Canlı bir organizmanın canlılık faaliyetini sürdürmesi olan “hayat”, insanın bilinçli olarak görme, işitme, tatma, dokunma, koklama ve hissetme gibi yeteneklerini kullanabilmesi, fiziksel hareketlerini yerine getirebilmesi ve yaşamsal fonksiyonlarını sürdürmesi anlamına gelir. Çocukken oynadığımız oyunların büyüyünce oynamamıza izin verilmediği hayat, aşk gibidir, regresyonu, zıtlıkların dansını, tekrarları ve rastlantıları sever. İşte tüm bunlarla birlikte nasıl var olduğumuz ya da olmadığımız, regresyonu fark etmemiz, korku ile kaygıyı, korkunç olan ile tehlikeli olanı ayırabilmemiz ise hayatımızın kalitesini ve yönünü belirler.
TEHLİKELİ VE KORKUNÇ…
“Sevgi” ve “korku” iki temel duygudur. Deneyimlediğimiz her şey, sevgi, korku ya da bunların karışımı olan bir duyguyu içerir. Sevgi, bizi daima olumlu yönde etkiler. Korku ise bizi olumsuz etkileyen öfke, suçluluk, içerleme ve nefret gibi olumsuz duygulara zemin hazırlar, korkunç ile tehlikeli olanı karıştırmamıza yol açar. Oysa korkunç olanla tehlikeli olan şey gerçekte aynı şey değildir. Çünkü korkunç olan her şey tehlikeli değildir, tehlikeli olan her şey de korkunç değildir. Örneğin; panik atak korkunç bir durumdur ama tehlikeli değildir. Panik atak ıssız bir sokakta elinde bıçakla kurbanının üzerine giden bir psikopatın olduğu bir gerilim filmi sahnesini izlemek gibidir. Herkes o an filmi izlerken çok korkar ama kimse sinemadan kaçmaz, bu sadece bir gerilim filmdir, gerçek değildir ve filmi izlemeye devam eden hiç kimseye bir şey olmaz. Hatta bazı insanlar korku ve gerilim filmi izlemekten çok hoşlanırlar, çünkü korkunç olanla tehlikeli olan arasındaki farkı çok iyi bilirler. Bu nedenle her ikisi bize acı verse de, şu yalan dünyada “gerçek korku” ile “kurgulanmış korku” arasındaki farkı çok iyi bilmemiz gerekir. “Tehlikeli” olan ve hayatı gerçekten tehdit eden tehlikeli durumlar karşısında yaşanan “gerçek korku”, şu an ve şimdiye ait, nedeni bilinen, korunma amacıyla ruhun ve bedenin birlikte hareket ettiği ve hayatta kalmamızı sağlan birsavunma mekanizmasıdır. “Korkunç” olan ve çoğu zaman yaşam sorumluluğundan kaçma eğiliminden kaynaklanan “kurgulanmış korku” ise, çok iyi bir uyuşturucudur, şu an ve şimdiye ait değil, geleceğe dairdir. Bu yapay korku zihinde üretilir ve kurgulanır, geleceğe dair kötü bir şeyler olacağı beklentisiyle körüklenir, nedeni çoğu zaman belli değildir ve kişiyi çocuklaştırır, yani psikolojik olarak geriletir (regresyon). Bu kurgulanmış korkuya “kaygı” (bunaltı, anksiyete) adı verilir. Mevlana’nın dediği gibi, “İnsan düşünceden ibarettir; geriye kalan et ve kemiktir; gül düşünür gülistan olur, diken düşünür dikenlik olur” demiştir … Bir gül fidanının gül, elma ağacının meyve vermesi gibi, insan da düşünce üretir. Yani insanın meyvesi düşünceleridir. “Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür” demiştir Mahatma Gandhi… İnsan kurgulanmış korkuyla dolu bir düşünceye odaklandığında kendini kötü hisseder; korku ve kaygı duymaya başlar, zamanla regresyon durumu ortaya çıkabilir yani kurguladığı korkunun kaynağına dönerek geriler. Ancak korkunç ve tehlikeli arasındaki farkı bilerek korkularından kaçmazsa, olumlu ve iyi bir düşünceye odaklanırsa yaşadıklarından çok şey öğrenerek regresyondan çıkabilir.
REGRESYON…
Psikolojide “çocuklaşma”, ruhsal gelişim evrelerinde gerileme, geçmiş yaşam deneyimlerine geriye doğru gitme gibi anlamlara gelen “regresyon”, aynı zamanda korkunç ve tehlikeli durumlar karşısında derin egomuzun (içimizdeki çocuk parça) kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Kişi çok korktuğunda, yoğun kaygı hissettiğinde, bir çatışma ve stres durumundan kurtulmak için bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik şeklinde sıralanan ruhsal gelişim basamaklarında geriye doğru gider. Örneğin; yeni kardeşi olan bir çocuğun çişini, kakasını altına yapması regresyondur. Çocuk bu davranışıyla “Ben de bebeğim ve bakıma ihtiyacım var” demek ister… Hepimiz ömür boyu birtakım evrelerden geçeriz, zamanla olgunlaşırız ama tüm bu süreç içerisinde zaman zaman daha genç yaşlarda hatta bebekliğe varabilen evrelerde yaşamış olduğumuz davranışlara benzer davranışlar gösterebiliriz.
KOLEKTİF REGRESYON…
Regresyon toplumsal yani kolektif olarak da gerçekleşebilir. Örneğin; 2. Dünya Savaşı öncesinde Alman halkının kolektif regresyon yaşaması gibi, biz de son yıllarda kolektif bir regresyon yaşıyoruz; bir kurtarıcı bekliyoruz, var olan kurtarıcı rollerine sarılıyoruz, çocuklaşıyoruz, çok kolay kandırılıyoruz, bir şeyleri hep başkalarından bekliyoruz. Tıpkı aç ve çıplak bir bebek gibi bağımlı tepkiler veriyoruz, özerk olamıyoruz, abartılı ve iddialı sözler duyunca coşuyoruz, kurgulanmış olan ile gerçeği karıştırıyoruz, kendi sorumluluklarımızı inkar etmek için başkalarının yaptıklarını eleştirip kendi sorumluluklarımızdan kurtuluyoruz, Einstein’ın dediği gibi, aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp, farkı sonuçlar beklediğimiz bir delilik hali içindeyiz… Son yıllarda yaşanan siyasal ve toplumsal çalkantılardan dolayı “kimlik bocalaması” da yaşıyoruz ve ortak tarihimiz konusunda mutabık kalamıyoruz. Birer zenginlik ve değer olan farklılıklarımızı çok yanlış bir şekilde çatışma alanlarına dönüştürüyoruz, farklılıklarımızla bir arada yaşamakta zorlanıyoruz. Aradan 93 yıl geçmesine rağmen hâlâ padişahın tebaası olmaktan kurtulamıyoruz, çağdaşlığı ve demokrasiyi içine sindirmiş bir millet olamıyoruz. Toplum olarak içinde bulunduğumuz bu kolektif regresyon durumumuzun nedeni, en hâkim duygularımızdan birinin korku olması ve bu korkunun geleceğe dair kurgulanmış kaygılarımızla her geçen gün artması…
BİR SORUNUN KAYNAĞINA DÖNMEK…
Bir yaşam travması karşısında kendiliğinden ortaya çıkan ve “bir sorunun kaynağına dönmek” veya “geriye gitmek” anlamına gelen regresyon, “zihindeki anılarda geriye doğru gitmek”tir. Regresyon, “hatırlamak”tan farklıdır. Çünkü hatırlamak zaten yaşadığımızı bildiğimiz olayların yeniden aklımıza gelmesidir. Zihinde canlanan olayın “sanki o anda yaşanıyormuş algısı” yaratması olan regresyon ise, çağrışım ve telkin yoluyla ortaya çıkan çok özel bir durumdur, “uyanıkken görülen rüya”gibidir. Regresyonun oluşması için kişinin önce çok korkması ve daha sonra çok özel bir bilinç durumuna, yani hipnotik bir zihinsel duruma geçmesi söz konusudur. Regresyon, psikoterapi sürecinde bir psikoterapist tarafından ele alındığında, kişiyi rahatsız eden ruhsal enerjinin ona şifa vermeye başlamasını, bedeninde sıkışıp kalmış duygularının boşaltılmasını, zihninde bilinç ve bilinçdışı arasında yeni bir denge kurulmasını sağlar. Bunun sonucunda da kişinin davranışları, seçimleri ve söylemleri değişir, kötü alışkanlıkları ortadan kalkar. Diğer bir ifadeyle, kişinin şimdiki hayatında yaşadığı bir sorunun geçmişteki kaynağına gidilerek, oradaki blokajları ortadan kaldırma yoluyla mevcut sorunun çözümüne katkıda bulunulmasına “regresyon terapisi” denir.
REGRESYON TERAPİSİ…
Hayatımızın senaryosunun yazarı bilinçdışımızda yaşar. Hissettiğimiz tüm korkular, kaygılar, ilişki sorunları, maddi sorunlar ve bunun gibi daha birçok inanç ve kalıp bilinçdışımızda yer alır. Bu nedenle bedenimizdeki her fiziksel sorun, olumsuz bir düşünceyle ve duyguyla veya bunların bir kombinasyonuyla bağlantılıdır. Bedenin yaşadığı hasarın boyutlarını, bu kombinasyonun derinliği ya da stres faktörü belirler. “Regresyon terapisi”, kişide derin travma ve şok oluşturmuş, hazmedilememiş, eksik veya yanlış anlaşılmış, bu nedenle de kişinin hayatını çekilmez kılan, iç dengesinde dalgalanma yaratan ve bir baskı unsuru olarak zihninde yer etmiş olaylara, bunlarla ilgili anılara ve duygulara ulaşıp onları sanki şu an ve şimdi yaşanıyormuşçasına tekrar yaşatarak, kişinin üzerinde oluşan olumsuz etkilerini olumluya dönüştürme, olaylara ilişkin anlayışını ve benlik imajını yeniden yapılandırma yöntemidir. Regresyon terapisi, bedensel gevşeme ve rahatlama sağlandıktan sonra bilinçdışına yapılan çok özel bir yolculuktur. Bu yolculukta bireyin deneyimlediği her şeyin zihnine kaydedildiği varsayımı kişiye rehber olur. Bu rehberlikte kişi yaşadığı ruhsal sıkıntının kaynağına döner, yani geriye gider, çözümlenmesi gereken konunun ya da sorunun geçmişteki oluşma nedenlerine ve kaynağına iner. Böylece kazandığı içgörü ve farkındalıkla geçmişte yaşadığı olayları değil, o olaylardan dolayı üzerinde taşıdığı enerjiyi değiştirip dönüştürerek istediği hayatı yaşamaya başlar.
EGO HİZMETİNDE REGRESYON…
Regresyon yalnızca anormal durumlarda ortaya çıkan bir savunma mekanizması değildir. Bazı yaratma ve üretme süreçlerinde de regresyon yaşanır. Örneğin; şairlerin, ressamların ve diğer sanatçıların yarattıkları eserlerde regresyonun sonuçları görülür. Buna “ego hizmetinde regresyon” adı verilir. Çünkü zihinsel olarak geçmişe gidilerek geçmişte yaşanan olumsuz duygu ve düşüncelerin düzenlenmesi yoluyla ortaya çıkan enerji yaratıcılıkta kullanılabilir. Dolayısıyla hem bir sanat hem bir savunma mekanizması hem de bir psikoterapi tekniği olan regresyon; kendimizi, kendi varlığımızı ve geçmişimizi bütünsel anlamda tanımamıza ve iç dengemizi sağlayarak bugüne katkıda bulunan çok etkili bir çalışmaya dönüşebilir. Çünkü yanıtını bulamadığımız soruların tüm yanıtları, gözlerimizi kapatıp, bakmayı bilerek içimize baktığımızda tüm açıklığıyla gözlerimizin önüne serilecektir.