“Korkmak”, kişinin bir seçimi değildir. Kimse korkmayı istemez ama korkuya karşı daha iyi tepki vermeye hazır olmak için korkuyu iyi anlamayı ve korku anında zihninde, bedeninde neler olup bittiğinin farkında olmayı seçebilir. Jean-Paul Sartre, “Bütün insanlar korkar. Hepsi! Korkmayan insan normal değildir” der. Tehlikelere karşı çok önemli bir “alarm sistemi” işlevi gören ve insanı tepki vermeye zorlayan hayati bir mekanizma olan “korku”, adeta bir bilge gibidir. Korkuya ihtiyacımız vardır. Çünkü korku tehlike ve tehdit anında dikkatli ve uyanık olmamızı, dolayısıyla yaşamda kalma şansımızı artırmayı sağlayan çok özel bir uyarıdır. Ancak bazen bu koruyucu sistemde aksama ya da bozulma olabilir ve korku bir tür alerjik reaksiyona, yani fobiye dönüşebilir. Artık uyarıcı ve koruyucu olmaktan çıkarak zarar verici olmaya başlar. Gerçeklerden uzak, abartılı ve bilinçdışı bir korku türü olan “fobi”, kişinin belirli nesne veya koşullardan kaçmasına, kaçamadığında da şiddetli korku ve heyecan duymasına yol açarak bütün bedeninin irkilmesine, bir facianın gelmekte olduğu hissinin oluşmasına, kalp çarpıntısına, halsizliğe, terlemeye hatta derin bunalım ve depresyona neden olan “birazdan olacaklara dair” çok özel bir korku durumdur.

KORKU TÜRLERİ…

İnsan, çok büyük, aşırı ve denetlenemeyen korkulardan ve fobilerden sorumlu değildir ama sorumlu olmayı ve kontrol etmeyi öğrenmelidir. Bir tehlike ya da tehdit karşısında duyulan korku olağan ve doğal bir durumdur. Çünkü “öfke, üzüntü, mutluluk ve korku” insanın dört temel duygusudur. Korku, doğası gereği herkeste görülen, istemsiz, kaçınılmaz ve gerekli bir heyecandır. Örneğin, evli ve çocuklu bir danışanım çok istemesine rağmen motosiklet kullanmaktan korkuyordu. Aşırı hızda kontrolün kaybedilmesi ciddi yaralanmalar ve ölümle sonuçlanabilecek kazlara yol açabileceğinden, bu korku “sağlıklı ve saygı duyulması gereken bir korku” idi. Bir başka danışanım Pitbull cinsi köpeklerden korkuyordu. Tehlikeli bir köpek olarak bilinen Pitbull’un insana zarar verebilecek kadar güçlü bir çenesinin olduğunu söylüyordu. Etrafında hiç köpek olmamasına rağmen, aklına Pitbull geldiğinde korkuyordu. Ne kadar istese de çok korktuğu için parklara, bahçelere giremiyordu. Bu korku “sıkıntı verici bir korku” idi. Diğer bir danışanım arabaya binmekten korkuyordu. Onun korkusu çok daha sıkıntı vericiydi. Çünkü daha yoğun ve denetlenmesi zor olan bu korku, hem işini doğru dürüst yapmasını engelliyor hem de sık sık bu korkuyu yaşamasına neden oluyordu. Arabaya binmekten olabildiğince kaçınıyor, gitmesi gereken yerlere yürüyerek gidiyor, arabaya binmek zorunda kaldığında ise sakinleştirici bir ilaç almak durumunda kalıyordu. Korna sesi duyduğunda sıçrıyor, kalbi deli gibi çarpıyordu. Bu korku da “acı verici bir korku” idi. Bir başka danışanım ise babasının ölümünden sonra başına kötü bir şey gelebileceğinden korktuğu için iki yıldır evinden çıkamıyordu. Hayatı kısıtlanmış ve acı verici bir hal almıştı. Bu korku ise “gerçek dışı bir korku” idi.

SAĞLIKLI VE NORMAL KORKU…

Can ve mal güvenliğini koruma altına alan “ev alarm sistemleri” hırsızlığa karşı çözüm üretirken, aynı zamanda yangın, gaz kaçağı, acil sağlık ve panik durumları gibi özel çözümleri de kapsar. Bu tip bir alarm eve hırsız girdiğinde çalışmalıdır. Gerekli kişilerin duyacağı kadar güçlü bir ses çıkartmalıdır. Ama yakın çevrede panik yaratacak kadar da rahatsız edici olmamalıdır. Ayrıca işini tamamladığında susmalıdır. Korku da tıpkı hırsız girmesi durumunda çalan alarm gibidir ve işlevi önce kişiyi bir tehlike konusunda uyarmak, sonra da bu tehlikeye karşı en etkili biçimde mücadele etmeye yöneltmektir. Bu nedenle “sağlıklı ve normal bir korku”, tehdit ve tehlike karşısında harekete geçirme ve savunma sistemlerini devreye sokma açısından ölçülü bir etki sağlayan bir alarmdır. Sağlıklı ve normal korku, gerçek bir tehlike karşısında yerinde ve doğru şekilde harekete geçmeli, şiddeti tehlikeyle orantılı olmalı ve savunma konusunda etkili olmalıdır. Tehlike geçtikten sonra ya da çok tehlikeli bir durumun söz konusu olmadığı anlaşıldığında da hızla ve kolayca sona ermelidir. Aksi takdirde yararsız ve tehlikeli olur. Çünkü bitmeyen ve devam eden, denetlenemeyen ve kontrolden çıkan korku, insanın tehdit ve tehlike durumunda uyarılma kapasitelerini felç eden bir “panik atak” durumuna dönüşebilir.

SAĞLIKSIZ VE ANORMAL KORKU…

Harekete geçmesi ve denetlenmesi açısından bozuk bir alarma benzeyen “sağlıksız ve anormal korku” çok yorucu ve yıpratıcıdır. Çoğu zaman çok düşük tehdit ve tehlike eşiklerinde bile çok güçlü bir şekilde tetiklenir ve hiçbir esneklik söz konusu olmadığından hızla paniğe dönüşür. Aykut adını verdiğim danışanım sosyal fobisi yüzünden evden çıkamıyordu; çıkmak zorunda kaldığında yaşadıklarını “Sanki herkes bana bakıyor. Büyük bir utanç duyuyorum. Hemen kaçıp gitmek istiyorum. Ölecekmiş gibi oluyorum, kimseyi yeniden görmek istemiyorum. Kendimi sürekli kovalanan bir av hayvanı gibi hissediyorum. Birisi bana bir şey söylemeye çalıştığında kulaklarım uğulduyor, anlamsız bir şekilde kıpkırmızı oluyorum, titriyorum ya da terliyorum. Çok korkuyorum!” şeklinde anlatıyordu. “Sosyal fobi”, kişinin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir “kaygı bozukluğu”dur. Sosyal fobisi olan kişiler, başkalarıyla yakın etkileşimde bulunmaları ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendileriyle ilgili olarak “Bunalımlı, zayıf, kaçık ya da aptal” gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin veya terlediklerinin, kıpkırmızı olduklarının farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkarlar. Sağlıklı ve normal olmayan bu korkunun denetlenmesi çok zordur. Korku alarmı gerçek bir tehlike veya tehdide göre uyarlanmış değildir ve çok kısa sürede “korkudan korkmak” şeklinde tanımladığım denetlenmesi mümkün olmayan bir panik atağa da dönüşebilir. Aykut, yaşadıklarını şöyle ifade ediyordu: “Topluluk içinde konuşamıyorum. Partiye katılamıyorum. Yabancılarla tanışma gibi sosyal aktivitelerden hep uzak duruyorum. Bir iş yaparken başkaları tarafından izlenmekten, patronumla konuşmaktan, bir kadınla tanışmaktan, umumi tuvaletleri kullanmaktan, telefonda konuşmaktan, başkalarının yanında yazı yazmaktan, herkesin içinde yüzümün kızarmasından veya kontrolümü kaybetmekten çok ama çok korkuyorum. Bu korku gelir gelmez bunun hemen bir panik atağa dönüşmesinden de çok korkuyorum. Bu durum beni delirtecek diye de korkuyorum. Korku bitiyor ama geri geliyor. Ne kadar sık ve çok korkarsam daha şiddetli ve daha kolay korkmaya başlıyorum. Hatta bazen biriyle konuştuğum aklıma geldiğinde bile korkuyorum ve panik atak geçiriyorum. Kalbim büyük bir heyecanla çarpıyor, bacaklarımda derman kalmıyor, titriyorum, bağırsaklarım düğümleniyor, başım dönüyor… Zihnim korkunç bir şekilde rezil olma görüntüleriyle dolu… Bu görüntülerden kurtulmam mümkün değil…”  Aykut’un yaşadığı türden aşırı ve baskı yapan korkular fobi alarmıdır. Sağlıksız ve anormal bir korkunun azalması veya bütünüyle geçmesi çok uzun zaman alır ve bu tür korkular çok kolay bir şekilde yeniden alevlenir.

FOBİLER…

Bir tür kaygı bozukluğu olan “fobi”, kişinin belirli durum, canlı-cansız varlık veya mekana yönelik olarak hissettiği ileri düzeydeki “abartılı ve gerçek dışı korku” halidir. Fobik bir kişi belirli tehlikeleri gerçekte duyulması gerekenden daha fazla tehdit edici olarak algılar ve bu durumlardan şiddetle kaçınır. Kaçınamadığında ise çok büyük bir sıkıntı duyar ve tam bir panik hali yaşar. “Normal korku” ve “fobik korku” aynı şey değildir. Normal korku, şu an ve şimdiye aittir. “Bilinçli, zihinselleşmiş ve denetlenebilen” bir korkudur. Fobik korku ise yakın geleceğe dair bir korkudur. Bu nedenle “kaygı” olarak da adlandırılır. “Bilinçdışı, kaçış olgusuyla birlikte yoğunlaşmış ve akıldışı” bir korkudur. Fobinin veya fobik korkunun en belirgin işareti, fobi oluşturan nesnelerden ya da durumlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışmaktır. Çok şiddetli bir şekilde “korku dolu bir bekleyiş” vardır ve tüm yaşam bu korku çevresinde düzenlenmiştir. Tüm gayretlere rağmen, korkulan durumla karşı karşıya gelmek kaçınılmaz olursa büyük bir dehşet ve sıkıntı yaşanır. Panik atağa dönüşebilecek kadar yoğun ve çoğu zaman denetlenemeyen bu korku tüm bedene hâkim olur. Çoğu zaman tehlikeli olmayan durumlara bağlı olan bu korku, hayatı tehlikeye atmasa da yaşam kalitesini düşürür.

KORKUNUN BIRAKTIĞI İZ…

Gerçek bir korku hastalığı olan fobi, “aşırı korkma” durumudur; kronikleşebilir, ciddi sorunlar yaratabilir ve yaygınlaşabilir. Yaşam doğal yoldan insanları “normal”korkularla karşı karşıya bırakarak, onlarla mücadele etmeyi ve onları kontrol etmeyi öğretir. Örneğin; beton bir zeminde maç yaptığınızı ve kayarak topa müdahale ederken dizinizin parçalandığını farz edelim. Bu olay canınızı acıtsa bile, yaşam deneyimi olarak size bir ders verir. Bir dahaki sefer beton sahada maç yaparken topa sert ve kayarak vurmamanızı öğretir. Çünkü “korkunun bıraktığı iz”“Olaylardan ders çıkar ve tekrarlayabilecek olaylara dikkatlice meydan oku” şeklinde çok önemli bir hayat dersidir. Bu çok değerli ve öğretici bir deneyimdir. Ancak bazı kişiler, böyle bir yaşam deneyiminden ders alıp dikkatli olmak yerine, abartmayı seçerek top oynamaktan korkar. Çünkü dizinin parçalanması anısı sadece belleğinde bir yaşam dersi olarak kalmamış, çok güçlü bir korku olarak kazınmıştır. Bu nedenle de fobi oluşturan korkuyla tekrar karşılaşma riskini almaz, sürekli bir kaçınma ve sakınma içinde olurlar. Örneğin; “Neyse ki evimin yakınında top oynayacağım beton bir saha yok. Olsaydı kendime engel olamaz, oynardım ve yine canım çok yanardı” şeklindeki sakınmayı ele alalım. Bu durum, korkuyu çok şiddetli bir şekilde hissettirmez ama tehlikenin kesinlikle var olduğu ve tehlikeyle karşılaşma durumunda korkunun mutlaka ortaya çıkacağı inancını pekiştirir. Sadece basit bir korku ya da kaçma durumu olmayan fobiler, aynı zamanda korkuyla yüzleşmede yaşanan “duygusal başarısızlıklar”dır. İnsanın en büyük korkularından biri “zarar verme ve zarar görme korkusu”dur. Fobik kişiler zarar verme veya zarar görme korkuları nedeniyle kendilerini korkutan şeylerden kaçmak zorunda hissederler. Bu durumda gerçekten korkulan durumla yüz yüze gelmek çözüm değildir. Çözüm, yüz yüze gelme durumlarında duygusal başarı elde etmektir. Bunun için korkunun yavaş yavaş azaltılması, yani“korkulan durumla kontrollü bir şekilde yüzleşip kendi kendine yardım etme tekniklerini uygulamak” gerekir. Böylece beyin duygusal olarak gerçek bir korku olmadığını, korkunun abartıldığını anlar ve geriye sadece beyni aşırı korkuya karşı duyarsızlaştırmak kalır. Ancak tehlikeyle birden ve güçlü bir şekilde karşılaşılınca korku daha çok artar. Beyin duygusal olarak tehlikenin her zaman var olduğuna inanır. Çünkü beyin, duygusal açıdan sadece küçük eylemlerle değişir. Beyin bir hayvan gibi tatlılıkla ve düzenli bir biçimde evcilleştirilerek yönetilirken, sakınmak ve düşünmek korkularda pek fazla bir değişiklik yapmaz.

FOBİLER ALERJİ GİBİDİR…

Vücudumuzdaki bağışıklık sistemi bizi korur. İnsan vücudunda iki tür bağışıklık sistemi vardır. Biri mikroplardan koruyan bağışıklık sistemi, diğeri ise kontrolden çıkan ve alerjiye neden olarak bizi hasta eden bağışıklık sistemidir. Yani bizi hasta eden alerjik tepkilerimizin sorumlusu da bağışıklık sistemimizdir. Virüslere karşı geliştirdiği saldırı yöntemlerinin benzerlerini bazı maddelere, örneğin polenlere, tozlara, kimyasallara veya gıdalara karşı da oluşturup vücudumuzu korumaya çalışır. Bu koruma kontrolden çıkar ve alerjik durumlar ortaya çıkar. Havayı soluduğumuzda bu havanın akciğere iletilmesini bronş adı verilen yapılar sağlar. Çeşitli alerjik uyaranlar sonucu kontrolden çıkmış bağışıklık sistemi devreye girer. Bronşlar aşırı derecede kasılır ve daralır. Hava yollarının daralmasıyla nefes almak güçleşse de nefes vermekte daha çok zorlanılır. Bu şekilde nöbetler halinde ortaya çıkan, geri dönüşümlü bronş kasılmalarına “alerjik astım” denir. Bu nedenle alerjik durumlar ve bağışıklık sistemi birbirine bağlıdır. Bağışıklık doğuştan da gelebilir, ilk temastan sonra öğrenme yoluyla da kazanılabilir. Korkularımız için de aynı durum söz konusudur. Yani bazı korkularımız “tehlikeler karşısında değerli bir alarm sistemi” olarak bizi bağışıklık sistemimiz gibi korur. Bazı korkularımız ise bir tür alerjik reaksiyon gibi alıp başını gidebilir ve fobiye dönüşebilir. Kontrolden çıkmış bağışıklık sistemimiz gibi bizi hasta edebilir. Yılan veya fare gibi bazı korkularımız doğuştandır. Bir köpek ısırması sonrası öğrenilen köpek korkusu gibi bazı korkularımız ise yaşam deneyimlerimizden sonra öğrendiğimiz korkulardır. Bu nedenle “normal” korkularımızı tehlikelerin belirlenmesiyle ilgili koruyucu bağışıklık sistemine benzetilebilir. Tehlike geçtikten sonra ya da çok tehlikeli bir durumun söz konusu olmadığı anlaşıldığında, çabuk ve kolay geçerler. Korkularımız alarm işlevini yerine getirdikten sonra azalmalıdır. Aksi takdirde yararsız ve tehlikeli olurlar. Tıpkı alerjik bir astım krizi gibi olurlar. Bu nedenle büyük korkularımız, bizi korumanın ötesinde bizi hasta eden alerjik reaksiyonlara benzer. Bir korku patlaması olan fobik korkularımız da alerjik astım krizi gibidir. Şiddetli ve doğamızla uyumsuzdur.

FOBİLERİN TEDAVİSİ…

Fobiler tedavi edilmediği takdirde çok uzun zaman devam edebilirler. Aslında tedavi olmaksızın düzelen fobik kişi sayısı azdır. Fobilerin tedavisi hem mümkündür hem de tedavinin başarı oranları yüksektir. Tedavi amacıyla bilişsel-davranışçı psikoterapiler ve ilaçlar kullanılır. Çoğu zaman fobilerin tedavisinde ilaç ve psikoterapi birlikte uygulanır. Kişinin korktuğu durumun ayrıntılı bir analizi yapıldıktan sonra korkulan durumla gitgide artan derecede karşılaşmasını sağlanan “yüzleştirme tekniği” adı verilen yöntem en yaygın kullanılan davranışçı tekniktir. Bundaki amaç, kişinin kaçınma davranışını önlemek ve belli durumlarda ortaya çıkan anksiyeteyi azaltmaktır. Fobik kişinin korkusuyla yüzleşmesinin sağlandığı, başlangıçta sıkıntı ve korku verici olan bu işlem, fobik kişi korkulan ortamda yeteri kadar süre kalabilirse, alışmayla ve korkunun azalmasıyla sonuçlanır. Anksiyete ile başa çıkma tedavisinde “nefes ve gevşeme egzersizleri”, hipnoz, duygusal özgürleşme teknikleri olarak ifade edilen EFTgöz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme tekniği olarak bilinen EMDR ile diğer bilişsel davranışçı tekniklerden yararlanılır.

Cem KEÇE

Share
Published by
Cem KEÇE

Yeni İçerikler

VAJİNİSMUS: “BİR KAÇINMA VE ERTLEME BOZUKLUĞU”

“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…

6 ay ago

GEÇ BOŞALMA

Yoğun stres, gerginlik, anksiyete, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, suçluluk ve günahkarlık duyguları, bilinçli ve bilinçdışı düşünceler…

6 ay ago

CİNSEL FANTEZİLER VE CİNSEL AŞK OYUNLARI

“Cinsel fanteziler”, insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolaydır,…

6 ay ago

PENİSİ TAKINTI YAPMA BOZUKLUĞU

Her erkek egemen toplumda olduğu gibi ülkemizde de en aşılmaz tabularından biri penis, penis boyu…

6 ay ago

SERTLEŞME BOZUKLUĞU

Beş duyu ile alınan cinsel uyaranlar ve cinsel fantezilerle beyinden kalkan cinsel uyarılar omurilik üzerinden…

7 ay ago

ERKEN BOŞALMA KADER DEĞİLDİR

En sık görülen cinsel sorunların başında yer alan “erken boşalma”, cinsel etkinlikler sırasında bir erkeğin…

7 ay ago