denirse öyle olması kolaylaşmaktadır. Çünkü kız çocuklarına cinsel konularda olumsuz bir sıfatla yaklaşıldığında, onun kafasındaki olumsuz benlik imajı pekişmiş olacaktır. Amerika’da yapılan bir araştırmada 3 kez evlenip üçünde de koca dayağı yüzünden boşanmış olan kadınlar incelenmiş ve bu kadınların kendilerine yönelik saygılarının çok düşük olduğu bulunmuştur. Araştırmacılar, bu kadınların kendilerine değer vermeyecek eşleri bilerek seçtiklerini söylemişlerdir.
Sosyal Psikolog Douglas McGregor’un tanımlamış olduğu insan doğası hakkında oluşturulmuş X ve Y Teorisi’de kendini doğrulayan kehaneti açıklamakta yol göstericidir. İnsan doğası hakkında olumsuz varsayımlarda bulunan ve otoriteye dayanan X teorisine göre; bir kadın cinselliği sevmemekte ve elinden geldiği kadar cinsel ilişkiden ve sorumluluktan kaçmakta, öz yönetim yerine yönetilmeyi ve her şeyin üstünde kendini korumayı ve güvenliği tercih etmektedir. Motive edici unsur korkudur. Kadının cinsel ihtiyaçlarını dikkate alan Y teorisi ise, insan doğasına karşı çok daha olumlu bir yaklaşım içindedir. İnsanlar cinselliği öğrenmek ve kendilerini geliştirmek arzusundadırlar. Cinselliği tatmin edici, doyurucu ve eğlenceli bulmaktadırlar. Kişiler, sorumluluk ihtiyacı duyarlar ve amaçlarına ulaşabilmek için kendilerini yönlendirebilirler. Burada motive edici unsur, başarı, kabul görme, meydan okumalarla başa çıkma gibi ihtiyaçlardır.
İnsanlar çevrelerinde olup biten her şeyin kontrolleri altında olmasını isterler, bu nedenle olaylar ve kişiler hakkında beklentiler oluşturma eğiliminde olurlar. Beklentiler insanın olduğu her yerde varlığını gösterir ve davranışları yaratır. Bu nedenle, vajinismusta istenilen sonuçlara ulaşmanın yolu düşüncelerin ve beklentilerin kontrol altına alınmasından geçer. Beklentilerini kontrol altına alan çift aslında cinsel yaşantısını da kontrol altına almış olur. Çünkü insanlardan, olaylardan, genel olarak hayattan beklentilerin analizi yapılarak sahip olunacak bilinç sayesinde hayata olumlu tutum ve yaklaşım içinde olmak mümkün olacaktır. Çünkü inançlar, mevcut cinsel bilgiler ve hisler cinsel hayatta yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven kazanır ya da kaybederler. Kişinin kendisine duyduğu güven sürekli olarak artıp azalabilir ve bu kendini gerçekleştiren kehanet haline gelir. Cinsel ilişkiyi başarabileceğine inanan kişi başarmak için hareket eder. İki şekilde de inanç kendini doğrular hale gelir. Bu etki “Wallenda Faktörü” olarak da bilinmektedir. Karl Wallenda adında bir ip cambazı senelerce başarılı gösteriler yaptıktan sonra ipten düşerek hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra eşi tarafından yapılan açıklamaya göre Karl Wallenda’nın, düşmeden önceki üç ay boyunca tek düşüncesinin ipte yürümek yerine ipten düşmek olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm enerjisini ipte yürümek yerine ipten düşmemek üzerine yoğunlaştırmıştır. Sonuç olarak, başarısızlıktan korkulduğunda tüm düşünce, enerji aslında bu noktaya yoğunlaştığından başarıya ulaşmak zorlaşmakta, belki de imkânsız hale gelmektedir. Uyguladığımız yöntemde kendini gerçekleştiren kehanet olarak bilinen bu kavrama göre; kişi eğer kendisini cinsel ilişkiye girmede yetersiz hissediyorsa, algılarında uyumsuzluğa neden olmamak için yetersiz davranacak ve sonuçta, cinsel ilişkiyi ret ederek beklentisinin gerçekleştiğini görecektir. Kendini doğrulayan kehanet kavramı şu ilkelerden oluşmaktadır: İnsanlar kişiler ve olaylar hakkında belirli beklentiler oluştururlar. Çeşitli yollar ile bu beklentilerini belirtirler. Genellikle davranışlarını beklentilerine uyumlu hale getirecek şekillerde karşılık verirler. Sonuçta orijinal beklenti gerçekleşir. Böylece kendini doğrulayan kehanet konusunda bir kısır döngü oluşur.