Mektuplar – O Beş Aralık Akşamı

'7 Aralık 1993 – Abidin DİNO bu hafta Paris'te Villejuif Hastanesi'nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra…'

Canım;

'İçten içe daraldığım, siyahlara boyandığım, ağlamaya utandığım, sensiz akşamlar…' derken, ince bir ses, sana yazıyorum.

Bugün hiç güneşi göremedim. Sabah beri bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yeni yeni kara çevirmeye başlarken hava, balkonuma konmuş bir kuşa yem verirken düşündüm de; içimi ve etrafımı ısıtan gülüşlerim, soğuk kış gibi soğuk tablolara bıraktı yerini. Ama severim bu halimi bilirisin hem de daha fazla.

Telefonun ucundaki son cümlelerini sindirmeye çalışıyorum, tam üç gün onyedi saattir. Başaramadım hala. Bir yenilgi: 'Artık hayran olduğum mantığını kullan…Bırak ikirciliği…Karar ver artık…Yeter, lütfen…' O beş aralık akşamı, telefondaki son sözlerini işittiğimde, içimdeki binlerce güzel duygu bir anda öfkeye, acıya ve umarsızlığa dönüştü. O çaresizlik, o yok oluş…

Ve kendimle kıyasıya bir mücadele…

Benden bu konuda uzun uzun yazmamı istiyorsun. Günlerdir asık suratım. Ruhumu yıktın, sonra, damarlarımda dolaşan sensizliğin ile etimi yaktın. O dayanılmaz acıyı avutsun diye sığındığım soğuk rüyalarımda, seni hep ama hepten kaybettim. Şimdi burda değilsin. Ama beni duyuyorsun, biliyorum. Yokluğun yüreğimde yıldızsız ve dipsiz karanlık bir geceyken, duygularında senin sanılarının aksine yalnızca kıskançlığını anlıyorum. Mümkün olsa dünyanın tüm zamanlarını yalnızca sana harcasam.

Öfkemi yenemiyorum. Öfkemi yaşıyorum tek başıma.

Nasıl karar ver dersin bana? Nasıl mantıksızlıkla suçlarsın beni? Kimim ben? Lütfen. İnan kaldıramam. Bunun nedenini belki bir başka yazıtta anlatırım, en azından şimdilik beni zorlama. Bundan rahatsız olduğunu belirtmen ve olaya yapıcı yaklaşman duygularının saklamaman, hepsi benim için çok özel, çok önemli.

İki aşkın arasında şaşkın, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbim, senindir, sadece senindir, bilesin, üzülmeyesin. Ve daha fazla üzmeyesin beni.

Sanırım şimdi güzel şeyler söylemek zamanı geldi. Nasıl yaparım bilmem: Her an yüreğimin en derin yerinde gönül gözümün önünde sakladığım mektuplarını, peçetelere yazdığın şiirlerini, beni dünyanın en şanslı kadını hissettiren hediyelerini sardığın paket kağıtlarını vb. serdim önüme ve uzun uzun seni düşledim bu sabah, kahvaltıdan sonra. Sen gidince, hala sen kokan ve derin derin soluduğum kazağını giydim üşüyünce biraz. Neyse. Anlayacağın yine çok çok özledim seni.

Abidin Dino'nun ölümüne çok üzüldüm. '7 Aralık 1993 – Abidin DİNO bu hafta Paris'te Villejuif Hastanesi'nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra…' diyordu gazete küpürü. İçim yandı. Hayat'ta acı da var tabii ama sevinç, hatta mutluluk da! Abidin Dino'yu sürmüşlerdi ülkesinden ve biz onu olsa olsa "mutluluğun resmi"ni yapabilme olasılığı olan bir usta ressam olarak gene ülkesinden sürülmüş olan Nâzım Hikmet'in dizelerinden hatırlayacaktık:
"Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren
melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin"
Sevgili Abidin DİNO'nun kimi yazılarının kırk yıl boyunca güncelliğini korumasına sevinmek mi, yoksa üzülmek mi gerekir, bilemiyorum! Doğduğu kent İstanbul'da değil Paris'te yaşıyordu; resimlerine biz değil Fransızlar bakıyordu. En son Kızılbaş Günlerim adlı denemesini okuma imkanım olmuştu. Sende oku.

Bir arkadaşımın çok sevdiğim ve sana daha önce bilgi verdiğim o iki kitabı İzmir'den getirmesine sevindim.

Gönderdiğim kartları çok sev.

Hayat nereye sürüklerse sürüklesin yapabileceğimizin en iyisini yapmak tek hedefimiz olmalı…

Hoşçakal.