Bedensel ve zihinsel boyut kalıtsal faktörleri ve doğuştan getirilen dürtüleri içermektedir. Anlam yoluyla terapi anlamına gelen logoterapi üçüncü boyut üzerinde durur. Ruhsal boyutun kaynağı ruhsal bilinçdışıdır. Vicdan, aşk ve estetik bilinç ruhsal boyutun ürünleridir.

Frankl varoluşsal terimini 3 şekilde kullanmaktadır. Bunlar;

—var olmanın insana özgü tarzı yani varoluşu anlatmak,

—varoluşun anlamı,

—kişisel varoluşta somut bir anlam bulmaya yönelik arayış yani anlam istemi, şeklinde sıralanabilir.

Logoterapi; anlam vasıtasıyla şifa kazandırma demektir. Logos, Yunanca’da; Tanrı’nın iradesi, evrendeki akışı kontrol eden ilkeler, bilgi ve anlam demektir. Ancak Victor Emil Frankl, logos’u daha ziyade “anlam” olarak kavramış ve kendi yaklaşımına tercüme etmiştir. Logoterapi logos ve terapi sözcüklerinin bileşiminden oluşmaktadır. Anlama ilişkin iradenin, zevke veya hazza ilişkin iradeden daha temel olduğunu savunan Frankl; logoterapi ve varoluşsal analizi 1930’larda Freud ve Adler’in görüşlerine tepki olarak geliştirmiştir. Çünkü kişinin en temel kaygısı haz peşinde koşmaktan ziyade anlamdır. Yaşam ve bilinç bir aradadır, ayrılmaz bir bütündür. Başka bir ifadeyle, her türlü sıkıntının temelinde insanın anlam bulamaması, anlam boşluğuna düşmesi yatmaktadır. Logoterapinin en temel hedefi; yaşam koşulları her ne olursa olsun insanların anlam arama çabalarına yardımcı olmak ve onları anlamlı, mesul bir yaşam için gereken güçle teçhiz etmektir. Çünkü insan davranışlarını yönlendiren temel güdü, yaşamda anlam arayışıdır. Frankl’a göre yaşamın anlamı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık göstermektedir. Önemli olan genelde yaşamın anlamı değil, daha çok belli bir zaman diliminde insan yaşamının özel anlamıdır. Bu anlam ise, bireyin kendisi tarafından bulunabilir. Ayrıca insan kendi idealleri ve değerleri için yaşar. Gerekirse de kendi idealleri ve değerleri için ölür. Logoterapi, bireyin yaşamının anlam bulmasına odaklanır. İnsanlar uğruna yaşamaya değecek bir amaç ve anlam ararlar. Yaşamlarında anlamsızlık duygusu ağır basan bireyler, uğruna yaşamaya değer bir anlam bulamadıklarından, iç dünyalarında varoluşsal boşlukiçindedirler. Frankl, varoluşsal boşluğu 20. yüzyılın en yaygın sorunu olarak görmektedir. Varoluşsal boşluk, can sıkıntısı durumunda dışa yansımaktadır. Yani varoluşsal boşluk; can sıkıntısı, durgunluk ve boşluk duygusu olarak yaşanmaktadır. İnsanın anlam arayışı engellendiğinde “varoluşsal engelleme” ortaya çıkmaktadır. Varoluşun engellenmesi ise nevroza neden olur. Altında anlam arayışının engellenmesinin yatmakta olduğu nevrozlar, kişide çatışma yaratır. Ama çatışma her zaman için olumsuz değerlendirilmemelidir, normal ve sağlıklı bir süreçte de olabilir. Acı çekmek her zaman için patolojik bir olgu değildir. Frankl’a göre acı, yaşama anlam katan bir durumdur ve eğer acıdan kaçınmak mümkün değil ise, acıyı yaşamın bir parçası olarak görmek, acının içinden geçmek, insanları intihardan kurtarabilir ve direnç kazandırabilir. Acı nevrotik bir semptom olmaktan çok varoluşsal engellenmeden kaynaklanıyorsa, kişiyi insanca bir başarıya da götürebilir. Bir insanın yaşamın yaşamaya değip değmediğine ilişkin kaygısı, hatta umutsuzluğu, varoluşsal bir bunaltıya yol açabilir. Ama kesinlikle bu durum bir ruh hastalığı değildir. Terapistin görevi, varoluşsal gelişim ve gelişme krizi boyunca kişiye yol göstermektir. Frankl, insanın yaşamda anlam arayışının içsel bir gerilim yarattığını ve bu içsel gerilimin psikolojik sağlığın ön koşulu olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü bir insanın, en ağır şartlarda bile yaşamını sürdürebilmesinin yolu, yaşamına bir anlam katabilmesine bağlıdır. Geleceğe yönelik hedefleri ve yerine getirilmesi gereken hayalleri olanlar, her gecenin bir sabahı vardır mantığıyla, hayatta kalmayı başarabilir ve hayattan haz alabilirler. Aslında, insanın ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok uğruna çaba göstermeye değen bir hedef ve özgürce seçilen bir amaç için mücadele etmektir.

Anlam, özgürlük, sorumluluk, varoluş, sevgi, acı, geçmişe değil şimdiye ve geleceğe odaklanma logoterapinin temel kavramlarıdır. İnsanı kurtaran ve yaralarını saran tek şey sevgidir. İnsan özgürdür. Bir şeyi kabul ya da ret etme seçimine sahiptir. Logoterapide insan olmak sorumlu olmak demektir. İyilik, doğruluk, doğayı sevmek ve insanı sevmek, yaşama anlam katan önemli değişkenlerdir. Frankl, insan kişiliğini kavramanın tek yolu olarak sevgiyi görmekte ve insanın sevmediği sürece, başka insanlarının özünün farkına varamayacağını ifade etmektedir.

Kişi yaşamın anlamını 3 farklı yoldan bulabilir. Bunlar,

—bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak,

—bir insanla etkileşime girerek ya da bir şey yaşayarak ve

—kaçınılmaz olan acı durumuna karşı bir tavır geliştirerek, şeklinde sıralanabilir.

Logoterapi, terapi sürecinde problemli bireyin kendi varoluş sorumluluğunun tam olarak farkına varmasını sağlamaya çalışır. Çünkü kişi neye karşı, neden ya da kime karşı sorumlu olduğunu, kendisi farkına vararak görmelidir.

Topluluk karşısında konuşurken terlemekten veya kekelemekten korkan bir kişi, gerçekte topluluk karşısında konuşurken terlemeye veya kekelemeye daha yatkın olacaktır. Burada korku, korkulan şeye yol açmaktadır. Kişinin korktuğu şeyin olmasına yol açan bu duruma “beklentisel kaygı durumu” denir. Belli bir korku, kişide tekrar ortaya çıkabileceği konusunda bir beklenti yaratır. Korku, her zaman için korkulan şeyi yaratma eğilimi gösterir. Bu nedenle beklentisel kaygı durumu, kişinin olmasından korktuğu şeyi tetikleme eğilimi gösterir. Böylece kendini sürdüren kısır bir döngü durumu oluşur. Yani bir belirti korkuyu uyandırır, karşılık olarak korku belirtiyi kamçılar ve belirtinin yeniden ortaya çıkması korkuyu pekiştirir. Korku korkusu adı verilen bu duruma yönelik temel tepki, korkudan kaçmaktır. Kişi kaygısını alevlendiren durumlardan kaçınmaya başlar, yani korkusundan kaçar. Bu da fobik kaçınmayı beraberinde getirir.

Zoraki bir niyet, zorla arzulanan bir şeyi imkânsız kılabilir. Burada niyet, niyet edilen şeyin oluşmasını imkânsız kılmaktadır. Kişinin niyet ettiği şeyin olmamasına yol açan bu duruma “aşırı niyet etme durumu” denir. Örnek olarak, bir insan uyumak için ne kadar çok uğraşırsa, uykusuzluk çekme olasılığı da o kadar yükselecektir. Burada uyumak bir sonuç ya da yan ürün olmalıdır. Uyumak amaç yapıldığında ulaşılması imkânsız bir durum olacaktır. Burada açıklanan aşırı niyete ek olarak, aşırı dikkat ya da aşırı düşünme de sıkıntı veren bir durum olabilmektedir.

Frankl, logoterapi çerçevesinde 4 teknik kullanır. Bunlar;

—düşünce odağını değiştirme tekniği,

—çelişik niyet tekniği,

—tutumların yeniden biçimlendirilmesi tekniği ve

—yüksek sesle söyleme tekniği, şeklinde sıralanabilir.

Takıntılı-zorlantılı (obsesif-kompülsif) bir kişi kendinden yani intihar edebileceğinden ya da cinayet işleyebileceğinden korkabilir. Çünkü saplantılı hala gelen bir düşünce vardır, kişi takıntılarına ve zorlantılarına karşı mücadele etmektedir. Ne kadar çok mücadele ederse takıntı ve zorlantıları da o kadar çok güçlenmektedir. Baskı, karşıt bir baskı yaratmakta, bu karşıt baskı da tekrar baskıyı artırmakta ve bir kısır döngü ve bir geri besleme mekanizması oluşmaktadır. Aşırı niyet ve aşırı düşünmeye karşı, düşünce odağının dağıtılması amacıyla kullanılan “düşünce odağını değiştirme tekniği”, daha çok cinsel işlev bozukluklarında veya cinsel takıntılarda kullanılmaktadır. Cinsel ilişkilerde orgazm olma niyetin hedefi yapıldığı anda dikkatin de hedefi olmaktadır. Böylece bir geri besleme mekanizması oluşmaktadır. Kişi, orgazm olmayı garantilemek için bütün dikkatini performansına yani başarmaya yöneltir. Bu döngüyü kırmak için, kişi orgazm olmayı takıntı haline getirmek ve kendini bedenini izlemek (cinsellikte seyirci rolü) yerine kendi duygularına ve sevişmenin verdiği hazza odaklanmalıdır, çok sevdiği bir filme konsantre olduğu gibi kendini unutmalıdır. Bireyin aşırı niyet ve aşırı düşünmeye karşı harekete geçebilmesi için düşünce odağını değiştirmesi, cinsel haz arayışını veya orgazmı merkez düşünce olmaktan çıkarması ve kendisi olmaya çalışmasını sağlamak gerekmektedir. Düşünce odağını değiştirme tekniği ile kişinin cinsel haz için mücadele etmesi engellenerek, cinsel ilişkide kendisi olmasına yardımcı olunmaktadır. Bireyin dikkati problemi üzerinden başka bir noktaya çekilmekte ve böylece kişinin cinsel problemini düşünmemesi sağlanmaktadır.

“Cesaretle ortaya konan düşünceler, oyun tahtasına sürülen taşlar gibidir; kırılabilirler ama kazanılacak bir oyun başlamıştır.”

Wolfgang Van Goethe

Çelişik niyet tekniği; kişinin kaygı yaratan ortamları hayalinde tekrar tekrar canlandırması ve bu sırada kaygıyı olabildiğince yoğun yaşaması şeklinde formüle edilen davranışçı bir terapi tekniğidir.Paradoksik niyet tekniği, taşırma terapisi, implosive therapy veya çöktürme terapisi de denir.

Örnek Vaka: Yakup

Yakup, 36 yaşında bir hekimdi. Yıllardır devam eden bir uçak korkusu vardı. Mesleği gereği seyahat etmesi gerekiyordu ama uçağa binemediği için sıkıntılar yaşıyordu. Binmeyi düşündüğünde elleri terliyor, kalbi deli gibi çarpıyordu. Terapisti ona çelişik niyet tekniğini önerdi. Yani Yakup’a, uçağının havada patlayarak düştüğü ve kendisinin de param parça olduğu bir fanteziyi hayal etmesi telkininde bulunuldu. Uçağa binmeden önce bu hayali sık sık kuran Yakup, zamanla sakinleşti, rahatladı ve daha önce başardığı bazı işleri düşündüğünü fark etti. Uçaktayken de fanteziyi, kendisini yerde bir kan birikintisinin içinde görene kadar devam ettirdi. Uçak indiğinde sakindi, hatta uçmaktan zevk bile almıştı.

Çelişik niyet tekniğinde kişi fobik belirtiler sergiliyor ise korktuğu şeyi yapmaya, takıntılı-zorlantılı belirtiler sergiliyor ise korktuğu şeyin olmasını arzulamaya yönlendirilmektedir. Böylece kişinin korkularından kaçmasına ya da korkularıyla mücadele etmesine son verilmiş olur. Böylelikle sıkıntı yaratan korkunun yerini çelişik bir niyet alır, sonuç olarak da beklentisel kaygı durumunun kısır döngüsü kırılmış olur. Çelişik niyet tekniğinde her şey hayal dünyasında olup bittiği için gerçek bir tehlike söz konusu değildir ve kaygı tepkisi pekiştirilmediği için yavaş yavaş azalır. Korku, korkulan şeyi yaratmaktadır, aşırı niyette arzulanan şeyi imkânsızlaştırmaktadır. Yani kişi bir şeyden ne kadar kaçınırsa o kadar onun etkisinde kalacaktır. Kişi kaçınmak istediği şeyi ne kadar arzularsa o kadar da ondan uzaklaşmış olacaktır. Daha açık anlaşılması için, diyelim ki, kişi hıçkırığa yakalandı; “hıçkırmaya devam etmeye çalışırsanız, hıçkırık ortadan kalkacaktır” denildiğinde kişi rahatlayacak ve hıçkırığı geçecektir. Bu yaklaşımda kişiden tam da olmasından korktuğu şeyin olmasını arzulaması istenir. Bunun için, hastanın durumu gülünç gösterecek yeni bir bakış açısı geliştirebileceği sağlam bir mizah duygusu gerekir. Mizah, hayatın güldürücü yönünü ortaya çıkaran bir sanat türüdür. İnsanı gülmeye sevk eden resim, karikatür, konuşma ve yazı sanatıdır. Mizah eserleri sadece şaka, güldürme maksadıyla söylenip, yazılıp, çizildiği gibi belli fikirleri ifade etmek için de ortaya konulabilir. Karikatür, hikaye, roman, komedi, nükte, fıkra, hiciv, taşlama gibi şekillerde karşımıza çıkan bu eserlerin en önemli özelliği espri adı verilen can alıcı noktanın eserin ayrıntıları arasında büyük bir yetenekle gizlenmesi, tam sırası gelince de beklenmedik bir anda söylenmesidir. Mizah insana özgüdür ve insandan başka hiçbir canlı kahkaha atamaz. İnsan kendisiyle eğlenme, kendine gülme ve kendi korkularıyla dalga geçme gibi özelliklere sahiptir. Kendisiyle dalga geçebilen bir kişi, kendisiyle barışık kişidir. Yaşamın başarısı kişinin attığı gollerin sayısı ile ölçülen bir maç değil, sayısız alternatiflerle bezeli keyifli bir yolculuk olduğu keşfetmektir. Mizah yeteneği olan ve ağlamaktan korkan bir kişi, kendisini izleyenlere ağlamanın gerçekten neye benzediğini göstermekten ve tüm giysilerini ıslatacak kadar ağladığını düşünmekten zevk alabilir. Örneğin, evde yalnız başına kaldığında bayılmaktan korkan bir kişiden evde yalnız kalarak bayılmak için çaba göstermesi istenebilir. Kişi bunu yapamadığını anlar ve bu fobik durumla başa çıkabilecek düzeye gelebilir. Bir başka örnekte, sosyal fobisi olan bir hasta terlemekten, kızarmaktan korktuğu için toplum içinde konuşmaktan çekinir. Düşünce, duygu, fiziksel değişiklikler ve davranışlar düzleminde sorun yaşar.

Düşünce

—“Herkes bana bakacak.”

—“Rezil olacağım.”

—“Beni izleyecekler.”

—“Ya dilim tutulursa!”

—“Ya konuşamazsam.”

Duygu

—“Endişe, korku, kaygı, bunalma, daralma, boğulma, yutulma, vb.”                        Fiziksel Değişiklikler

—“Yüzde kızarma, ellerde titreme, çarpıntı, terleme, vb.”

Davranışlar

— “Ortamı terk etme, kaçma, kaçınma, vb.”

Bu kişiye toplum önünde konuşurken kendi kendine şunu söylemesi öğütlenir:

—“O kadar çok kızarıp terleyeceğim ki, dünyadaki yüzü en kırmızı ve en sulu insan ben olacağım!”

Bu da hastanın kendine gülmesini, yaşadığı belirtilerden uzaklaşmasını mümkün kılar. Burada aşırı niyet ve aşırı düşünme vardır. Bu kişiye, topluluk karşısında rezil olduğunu ve herkesin onu alaya aldığını hayal etmesi söylenir. Rezil olma fantezisi daha bitmeden kişi birdenbire, çok sakin olduğunu ve daha önce başardığı bazı işleri düşündüğünü fark edecektir. Fanteziyi bir kaç kere daha denediğinde ve kendisini dili tutulmuş bir şekilde topluluğun dikkatli bakışları altında korkudan tir tir titrediğini görene kadar devam ettiğinde, bu kişi artık topluluk önünde konuşacak kadar sakindir, hatta süreçten zevk bile alabilir.

Örnek Vaka: Ayşe

Ayşe, her gece yatağa girmeden önce evdeki tüm kapıları kontrol etme takıntısına sahipti. Bundan kurtulmak için çeşitli ilaçlar kullanmıştı ama işe yaramamıştı. Bu sorunu için terapiste başvurdu. Terapisti Ayşe’den 3 dakika içinde evdeki tüm kapıları kaç kere kontrol edebileceğini görmesini ve yeni bir rekor kırmaya çalışmasını istedi. Ayşe bu öneriyi ilk önce anlamsız buldu ama uyguladığında takıntısı ortadan kalktı.

Çelişik niyet tekniği, özellikle erken boşalma, kekeleme, basit fobiler (karanlıkta kalamama, kapalı yerlerde duramama, trafiğe çıkamama, vb.), uykusuzluk, evden çıkıldığında kapıyı kapatıp kapatmadığından emin olmayıp sürekli geri dönüp kapıyı tekrar kilitleme gibi saplantılı-zorlantılı davranışlarda ve rahatsızlıklarda çok etkilidir.

Uykusuzluğun tedavisinde, çelişik niyet tekniği, uyku haplarına bağımlı hale gelen bir kişiye uygulanabilir. Kişiye odasına dönüp yatağa uzanması ve uyanık kalmaya çalışması önerilebilir. “Bakalım bütün gece uyanık kalmayı becerebilecek misiniz?” diye sorulabilir. Kişi uyanık kalmaya çalıştıkça uykusu gelecek ve mışıl mışıl uyuyacaktır. Aynı şekilde bir hipnoz dersi sırasında genç bir adam Milton H. Erickson’a; “başkalarını hipnoz edebilirsiniz ama beni edemezsiniz” der. Erickson adamı gösteri platformuna davet eder ve oturmasını söyledikten sonra şöyle devam eder: “Uyanık kalmanızı istiyorum, uyanık, daha uyanık, daha uyanık, uyanık.” Bu sözler üzerine kişi anında derin bir transa yani hipnoza girer.

Örnek Vaka: Osman

Osman Tıp Fakültesi’nde okuyan bir öğrenciydi. Her ay düzenli olarak birçok sınava girmesi gerekiyordu. Osman sınavlardan yarım saat önce, kelimenin tam anlamıyla korkudan donup kaldığını hissediyordu. Her seferinde notlarına bakıyor, kafasının içinin boşalmış olduğunu düşünüyor, uzun süre çalıştığı konular ona tamamen yabancı gelmeye başlıyordu. Bu nedenle hemen paniğe kapılıyor; “hiç bir şey hatırlamıyorum, bu sınavı da kesin geçemeyeceğim” diyerek kendini heba ediyordu. Zaman ilerledikçe korkusu artıyor, ders notlarını hiç hatırlayamıyor, terliyor ve notlara her baktığında korkusu daha da artıyordu. Yani sınavdan 5–10 dakika önce, bu ruh haliyle sınava girerse başarısızlığın kesin olduğunu biliyordu. Her seferinde aynı şeyleri yaşadığı için notları iyice düşen Osman, yardım almak için terapiste başvurdu. Çelişik niyet tekniği Osman’a anlatıldı. “Nasıl olsa başarısız olacağım için, başarısız olmak için elimden geleni de yapabilirim. Bu ders için öylesine kötü bir sınav kâğıdı vereceğim ki, hocanın günlerce kafası karışacak. Kâğıdı tam bir laf salatasıyla dolduracağım ve sorulara kesinlikle ilgisiz cevaplar yazacağım. Ona, bir öğrencinin sınavda gerçekten nasıl başarısız olabileceğini göstereceğim. Bu, onun meslek hayatında aldığı en aptalca kâğıt olacak.” gibi düşüncelere odaklanan Osman, bu düşüncelerle sınav öncesi oyalandı, güldü ve rahatladı. Girdiği son sınavda her soru ona tanıdık ve çok anlamlı geldi. Çünkü sınavda çok rahattı. Sonuç olarak iyi bir not aldı ve bir daha ki sınavlarında bu tekniği kullanarak hedeflerine ulaştı.

“Dünyayı idare eden, düşünceler değil kuvvettir, ancak kuvveti kullanan düşüncelerdir.”

Blaise Pascal

Sıkıntı vermeyen yaşam koşullarına rağmen kişiler kendileri ile ilgili olumsuz tutumlara sahip olabilirler ya da kişi gerçekten çok ciddi sorunlara sahiptir ve bu durumda elinden hiçbir şey gelmiyor olabilir. Her iki durumda da logoterapinin amacı kişinin yaşadığı durumla ilgili düşünce biçimini değiştirmektir. Çünkü kişi duygularını kontrol etmek istiyorsa, düşüncelerinin farkına varmalıdır, diğer bir deyişle duygularını değiştirmek için düşüncelerini irdelemeli, mantıklı ve mantıksız yönlerinin ayırtına varabilmeli, kendisini kuşatan ve rahatsızlık veren düşüncelerin yerine yenilerini koyabilmelidir. Bunun içinde ilk yapılacak şey, yanlışı tespit edebilmek ve bu yanlışın kişinin hangi gereksinimlerine yanıt verdiğini bulabilmektir. Tutumların değiştirilmesi, çoğunlukla, kişinin düşüncelerinin paylaşılması, onunla tartışılması ve olumlu öneriler gibi doğrudan yollarla gerçekleştirilir. Amaç kişinin durumla ilgili yeni bir bakış açısı kazanmasını sağlamaktır. Bu nedenle tutumların yeniden biçimlendirilmesi tekniği, bilişsel yaklaşımlardaki değişim tekniklerine oldukça benzemektedir.Geçmiş geçmiştir, kişi bunu değiştiremez ancak geçmiş hakkındaki düşünce şeklini veya geçmişe yaklaşımını değiştirebilir. Geçmiş hakkında olumsuz bir biçimde düşünmek, geçmiş için bir karar vermek demektir. Geçmiş yorumlamalarının sorgulanmasının bir sonucu olarak kişi, gelecek için bir karar verir.

“Düşüncedeki düğümleri çözmek, sorunları çözmekten daha önemlidir.”

Ludwig Wittgenstein

Örnek Vaka: Yaşar

Yaşar 40 yaşında bir erkekti. Çalıştığı iş yerinde terfi bekliyordu. Ancak patronu bir başkasını müdür olarak atamıştı. Bu durum Yaşar’ı çok üzmüş ve iş verimini olumsuz etkilemeye başlamıştı. Yaşar; “böyle gelmiş böyle gidecek, patron beni sevmiyor, başarılarımı görmüyor, görmek istemiyor, o halde çalışmamın bir anlamı yok” diye düşünüyordu. Yaşar’ın bütün bu düşünceler davranışlarına ve iş yapış biçimine yansıyordu. Yaşar’ın iş yapış biçimini değiştirmek için önce düşünce biçimini, bakış açısını ve olaylara yaklaşım biçimini değiştirmesi gerekiyordu. Terapisti Yaşar’a tutumların yeniden biçimlendirilmesi tekniğini önerdi. Çünkü Yaşar, kendisine haksızlık yapıldığını, hedeflerine ulaşırken diğerlerince engellendiğini düşünüyordu. “Ben doğruyum onlar yanlış” mekanizmasını işeten Yaşar’a, kendine yöneltilmiş, iyi niyetli olmayan, haksız ve gerçek dışı saldırıya dikkat kesilmesi yerine, patronun müdür atamada bir tercihte bulunduğu, bu tercihin de onu sevmediği anlamına gelmeyeceği, işini iyi şekilde yapmaya devam ederse işsiz kalma ihtimalinin ortadan kalkacağı anlatıldı.

“Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur, hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz.”

Marcus Aurelius

Alkol ve uyuşturucu tedavisi gören kişilerde ya da diğer tekniklerle ulaşılamayan kişilerde yüksek sesle söyleme tekniği kullanılabilir. Bu teknik ile terapist, kişinin durumunun umutsuz olmadığı düşüncesini işler ve kişinin de benzer bir farkındalığa sahip olmasını sağlar. Örneğin uyuşturucu bağımlısı olan bir kişiden; “çaresiz değilim, kendi kaderimi kontrol edebilir ve yönlendirebilirim” cümlesini yüksek sesle söylemesi istenilebilir. Bu teknik, anlayışlı ve destekleyici bir terapist eşliğinde faydalı olabilir. Terapistin kişiyi dikkatlice dinleyip dünyaya bakış açısını anladıktan sonra, durumun nesnel anlamda ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışması gerekir. Kişi kendisi inanırsa bu teşvik edici tekniğin işe yaradığını görecektir. Çünkü, her eylemin atası, düşüncelerdir.

 

Cem KEÇE

Share
Published by
Cem KEÇE

Yeni İçerikler

VAJİNİSMUS: “BİR KAÇINMA VE ERTLEME BOZUKLUĞU”

“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…

6 ay ago

GEÇ BOŞALMA

Yoğun stres, gerginlik, anksiyete, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, suçluluk ve günahkarlık duyguları, bilinçli ve bilinçdışı düşünceler…

6 ay ago

CİNSEL FANTEZİLER VE CİNSEL AŞK OYUNLARI

“Cinsel fanteziler”, insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolaydır,…

6 ay ago

PENİSİ TAKINTI YAPMA BOZUKLUĞU

Her erkek egemen toplumda olduğu gibi ülkemizde de en aşılmaz tabularından biri penis, penis boyu…

6 ay ago

SERTLEŞME BOZUKLUĞU

Beş duyu ile alınan cinsel uyaranlar ve cinsel fantezilerle beyinden kalkan cinsel uyarılar omurilik üzerinden…

7 ay ago

ERKEN BOŞALMA KADER DEĞİLDİR

En sık görülen cinsel sorunların başında yer alan “erken boşalma”, cinsel etkinlikler sırasında bir erkeğin…

7 ay ago