Özgüven eksikliği ve yetersizlik duygusundan kaynaklanan, bir kişinin veya bir ilişkinin yitirilmesinden korku duyulması anlamına gelen “kıskançlık”, karmaşık bir ruhsal yaşantı ve olumsuz bir tutumdur. Kıskançlık, kişiye bir başkasının sahip olduğuna kendisinin de sahip olması gerektiğini hissettiren çok güçlü bir duygudur. Türk Dil Kurumu, kıskançlığın tanımını şöyle yapar: “Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum…” Bu tutum doğuştan değil, sonradan öğrenilen ve birçok insanı etkileyen, rahatsız eden bir davranışlar bütünüdür. Çok yoğun bir duygudur. Kişide değersizlik, çaresizlik, öfke, mutsuzluk ve yalnızlık gibi duyguları ortaya çıkaran kıskançlık; dozunda olduğu sürece bir hastalık değil, bir “davranış bozukluğu”dur. Ancak kişinin kıskançlık konusunda kendini kontrol edememesi durumunda bu davranış bozukluğu, daha yıkıcı olan “haset” duygusuna, ilişki sorunlarına ve depresyon gibi ruhsal sorunlara yol açabilir.
KISKANÇLIK, AÇGÖZLÜLÜK VE HASET…
Haset, kıskançlık ve açgözlülük birbirinden farklı duygulardır. Cenap Şahabettin “haset” duygusunu, “bir başkasının balını kendi ağzına zehir etmek” olarak tanımlar.Melanie Klein’a göre, “kıskançlık” sevgi nesnesine sahip olmayı amaçlarken, “haset” bizzat sevgi nesnesinin ve ona sahip olan rakibin ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu nedenle kıskançlık daha üst düzey bir duygu, haset ise daha ilkel bir duygudur. Kişinin başka birisinde olanın aynısının veya benzerinin kendisinde de olmasını, eğer kendi eline geçmeyecekse, onun elinde de olmamasını arzu etmesi anlamına gelen “haset”; arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve kendisine değil, ona haz verdiği inancının yol açtığı “yoğun nefret” içeren bir duygudur. Kişiyi sürekli kemiren, yaşamını ve ilişkilerini zorlaştıran yıkıcı bir duygu olan haset; kişiyi istenen şeyi sahibinden çekip almaya ve onu bozmaya, ona zarar vermeye, onu kirletmeye ya da onu yok etmeye yöneltir. Yoğun “öfke ve korku” içeren “kıskaçlık” duygusunda ise, sevilen nesneye zarar verilmez. “Açgözlülük”, kişiyi sürekli uyaran ama doyurulması imkânsız bir istektir. Haset, açgözlülük ile birleşmiş durumdadır.
HADIM EDİLME KORKUSU…
Narsisistik yapıdaki kişide kıskançlık, açgözlülük ve haset, bastırılmaya veya inkâr edilmeye çalışılan aşağılık duygusundan kaynaklanır. Narsisistik kişi, başkasının başarılarını ve öne çıkmasını kıskanır. Narsisistik kişi kendisinin üstünlüğü ile ilgili kuşkular yaratabileceğini düşünerek başkasının daha değerli olduğu düşüncesine katlanamaz. Bu konudaki değerlendirmelere ve eleştirilere de öfkeyle yanıt verir. Kıskandığı veya haset duyduğu kişiyi küçük görür ve değersizleştirir. Çünkü mutlak güç ve iktidar arzular. Bilinçdışında gücün mutlak iktidarla eşitlenmesi, güçsüzlüğün aşağılanma olarak görülmesine yol açar. Güçsüz olmak aynı zamanda Oidipus kompleksindeki hadım edilme fantezilerine de hizmet eder. Bu nedenle gücü tehdit edilen narsisistik kişi, hadım edilme tehdidiyle karşı karşıya kalmış gibi tepkiler gösterir ve yoğun korku, kıskançlık, haset, öfke ve düşmanlık ortaya çıkar. Çünkü gücün doğasında diğerlerinde uyandırdığı kıskançlık, haset ve güvensizlik vardır. Kıskançlık ve haset duygularının ardında aşağılık, önemsiz ve iktidarsız hissetme de yatar.
OKTAY VAKASI…
Güçlü kişiden korkulur ama gerçekten sevilemez. İnsanlar, korktukları güç sahibi kişileri “seviyormuş gibi” görünürler. Kendilerini bile sevdiklerine dair kandırabilirler ama altta yatan korku ve nefret gerçek sevginin yeşermesine izin vermez. Kıskançlık, çökkünlük ve narsisistik hiddet patlamaları şikâyetleriyle başvuran “Oktay” adını verdiğim danışanım, çok mutlu bir çocukluğu olduğuna inanıyordu. Terapinin başlarında ebeveynlerini sevdiğini iddia ediyordu. Kızgınlığını hissetme ya da ifade etme yeteneğine sahip olmadığı için kıskançlığı ön planda olan Oktay, terapi ilerledikçe ebeveynlerinin kendini ne kadar korkuttuklarının farkına vardı. Korkularının ardındaki öfkesi ve aşağılık duygularıyla, onların sevgisi ve gözlerindeki “çok özel ve çok değerli çocuk olma arzusu” ile yüzleşebildi. Yaptığı bastırma ortadan kalktı ve incinmişliği bilinç düzeyine çıktı. Çocuksu hiddet tepkileri kızgınlığa dönüştü. Duygusal düzeyde ve kendi iç dünyasında çocuk parçasıyla ölüm gibi gördüğü “başarısızlık duygusu”ndan çok korkuyordu. Ancak bilinç düzeyinde, dışarıya karşı görünen yetişkin parçasıyla güçlü ve kuvvetliydi. Başarılı bir avukattı; kariyeriyle yansıttığı tümgüçlü imgesi buydu… Kimsenin almaya cesaret edemediği dava dosyalarını alıyor ve bir şekilde kazanıyordu. Çünkü korkularını inkâr etmiş ve kendine güvenli bir imgeyi zihninde tutmayı başarmıştı. Oktay, bu tümgüçlü imgeyi, ebeveynlerinin seveceği örnek bir çocuk olmaya çalışarak gençliğinde edinmişti. “Sanırım babamın bana yaptıklarını ben şimdi sevdiklerime yapıyorum. Ben korkutulmuş bir çocuktum ama terapi alana kadar korktuğumu bile inkâr ediyordum… Korktuğum zamanlar olmuştu. Her sınavdan önce hep korkardım. Yeterince iyi not alamamaktan, başarılı olamamaktan korkardım ama her zaman iyi notlar alırdım. Ben sınavlarda çok başarılı olan bir öğrenciydim ve kazanma ihtiyacı içindeyim. Başarısız olmaktan şiddetle korkardım, başarısızlık ölümdü… Güce ve başarıya ihtiyacım vardı. Hayatım boyunca hep başarılı olmaya çalışarak ve başkalarına karşı güç mücadelesi vererek yaşadım. Eğer başarısız ve güçsüz olursam bu benim için ölüm demekti… Bunun sadece bir his olduğunun, mantıklı olmadığının farkındaydım ama elimde değildi… Buna rağmen çocuklukta yaşadığım büyük hayal kırıklıkları beni hep güçsüz hissettirirdi. Şimdi güç yanılsamamın özel olmakla, kıskançlıklarımın da aşağılık duygularımla bağlantılı olduğunu görebiliyorum. Geçmişte yanılsamalarım çöktüğünde, çocuklukta yaşadığım ve o sırada tepki gösteremediğim aşağılamalara yetişkinliğimde hiddetle tepki verirdim. Çocukluk döneminde maruz kaldığım ve o sırada tepki gösteremediğim için bilinçdışına ittiğim tüm anılarım terapiyle canlandı. Aşağılanmanın benlik hissime yönelik olduğunu, dolayısıyla ruhsal olarak çok ciddi yaralandığımı fark ettim. Aşağılanmayı kabul etmem güçsüz olmam anlamına geldiği için, aşağılanan parçamı hep inkâr etiğimi ve dışarıdaki birinde kendi aşağılık yönümü gördüğümü anladım. Şimdi daha net görebiliyorum… Güç açlığı çekmemin altında yatan şey aşağılanma deneyimlerim. Kendimi güçlü gördüğüm imgeme yönelik herhangi bir tehdit, güçsüz hissetmeme neden olduğu ve aşağılanma korkusunu hatırlattığı için en iyi savunma saldırıdır mantığıyla yıllarca hiddet ve kıskançlık patlamaları yaşadım. Artık ümitsiz ve çaresiz değilim, çevremdeki insanları hiddete nasıl yönelttiğimi anladım” diyen Oktay, güçsüz hissetmenin dayanılmaz ağırlığıyla baş etmeyi öğrenmişti. Oktay, terapi sürecinde geçmişte olduğu gibi hep kendisiyle mücadele etmişti ama bu kez terapi sayesinde gerçekten başarmıştı…
EMPATİK İÇE BAKIŞ…
Oktay, hiddet duygularıyla yüzleştikçe, kıskançlık duygularının altında yatan duygu ve düşüncelere de ulaşmıştı. Kıskançlık hissettiği anlardaki düşüncelerini incelemiş ve kıskançlıktan önce gelen duyguları ve bu duyguların ardındaki düşüncelerini fark etmişti. Duygu ve düşüncelerin farkına vardığında onları ayrı ayrı ele almaya ve mantıklı olup olmadıklarına daha tarafsız bir gözle bakmaya başlamıştı. Oktay’a sevilemeye değer bir insan olduğunu söyledim ve değersizlik duygusunun altında yatan nedenleri birlikte araştırdık. Bu noktada hem geçmişten getirdiği olumsuz algı ve ihtiyaçlarını belirledik hem de bu olumsuz duygularla baş etmesi için daha sağlıklı yollar bulmasına yardım ettim. Kendimi bir an için Oktay’ın yerine koyup, o durumlarda neler hissedip, düşüneceğini, nasıl davranabileceğini düşünerek bir tür “içe bakış” gerçekleştirdim, kendi içime baktım, olaylara onun bakış açısıyla baktım. Onun ayakkabılarıyla onun yolundan yürüdüm. Onun gözlerinden onun gördüklerini gördüm. Oktay’ın duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamaya çalıştım, içimde hissettim ve bunları ona ilettim, onu incitmeden ona geri yansıttım. Oktay’ın duygularını, içinde bulunduğu durumu ve davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek için sadece ona odaklandım. Çünkü Oktay’ın ruhsal sıkıntıları empati yoksunluğundan ileri gelmişti. Bu nedenle onun yaşadıklarını saygıyla andım ve iç dünyama giderek benzer duyguları kendi anılarımdan bulup çıkarmaya çalıştım. Zihnimi boşaltarak bütün varlığımla onu dinledim, kendimi onunla geçirdiğim anlara verdim, anda hazır bulundum, anda sadece ona odaklandım. Bunu yapabilmek için kendi benliğimden kısa bir süre için ayrılıp Oktay’ın benliğine yaklaştım, orada kalıp, kaybolmadan kendi benliğime geri dönmeye çalıştım, duyduklarımı kendi sözlerimle onun duyabileceği şekilde ona tekrarladım, zihnimi boşaltıp bütün varoluşumla onu dinlemeye çalıştım, o kendini ifade etmek için hangi sözleri kullanırsa kullansın, ben sadece onun gözlem, duygu, gereksinim, istek ve ricalarına kulak verdim. Anladıklarımı kendi sözlerimle tekrar tekrar ona geri yansıtmam işe yaradı: Oktay zamanla empati yapma becerisini geliştirebildi. Kıskançlık ve öfke duygularını kontrol etmeyi başardı. Kendini mükemmel görmekten vazgeçti. Başkalarını düşünmeye, başka insanlar ile yaşadığı problemleri kendi davranışlarının bir sonucu olarak görmeye çalıştı. Başkaları ile ilişkilerinde daha pozitif ve faydalı şekillerde davranmaya başladı. Kendisi ve başkaları hakkında daha gerçekçi düşünceler geliştirmeyi öğrendi. Ve yargılanmaktan korkmadan konuşmanın ve dinlemenin keyfine vardı.