İnsanoğlu sınırları aşmayı ve sınırları inkâr etmeyi sever, potansiyelinin sınırsız olduğuna inanır ya da buna inanmayı seçer. Arthur Schopenhauer’ın dediği gibi “Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını dünyanın sınırları olarak kabul eder.” Oysa iyi çizilmiş sınırlar, insanı geliştirir, olgunlaştırır, incinmekten korur, özsaygı gelişimini ve kendi ortamı içinde güvende hissetmesini sağlar. Ayrıca ilişkide olunan diğer insanların konumlarını bilmelerine yardımcı olur. Her insan farklıdır! Sınırlar, insanı diğer insanlardan ayırır. Spinoza, “Tanımlamak, sınırlamaktır” der. Her varlık bir sınırlılıkla belirlenmiştir. Sınır olmasaydı varlıktan varlığa geçmek, kendini bilmek ve gelişmek olanaksız olurdu. Sevgi ve duygudan arınmış narsisistik yapının gelişmesi sosyal sınırları aşmaya çalışmayla, sınırları inkâr etme arzusuyla ve sınırların yok olmasıyla yakından ilişkilidir. Bu nedenle diğer insanlarla ya da yerlerle duygusal bağları ortadan kaldırmak, gerçeklikten kopmak, akla geleni yapmak ve sınırların yok olması özgürlük olarak değerlendirilemez. Sorumlulukla dengelenmeyen özgürlük akılsızlıktır.
TÜMGÜÇLÜ YAŞAM TARZI…
“Hudut” sözcüğü ile eş anlamlı olan “sınır”, bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgidir. Egonun sınırları dışına taşması ve bir ötekinin varlığını derinden hissedememe narsisistik yapının temelini oluşturur ve egonun nerede bitip dünyanın nerede başladığının bilinmediği bir yere sürükler. Çünkü insanı çevresinden ayıran bir sınır olmadan ego da sağlıklı gelişemez. Sınırlar duyguların ve özsaygının sağlıklı gelişmesini, kabullenilmesini ve sürdürülmesini sağlar. Böylece ego taşmaz, büyüklenmez, aşırı baskı altında dengesini kaybetmez ve bir ötekinde kaybolmaz. Güvenli sınırlar, güvenli bir benlik hissine yol açar ve insanın egosunu duyguları üzerinden deneyimleyebilmesini sağlar. Çocuğa bir özellik yüklenmesi ama bu özelliğe uygun ebeveynlik yapılmaması, çocuğun işgal edilmesi veya ihmale uğraması, aile ve sosyal yapıdaki parçalanma, fiziksel, duygusal veya cinsel travmalar, otoriteye saygı eksikliği, ahlaki prensiplerinin çökmesi sınırları ortadan kaldırır; duyguların inkârına, tümgüçlü büyüklenmeye ve kimlik edinmek için egonun yerine şişirilmiş bir imge yerleştirilmesine ve bu imgenin de “yaşam tarzı” olarak adlandırılmasına yol açar. Böylece narsisistik yapıdaki bir kişi partnerini, işini, sahip olduklarını veya makamını kendisiyle, dış görünüşünü tümgüçlü imgesiyle karıştırır ve yaşam tarzı kim olduğunu yansıtmaya başlar. Chasing Mavericks’in dediği gibi “Sınırlarını zorlayan insanlar, bazen o sınırların da kendilerini zorladığını keşfederler” ve akıllarıyla bedenleri arasında bölünürler, narsisistik bir gereksinim olan ünlü, üstün, başarılı veya çok güçlü olma arzusuyla kendini bulma gereksinimi arasında gidip gelirler.
NARSİSİSTİK YAPI VE ÖZSAYGI…
Kendi kişiliğini alçaltmaktan insanı alıkoyan ve başkalarınca da alçaltılmayı hoş karşılamayan bir duygu veya insanın kendi özüne ve kişiliğine beslediği saygı olarak bilinen“özsaygı”, insanın kendisine, sahip olduklarına ve hayata, kendini değersiz davranışlardan alıkoyacak kadar değer vermesidir. Özsaygı, kişinin kendisini bilmesinin ve değerli olma duygusunu devam ettirmesinin koşullarından biridir. Çocuklarının duygularına saygı gösteren ebeveynler, özsaygı gelişimlerinin temelini atar, onların saygılarını kazanır ve bu saygıyı kaybetmezler. İnsanın görünüşünü ya da mevkisini değil, gerçek ya da içsel benliğini değerlendirmeyi içeren özsaygı sınırlar ile gelişir. Sınırlar ortadan kalktığında özsaygı da kaybolur. İnsanlar sorumlu bireyler olma hissini kaybederler, kendi narsisistik konumları için duygularını, diğerlerinin ve benliklerinin gerçek gereksinimlerini inkâr ederler. Eylemlerini prensipler veya derin inançlar yerine, çıkar ya da kazanç dürtüleri üzerinden hayata geçirirler, diğerlerini etkilemeye ya da yönlendirmeye çalışırlar. Çünkü insan özsaygısı olmadan başkalarına da saygı duyamaz. Narsisistik yapıdaki kişilerin özsaygıları yoktur. Çünkü ebeveynlerinin onlara yapmış olduğu gibi, diğer insanları manipüle etmeyi, ayartıcı olmayı, yalan söyleyip rol yapmayı, asıl amacın başarı olduğunu ve başarıya giden yolda her şeyin kabul edilebilir olduğu felsefesini öğrenmişlerdir. Başarı felsefesinde sonuç, amacı haklı çıkarır ve özsaygının yerini güç alır. Gücün peşinden gitmek, özsaygının gelişmesini engeller, çünkü güç içerideki aşağılanmışlık duygusunu telafi etme girişimini temsil eder. Ancak tüm savunma mekanizmaları gibi güç ihtiyacı da içsel aşağılanmışlık duygusunu inkâr etme yolundaki tüm çabalara rağmen kendini gerçekleştiren bir kehanet, bir yazgı gibi narsisistik yapıdaki kişinin yakasını bırakmaz. Bu nedenle masumiyetini çocukken kaybeden narsisistik yapıdaki kişi, ister gerçeklikte, ister fantezi dünyasında olsun, çocukken ebeveynlerinin karşısında olduğu gibi kendisini güçsüz hissettiği deneyimlerin yol açtığı içsel ümitsizlikle başa çıkabilmek için güce gereksinim duyar. Gücün karmaşık ruhsal sorunları çözeceğine inanır. Bir imge olarak“süpermen” olmak ve sonunda ölümsüz bir “Tanrı”ya dönüşmek ister. Şeytanla bir anlaşma yaptığından güç için cennetin krallığını satar ve insan doğasının sınırları içinde kalamaz. Sınırlarının farkına varıp kabul etmek yerine, ölümlü olduğunu inkâr eder ve hissizleşmiş bedenindeki duygu eksikliği ile başa çıkabilmek adına “zevk takıntısı” geliştirir.
NADİR VAKASI…
Nadir adını verdiğim danışanım büyük bir şirkette üst düzey yöneticiydi. Narsisistik yapının tipik özelliklerini taşıyan, çevresindekilerle duygusal bağları çok zayıf olan ve sevme becerisinden neredeyse tamamen yoksun biriydi. Bu yoksunluklarının yarattığı boşluğu geçersiz kılmak için tüm sınırları ortadan kaldırmaya, bir yandan daşişirilmiş benliğini korumak için hayatındaki sevgisizliği, saygı görme ve beğenilme duygularıyla telafi etmeye çalışıyor, bunun yolunun da güçlü ve başarılı olmaktan geçeceğine inanıyordu. Onu güce ve başarıya götürecek yoldaki bütün sınırları ortadan kaldırıyor, herkesin ve her şeyin ona hizmet etmesi, çıkar ve kâr sağlaması gerektiğini düşünüyordu. Sınırsız başarı, güç ve ideal yaşama dair düşlerinde diğer insanların neler yaşadığına ya da onlara neler yaşattığına önem vermiyordu. “Eğer güç sahibi olursam kimse beni aşağılamaya cesaret edemez” diye düşünerek, özsaygısının olmamasının yarattığı aşağılık duygusundan kurtulmaya çalışıyordu. Bir yandan da kendisinden başarılı ve güçlü gördüğü kişilerle sürekli kendini kıyaslamasının ve onların sahip olduklarına sahip olabilmek için sürekli ve yoğun bir istek duymasının sonucu olarak içinde kıvrandığı aşağılık duygusu bataklığında daha derinlere batıyordu. Ve giderek çevresine daha fazla yabancılaşıyor, yalnızlık duygusuna daha güçlü bir şekilde saplanıyordu… Yaşamındaki sınırları yok ederek yarattığını düşündüğü özgürlüğüne hapsolmuş durumdaki Nadir, onu kendi başarısıymış gibi gören kendini beğenmiş ve üstün gören bir annenin oğluydu. Annesi geç yaşta hamile kalmış ve tek çocuğu olan Nadir’i kutsayarak büyütmüştü. Ancak annesinin abartılı beklentilerini yerine getiremeyen ve sürekli annesi tarafından aşağılanan Nadir, pasif biri olan babasından da ihtiyacı olan desteği göremediğinden, daha küçük bir çocukken aşağılık duygusunu benliğine adeta mühürlemişti. Terapi sürecinde, Nadir’in gerçek kendiliğine ulaşmasıyla bu mührün çözülmesi mümkün oldu…
PSİKOTERAPİ İLE ÇÖZÜM…
Ruhsal dünyasında sevdiklerinin ihanetine uğramış incinmiş bir çocuk barındıran narsisistik yapıdaki bir kişi, hislerini inkâr ettiğinden özlem ve tutkunun verdiği heyecanı hissedemez. Bu durumda heyecanı; kazanıp kaybetme yarışlarında, güç mücadelelerinde ve tehlikeli durumlarda arar. Kazanmak egosunu besler ama bedensel düzeyde zevki hissedemez, aldığı tek gerçek zevk, bilişsel seviyede tehlikeyi bertaraf etmekten, tehdidin ortadan kalkmasından gelir ve tatminden ziyade bir rahatlamadır.Kişinin zevki yaşayabilmesi ve bedeniyle deneyimleyebilmesi için, endişelerinin gitmesine izin vermesi ve duygularını ifade edebilmesi gerekir. Zevkin anahtarı arzudur. Kişinin ne kadar arzu hissedebileceği ise duygularını bedeniyle deneyimlemesine ve ne kadar hayat dolu olduğuna bağlıdır. Bir çocuk gibi masum ve tasasız olmayı bilmeyen, güç oyunu oynamayı ve baştan çıkarıp manipüle etmeyi bilen narsisistik yapıdaki bir kişinin gerçek duygularıyla bağlantısı yoktur. Başkalarının onu nasıl gördüğüne ve ona nasıl tepki verdiklerine odaklanır; her zaman kontrolü ellinde tutmayı ister. Bu durumdaki bir kişi, psikoterapi ile gücün baştan çıkarıcılığına direnebilir, şişirilmiş imgesini direksiyondan alıp arka koltuğa geçirebilir ve içindeki çocuğu kahkaha atıp sevinmesi için serbest bırakabilir.