Düşüncenin temelinde insan vardır. “İnsan düşünceden ibarettir; geriye kalan et ve kemik; gül düşünür gülistan olur, diken düşünür dikenlik olur” demiştir Mevlana… Bir gül fidanının gül, elma ağacının meyve vermesi gibi, insan da düşünce üretir. Yani insanın meyvesi de düşüncelerdir. “Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür” demiştir Mahatma Gandhi… Bu nedenle insan kötü düşünmeye başladığında kendini kötü hisseder, korku ve kaygı duymaya başlar. Ancak korku, endişe, kaygı, anksiyete, bunaltı, üzüntü, fobi ve panik çok yanlış bir şekilde aynı anlamda kullanılan kelimelerdir.
KORKU NEDİR?
Aniden ortaya çıkıveren bir tehlikeye karşı gösterilen bir reaksiyon olan korku, herkesin yaşayabileceği temel duygularımızın başında gelir. Bu tehlike gerçek ya da kişinin bilinciyle algıladığı bir tehlikedir ve söz konusu tehlike kişide "Savaş ya da kaç!" tepkisini ortaya çıkartır. Çünkü herhangi bir "tehdit" varsa "savunma" durumu ortaya çıkar ve insan korku duyduğunda bütün içsel kaynaklarını kullanarak bu tehlikeye karşı kendini savunmaya çalışır; ya donup kalır, ya kaçar, oradan uzaklaşmaya çabalar, ya da saldırı ve tehdidi yok etmeye çalışır. Bu nedenle korku belirli bir tehdit sonucunda, "uyarıcı, savunmacı, korumacı" bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir savunma mekanizmasıdır ve evrensel bir duygudur. Örnek olarak ıssız bir sokaktasınız ve havlayarak bir köpek üzerinize doğru geliyor, bu durumda korku tepkilerini vermeniz doğaldır.
KAYGI NEDİR?
Kaygı, anksiyete, bunaltı ve endişe ise aynı anlamda kullanılan kelimelerdir ve korku ile çok yakından ilişkilidirler. Ancak kaygı ve korku arasında önemli farklar da bulunmaktadır. "Sebebi bilinen" korku daha çok şu an ve şimdi ortaya çıkan tehlikelere karşı gösterilen bir tepki iken, "sebebi bilinmeyen" kaygı, gelecekle ve oluşabilecek kötü şeylerle ilgili duyguları içermektedir. Yani kaygı daha çok geleceğe yöneliktir, gelecekte ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı bedenimiz ve düşüncelerimizdeki değişiklikleri ve bilincimizin farkında olmadığı bilinmezlikleri kapsar. Yani kaynağı belli olmayan kaygı, kişide "her an kötü bir şey olacakmış hissi", örneğin, her an kötü bir haber alacağı ya da kendisinin yahut yakınlarının başına kötü bir şey geleceği korkusu ile gelen bir sıkıntı, tedirginlik, gerilim ve bunaltı duygusudur. Yabancı bir ortamda yeni insanlarla tanışırken hissedilen belirsiz rahatsızlık, sınavda veya sınava girmeden önce yaşayan huzursuzluk, çocuğu eve bir saat gecikmeyle gelen bir annenin “Mutlaka çocuğuma araba çarpmıştır”, “Birileri çocuğuma bir şey yapmıştır” türünden düşüncelere dalması kaygıya örnek olarak verilebilir. Anlaşılacağı üzere kaygılanan kişinin hayatında korkudaki gibi "somut" bir tehlikeden, durumdan bahsedilemez. Korku ile karşılaştırıldığında kaygı, daha yaygın, daha yavaş ortaya çıkan, tanımlanması daha zor, daha uzun süren belirtileri olan, daha derin bir korku duygusudur.
KAYGININ 4 BİLEŞENİ…
Kaygı genellikle kan basıncı, nabız ve kalp atışının artması, titreme, terleme, ana kas gruplarına birden kan akışının hücum etmesi nedeniyle kaslarda gerginlik, bağışıklık ve sindirim sistemi fonksiyonlarının yavaşlaması, mide bulantısı, el ve ayaklarda soğukluk, titreme-üşüme hissetme gibi "bedensel", korku, kızgınlık, üzüntü ve panik hissi gibi "duygusal", "Başıma kötü bir şey gelecek" gibi "düşünsel" ve kaçma, uzaklaşma, görmezden gelme gibi "davranışsal" bileşenlere sahiptir.
PANİK BOZUKLUĞU…
Belirli bir uyaran veya tehdit olmadan, kendiliğinden gelişen panik ataklarla karakterize duruma panik bozukluğu denir. Panik atak, kaygı belirtilerinin bir kısmı veya tamamının eşlik ettiği, genellikle bir saatten kısa süren, şiddetli kaygı ataklarıdır. Panik bozukluğu tanısı için panik atakların tekrarlayıcı biçimde yaşanması, kendiliğinden ortaya çıkması, tabloya tekrar panik atak geçirme kaygısının yani beklenti kaygısının eşlik etmesi gerekir.
FOBİLER…
Korkulan nesne, eylem ya da durumdan "bilinçli kaçınma" ile sonuçlanan ve kişinin mantıksız olduğunu bildiği bir korku olan "fobi", en sık rastlanan ruhsal bozukluklardan biridir. Fobik nesnenin varlığı ya da beklentisi kişide yoğun kaygıya neden olur. Fobik nesne veya durum karşısında kişi verdiği düşünsel, duygusal, bedensel ve davranışsal tepkinin aşırı olduğunun farkındadır. Böcek, fare gibi "hayvan fobisi", fırtına gibi "doğal çevre fobisi", "kan, enjeksiyon ve yara fobisi", yükseklik, kapalı alan, toplu taşıma aracı, asansör, uçak gibi "durumsal fobiler", soluğun kesilmesi, kusmak, çocuğun film kahramanlarından korkması gibi "diğer fobiler" olmak üzere beş tip fobi vardır. Sosyal fobi ise başkalarınca eleştirilme, onların yanında rezil olma, utanç duyulacak durumlara düşecek davranışlar sergileme endişesiyle sosyal ortamlara girmekten çekinme ya da insanlarla iletişim kurma konusunda korku yaşanması durumudur. Sosyal fobinin sadece kalabalık önünde konuşma gibi özel bazı durumlarda yaşanan "özgül sosyal fobi", toplum önünde konuşma, umumi tuvaletleri kullanamama, toplu yemek yenen yerlerde yemek yiyememe, bir arkadaş grubunda sohbete katılamama, karşı cinsten biriyle sohbet edememe, başkalarının önünde soyunamama gibi çok sayıda sosyal ortamda yaşanan "yaygın sosyal fobi" ve sınava girme, sahneye çıkma, seks yapma gibi sadece kişinin bir performans göstermesi gerektiği ortamlarda yaşanan "performans anksiyetesi" veya "başaramama korkusu" olarak da bilinen "başaramama sosyal fobisi" olmak üzere üç tipi vardır.
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK…
Kişinin saçma olduğunu bildiği halde, zihnine tekrarlayıcı ve zorlayıcı bir şekilde gelen, bilinçli çaba ile zihninden uzaklaştıramadığı düşüncelere "obsesyon" yani "takıntı" adı verilir. Obsesyonların yarattığı kaygıyı azaltmak için kişinin istemli bir şekilde yinelediği davranış veya düşüncelere ise "kompülsiyon" yani "zorlantı" adı verilir.
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU…
Doğal afetler, cinsel veya fiziksel saldırılar, ağır yaralanmalar ve savaş gibi hemen herkes için travmatik olacak kadar büyük stres yaşayan kişilerde, düşlerde ve uyanıkken travmanın tekrar tekrar yaşantılanması, travmayı hatırlatan durum ve ortamlardan sürekli kaçınmak ve çabuk sinirlenmek, öfke nöbetleri yaşamak gibi uyarılmışlık düzeyinde aşırı artma, duyguların baskılanması, çevre ile iletişimin azalması ve duyguları ifade edememe ile kendini gösteren belirtiler, travmadan sonraki ilk bir ayda görülüp geçiyorsa akut stres bozukluğu, travmadan altı ay sonra başlarsa "travma sonrası stres bozukluğu" adını alır.
KORKU VE KAYGIYLA BAŞ ETMENİN YOLLARI…
İnsan ya korku ve kaygısını kontrol eder ya da korkusu ve kaygısı onu ve hayatın kontrol eder, kölesi yapar, yapacaklarını belirler… Korkusuyla ve kaygısıyla başa çıkma yöntemi olarak kaçma ve kaçınma davranışlarını bir çözüm olarak gören her insanın hayatı yüzleşme konusunda sürekli bir yenilgiye uğrama hikâyesine dönüşür. İnsan yenilgiye uğradıkça korkusu ve kaygısı daha da güçlenir ve onu zayıflatır, hayata dair yeni şeyleri deneyimlemesini ve öğrenmesini engeller. Bu nedenle paradoks olarak korku ve kaygı en derin anlamıyla "ileri gitme ve savaşma"ihtiyacını simgeler, "geri çekilme ve kaçınma" ihtiyacını değil… Yani yüzmekten korkan bir insan suda daha çok vakit geçirmezse, suyun içindeki tavrını, kendini, kendinin anlam ve değerler sistemini gözlemleyip, yeniden yapılandıramazsa yüzmeyi öğrenemez. Yüzmekten korkan biri önce duygularını kabullenmelidir, düşüncelerini mantıklı bir şekilde tahlil etmelidir, verdiği tepkilerinin hatalı şablonunu bilinçli bir şekilde karşılayıp, doğru ve sağlıklı davranış şablonlarını benimsemelidir, sentez ve dengeyi gözetmelidir, paradoksu fark edebilmelidir, hata yapmaktan korkmamalı ve hatayı gelişiminin bir basamağı olarak görmelidir. Eğer insan tren raylarında duruyorsa ve bir tren yaklaşıyorsa korkmalıdır ve orayı terk etmelidir, bu doğru bir tepkidir. Çünkü trenin çarpması ölümcül olacaktır. Ancak insan bir asansörün önünde endişeyle dikiliyorsa ve binmeye korkuyorsa, bu durumda korkusuna boyun eğmemelidir ve orayı terk etmemelidir, onunla yüzleşmelidir, bu daha doğru bir tepki olacaktır. Çünkü asansörden gelebilecek olası bir tehlike, bilincin zihinden geçen başka bir düşünceye odaklanmasıyla, göz ardı edilebilir bir tehlikedir. Ancak bu tehlikeden kaçınılması, gereksiz bir başarısızlık döngüsüne neden olur. Bu nedenle hayatta savaşmak için yeterince acı varken insan seçimleriyle yeni acılara davetiye çıkartmamalıdır, bilinciyle sağlıklı bir değerlendirme yapmalıdır; probleminin hızla yaklaşan tehlikeli bir tren mi yoksa, hayatı kolaylaştıran bir asansör mü olduğunu fark etmeli; raylardan çekilmeli ve asansöre girmeyi seçmelidir. Daha sonra korku ve kaygısını kontrol edebilmek için nefes ve gevşeme egzersizleri yapmalı, bilinciyle güzel bir hatırayı anımsayıp ona odaklanmalıdır. Son tahlilde, insanın hayatının kalitesi ve genel şekli, her gün yaptıklarının, seçimlerinin ve söylemlerinin toplamından oluşur…