Hikâye, öykü, anekdot veya mecazlara metafor denir. Danışanın dikkatini toplamak için sürpriz, şok, şüphe, şaşkınlık, kafa karışıklığı, saklı anlamları kullanma, soru sorma, sözcük oyunu, mizah, hikâye ve anekdot teknikleri kullanılabilir.
Tedavi edici her metaforun bir yapısı ve gizli planı olmalıdır ve genellikle bir sürprizle bitmelidir. Bazı metaforları yavaş bir ritim ile tekrar tekrar anlatarakbilinçli bir hipnoz hali (Ericsonian Hipnoz) yaratılabilir. Yani terapist hipnoz yapmadığında bile hipnoz yapan bir insan olmalıdır. Gizli telkinleri çeşitli hikâye, öykü, anekdot veya mecazların içine gizlice yerleştirerek vermeye metaforlarla psikoterapi denir. Böylece hastada bilinçdışı bir direnç geliştirmeden değişim sağlanmış olur. Çünkü şaşırtıcı ve hastanın tüm dikkatini toplayıcı özellikler taşıyan metaforlar, terapist tarafından yerinde ve zamanında kullanılırsa; danışanın ruhuna hitap edebilir, kendi metaforunu yaratmasına ve hayatını değiştirmesine yardımcı olabilir. Yani danışan değişime zorlanmamalıdır. Metaforlarla psikoterapi konusunda dünyanın en tanınmış terapistlerinden biri olan M. Erickson bu konuya şu şekilde dikkat çekmiştir: “Psikoterapide ilk anlamanız gereken şey; danışanın düşüncelerini değiştirmeye zorlamamanız gerektiğidir. Danışanınızın düşüncelerini değiştirmeye zorlamaktansa o düşünce ile birlikte yol alınız (o düşünceye eşlik ediniz) ve danışanınızın düşüncelerini kendi isteğiyle değiştirmesine olanak sağlayan durum ve fırsatlar yaratınız.” Ayrıca Erickson “eğer siz yapmazsanız ben yaparım” diyecek kadar terapide aktiftir. Çünkü terapist sadece dinleyen, konuşan ya da telkin veren kimse değil gerektiğinde organize eden, yaparak gösteren iyi bir rehberdir. Bu konuda M. Erickson; “psikoterapide tüm yaptığınız ilk önce hastanızın dünyasını örneklemek, sonra hastanın dünyasına örnek olmaktır.” demektedir.
Jeffry Zeig, metaforları kullanmanın değerini şöyle açıklamıştır:
- Metaforlar tehdit etmez. Bilinçdışı fikirlere, kelimelere, telkinlere ve cümlelere direnç gösterebilir ama hikâyelere direnç göstermesini bilmez. Bir atasözüne yanlış fikirleri de savunsa genellikle kimse karşı çıkmaz ya da çıkmayı akıl etmez. Böyle bir alışkanlığımız yoktur.
- Metaforlar telkinleri hoş hale getirir. Acı bir ilacı daha tatlı olan başka bir şeyle veya şekerlemenin içine koyarak daha kolay yutabiliriz. Bunun gibi bazı telkinlerde anekdotların içine yerleştirilebilir.
- İnsan metaforlardan sonuç çıkarma eğilimindedir. Metaforlardan telkini kişi kendisi çıkarmış olur. Böylece telkinin sırf telkin olmasından dolayı karşılaşılabilecek direnç daha baştan kırılmıştır.
- Metaforlar değişime karşı insandaki doğal direnci bypass eder.
- Metaforlar ilişkileri kontrol etmede kullanılabilir.
- Metaforlar danışanı daha esnek hale getirebilir.
- Metaforlar danışanda şaşkınlık (konfüzyon) yaratarak telkine daha açık ve hazır hale gelmesine yardımcı olur.
- Metaforlar fikirlerin ve telkinlerin hatırlanabilirliliğini arttırır.
Metaforlar ile danışanın aklına kendi tecrübelerini getirmesi amaçlanır. Çünkü danışan kendisini iyileştirecek aklı, düşünceyi ve iç görüyü kendi üretebilir. Terapist bu süreçte bir rehberdir, yol gösterendir, içteki gücü harekete geçerin bir katelizatördür.
Metaforlar sayesinde danışanlar aynı kavramlar hakkında değişik yorumlara rahatlıkla ulaşabilir. Böylece psikoterapi sürecinde danışanlara aktif bir görev verilmiş olur. Ayrıca danışanlar her metafordan kendilerine özgü anlamlar çıkarırken terapist için eşsiz bir değeri olan kendi psikolojik yapılarını da ortaya koyarlar. M. Erickson; “bir insanın kendi kardeşi hakkında düşünmesini istiyorsanız, en iyi yol, kendi kardeşiniz hakkında bir anınızı ona anlatmaktır” derken, seanslarda terapistin kendi anılarından bahsederek gizlice danışanın algılarına etkide bulunmanın önemine dikkat çekmiştir. Benzer şekilde metaforlar bir fikrin hatırlanabilme ihtimalini yükseltir.
Metaforlarla psikoterapinin tanınmış isimlerinden ve M. Erickson’un öğrencilerinden olan Prof. Dr. Sidney Rosen; bu terapi yaklaşımının çok etkili olduğu konusunda şu önemli açıklamayı yapmaktadır:
- Terapi yeniden çerçevelemenin önemini vurgular.
- Patoloji üzerine odaklanmaktansa sağlık ve şifa üzerine odaklanır.
- Hastalığın başlangıcına odaklanmaktansa terapinin amaçlarına odaklanır.
M. Erickson’a göre psikoterapi; iyi fikirlerin, kötü fikirlerle yer değiştirmesidir. Metaforlarla psikoterapi sürecinde, danışanın anlatılan metaforda kiminle özdeşim kurduğu, danışanın verdiği tepkiler ve içsel durumu çok önemlidir.
Erickson’a göre psikoterapi ortamında danışanın ihtiyaç duyabileceği her türlü kaynak bilgi ve değişim gücü, danışanın özgeçmişinde ve içinde mevcuttur. Örneğin aşağıdaki metafordaavukat karakteri, ikircikli duyguları ve davranışları, mücadele ve kaçışı, farkındalığı, içgörüyü, inanmayı ve başarmayı, çaresizliği ve umudu temsil etmektedir. Metaforu dinleyen danışan, avukat ile özdeşim kurmuşsa muhtemelen metaforda avukatın içsel çatışmalarından kurtulması ve kendi kaderini yeniden yazması yolundaki engelleri aştığını görecek, sevinecek ve bu sevinme seans sonrası davranışlara yansıyacaktır. Çünkü M. Erickson’a göre insanlar hasta ve sorunlu iken bile kendileri için en iyi tercihi yapmışlardır. Hastalık belirtileri, danışanların kendi tercihleridir, bu tercihler bilinçli ya da bilinçdışı yapılabilir. Terapist, danışanın seçeneklerini arttırmanın yollarını aramalıdır.
Metafor içindeki gizli telkinler, terapistin duraklama, oturma pozisyonu veya ses tonunun değiştirilmesi şeklindeki etkilerle de güçlendirilmelidir. Ayrıca terapist danışanın vücut hareketleri ve nefes alışı başta olmak üzere her türlü mimiğine ve tepkisine dikkat etmelidir. Bir mataforu dinlerken danışan herhangi bir sıkılma belirtisi göstermesi bilinçdışı için önemli noktaya gelindiğini gösteren önemli bir ipucu olabilir. Çünkü bilincin algılayamadığı jest ve mimikleri bilinçdışı sorgulamadan algılar. Yine aşağıdaki metaforda geçen “ben ne demek istediğinizi anladım” gibi kelime ve kavramlar bilinçli olarak kullanılmıştır. Böylece seans sırasında bu kelimeleri algılayan danışanın bilinçdışına gizli telkinler gönderilmiştir.
Örnek Vaka: Barış
Barış, porno bağımlısı olan bir hastaydı, fetiş nesne olarak kadın ayaklarına ilgi duyuyordu. Babasının ölümünden sonra fetiş ve porno bağımlılığını dengelemek için aşırı derecede dine yönelmişti. Yemek yeme, uyuma haricinde namaz kılıyor, dini kitaplar okuyordu. Bu durum okul hayatını çok olumsuz bir şekilde etkiliyor, ailesini endişeye sürüklüyordu. Aşağıda metaforlarla değişim yapmaya çalıştığımız bir seanstan kısa bir kesit sunulmuştur. Dini inancı olan ama içki de içen bir avukat metaforuBarış’a sunularak bilişsel yeniden yapılandırma yapılmaya çalışılmıştır.
Barış: Babam vefat etti. Aslında sıkıntılı geçen, karabulut gibi geçen bir yıl değildi. Babanın vefat etmesi, babayı kaybetmek çok üzücü bir durumdu. Babamı seviyordum, hani bir şeyler değişti hayatımda; namaza başlamam, dine yönelmem, hani daha düzgün olayım niyetiyle birçok karar verdim.
Dr. Keçe: Aslında senin bütün tepkin babana idi. Babanın yanlışlarının karşısına dini koydun doğal olarak, ona sığındın. Baba olmayınca dine sığındın. Her ne kadar onu modellesen de, bazı şeylerini kabul etmedin. Özellikle annene davranışlarından dolayı, onu suçladın ve baba gibi olmamak için, daha güçlü bir kuruma ihtiyacın vardı. Daha güçlü bir ahlaki yapıya ihtiyacın vardı. Bunu da sana din verecekti. Peki, ben sana bir şey soracağım. Mesela alkol alan bir adam, alkolik olan bir adam ne yapar? Bu adam aynı zamanda inançlı da. Yani, perşembe akşamı hariç, ramazan ayı hariç her gün içiyor. Yani, ne yapıyor bu adam? İnancına ters davranmıyor mu?
Barış: Davranıyor tabi.
Dr. Keçe: “Cezamı ben çekerim” diyor. O zaman şöyle bir soru soruyorum bu arkadaşa. “Eğer inanıyorsan gerçekten, alkol aldığında cehennemlikte olacağını biliyorsun değil mi?” “Evet” diyor. “Eğer cehennemde yanacaksan, cehennem kütüğü olacaksan, bunu niye alıyorsun? Ya inandığın gibi ol ya da olduğun gibi inan. Çünkü sen alkol aldığın zaman sen cehennemlik olduğunu biliyorsun. Cehenneme gideceksen, bundan da eminsen, cehennemin kötü bir yer olduğunu sen tarif ediyorsun, o zaman bir problem, bir çelişki yok mu?” diyorum. “Mesela inanmayan adam daha kolay içki içer. En azından içki içtiği boğazına düğümlenmez. Rahat olur. Sen hem içinde korku yaşıyorsun hem de içiyorsun” diyorum. “Evet, içiyorum ama elimden gelmiyor” diyor. “Peki, bunu bile bile yaptığına göre inançlarında bir sıkıntı var senin” diyorum. “Evet” diyor. “Birinci çelişki olarak ya dini bırak ya alkolü bırak, ikisinden birini bırakacaksın. İkinci çelişki olarak, alkol alarak sen aslında bedenine zarar vermiyor musun?” dedim. “Evet” veriyorum dedi. “Karaciğerin, ruh sağlığın, beden sağlığın bozuluyor, pis ortamlarda sigara içiyorsun” dedim. “Evet” dedi. “Bir iki defa kaza geçirdin arabayla, bilerek kendine zarar vermiyor musun?” dedim. “Veriyorum hocam” dedi. Bu arkadaşımız bir avukat. Ama aynı zamanda hayvan sever. Yani, nerede kedi, köpek görse o davalara bakan, sokakta kalmış hayvanlara barınak edinen, bu barınaklardaki hayvanlara yiyecek veren, o barınaktaki çalışan insanların üstünü başını değiştirip temizlemeye giden bir ağabeyimiz. Dedim ki, “hayvanlara gösterdiğin ilginin alakanın 1/10’nu neden kendine göstermiyorsun? Adamın biri, bir köpeğin ayağına bir teneke bağlasa, onu çomakla kovalasa ne yaparsın?” dedim. “Hemen müdahale ederim” dedi. “Neden?” dedim. “Onun zarar görmesine dayanamam” dedi. “Peki, sen kendi bedeninin zarar görmesine nasıl dayanabiliyorsun?” Çünkü bilerek ve isteyerek kendi bedenine zarar veriyorsun. Alkol ve sigara seni iyi etmiyor biliyorsun” dedim. “Evet, biliyorum” dedi. “Ama bir köpek alkol alsa, isyan edersin. Çünkü köpeğe zararlı olduğunu bilirsin” dedim. “Evet, ben köpeğe alkol aldırmam” dedi. “Köpeğe bakıyorsun, peki senin köpek kadar değerin yok mu?” dedim. Öyle deyince durdu. Orada bir darbe aldı. “Bir de bak inançlı bir adamsın, bir de bu dünyanın öbür tarafını da düşünüyorsun” deyince, bir de oradan darbe yedi. “Peki, neden köpeklere bu kadar düşkünsün?” Neden bir köpeğin hayatı, senin için bir insanın hayatından daha önemli? Neden kendi temizliğine dikkat etmiyorsun da, köpeklerin temizliğine dikkat ediyorsun? Neden kendin düzenli beslemiyorsun da, köpekleri düzenli besliyorsun? Bu kadar köpeklere, hayvanlara düşmenin arkasında ne yatıyor hiç düşündün mü?” dedim. “Düşünmedim” dedi. “Düşün, bu yaptıkların normal değil” dedim. “Bu zamana kadar böyle hiç düşünmemiştim hocam” dedi. “Düşüneyim” dedi. Sonra ertesi gün geldi, “ben ne demek istediğinizi anladım hocam, aslında ben kedilere düşerek, köpeklere düşerek, kendimi cezalandırıyorum onu fark ettim, kendim için yapamadıklarımı, o hayvanlar için yaparak, aslında bir şeyleri dengelemeye çalışıyorum. Ben alkol ve sigara alarak bir şeylerden kaçıyorum. Tabi bu köpeklerin benim kafamı dağıtması için, hayvanlara bu kadar çok düşüyorum ki, kafam o kaçtığım şeylerle yüzleşmesin diye. Bana belli bir zaman verin. Ben bunlarla yüzleşerek, kendi kendimi düzeltmek istiyorum” dedi. “Peki” dedim. 1 hafta 10 gün bir yere tatile gitti. Geldiğinde alkol ve sigarayı bırakmıştı. “Ama ben bunları dini yapıdan dolayı da bırakmadım, bunlar beynimin sığındığı şeylermiş, yani bir ihtimal gibi yedekte tutuyormuşum veya korkularımdan dolayı sığınıyormuşum” dedi. Alkol ve sigaraya düşkünlüğüne neden olan, çocukluğunda uğradığı bir taciz olayıydı. Onu aslında bilinçdışında tutuyordu, derinlerde, fakat biraz yoğunlaşınca fark etti. Fiziki anlamda bir tacize uğramış ve çok dayak yemiş bir arkadaşımızdı. Aslında babasını öldürmek isteyen, ona karşı yoğun öfke besleyen biriydi. Alkol alarak aslında o duygularından kaçıyordu. Ve büyüyüp ona karşı gelemeyince onu cezalandıramayınca, bu sefer kendini cezalandırıyordu. “Bunları fark edince bıraktım, artık benim kaçmama gerek yok. Oturdum üç dört gün ağladım. Boşalttım içimdekileri. Artık alkol ve sigara alarak kendime zarar vermek istemiyorum. Çünkü ben bu hayatta kendimi çok seviyorum. Bu hayata bir kere geldim ve bu hayatın kıymetini bilmeliyim. Ha bundan sonra hiç alkol almayacağım değil. Canım çekerse arada içerim. Ama kaçmak için değil, keyif almak için. Zaten ben keyif almıyordum. Belli bir zaman sonra bu işin boku çıkıyor. Bana bir faydası yoktu ama şu anda bir arkadaş ortamında, bir sohbet ortamında iki kadeh içerim, bunda bir şey yok ama oturup ta alkol müptelası olmam. Çünkü ben alkolik olmamın nedenini gördüm, fark ettim. Arkada bir yapı vardı. Onunla yüzleşmek istemiyordum, ondan kaçıyordum” dedi. Ve şu anda çok iyi bir avukat, çok ta iyi bir işi var, Ankara’da. Alkolü bıraktı ama arada sırada da içiyor. Hayvanlarla ilgileniyor ama fanatik bir şekilde değil. Yani, “hiçbir şey, benim hayatımdan kıymetli olamaz, hiçbir şey benim canımdan kıymetli olamaz, hiçbir şey benim bir damla gözyaşıma değmez, bu dünyada yaşadığım bir sağlıklı güne, bütün dünyayı yakarım” dedi. Avukat, doğru yola geldi, mesele budur.
Dini inancı olan ama içki de içen avukat metaforuyla Barış’a; dolaylı olarak “sende porno seyredebilirsin, fetiş objelere ilgi duyabilirsin, burada bir problem yok, mesele işi abartmamaktır” mesajı verilmeye çalışılmıştır. Daha sonra Barış’a “Neden böyle bir ihtiyaç içindesin? Neden pornoya ve dine düştün? Porno sana ne veriyor? Din hayatında neyi dengeliyor?” sorularına yanıt vermesi ve düşünmesi telkininde bulunulmuştur.
Barış, bir sonraki seansta düşündüğünü ve bazı sonuçlara vardığını ifade etti. “Uykuda geçireceğim zamanı porno ile geçiriyordum. Ders çalışarak kendi kişisel gelişimini sağlayacağım yerde porno film seyrediyordum. Bunun suçluluğunu bastırmak ve tekrar porno seyretmemek içinde çok yoğun bir şekilde namaz kılıyordum. Dini kitaplar okuyordum. Sanki bir boşluk olursa, porno seyrederim ve kendimi kaptırırım diye düşünüyordum. Ayrıca porno seyrederken düşünmediğimi de fark ettim. Kafam bir şeye odaklanıyordu, düşünmek istediğim şeylerden kaçırıyordum. Çocukluğumda yeteri kadar ilgi görmemiştim, sevgi görmemiştim, yeteri kadar değerli olduğunu hissetmemiştim. Bu tür bir bağımlılık içerisine bu yüzden de girmiş olabilirim. Yani aslında bir sevgi arayışı içinde olabilirim. Bir güven arayışında olabilirim. Yolunu kaybetmiş bir geminin denizde deniz fenerini görmesi gibi, porno seyrederken haz duyuyordum. Çünkü yolunu kaybetmiş olan, denizde rotasını kaybetmiş olan, nereye gideceğini bilemeyen bir gemi, deniz fenerini gördü mü hayatı değişir. Ve oraya doğru kürek çeker ama hep oraya doğru yelken almaya çalışır. Ve bir türlü o deniz fenerini elde edemez. Hala oraya doğru gider. Demek ki benim hayatımda da bir mihenk taşım yokmuş, bir referans noktam yokmuş. Örnek alabileceğim bir şey yokmuş. Bu da kafamı karıştırmış olabilir. Denizde, bir ormanda kendini kaybetmiş biri gibi, ilk gördüğüm şeye, deniz fenerine doğru kürek çekmiş olabilirim. Deniz feneri de, porno ve fetiş olabilir.”