Danışanda “terapiyi terk etme, seanslara gecikme, seansı unutma, seansta uzun süre sessiz kalma, gereksiz yere lafı uzatma, uyuklama, terapistin her söylediğine katılma, terapisti mutlu edecek rüyaları seansa getirme” gibi, tedaviye karşı koyan tüm etmenlere ve güçlere “direnç” adı verilir. Terapötik çalışmayı aksatan her şeyi bir direnç olarak gören Freud’a göre, danışanın “bilmeyişi” aslında bir “bilmek istememedir” ve bu “istemeyiş” az çok da bilinçlidir. Bu nedenle terapistin asıl görevi, az çok bilinçli olan olan bu bilmeyi, danışanla beraber analiz etmek ve tedaviye karşı olan direnci bir şekilde yenmektir. İşte psikoterapiyi bir sanat yapanlardan biri de bu yenmelerdir.
DİRENCİN ANLAMI…
Direnç nevrotik kişilerde fantezi şeklinde ve rüyalarda ortaya çıkarken, psikotik kişilerde bir inanç olarak ortaya çıkabilir. Danışan çocukluğuna ait bastırılmış önemli tutumları, duyguları ve deneyimleri, bilincine geri getirmek yerine, yeniden bir yazgı gibi bilinçsizce yaşar ve bu nedenle de ruhsal ve bedensel sıkıntılar yaşar, dayanamadığında da terapiye başvurur ve terapisti ile yakın bir ilişkiye başlar. Bu nedenle terapi süreçlerinde terapisti de içine alan düşüncelere ve duygulara sahip olması kaçınılmazdır. Çocuklukta ic dünyaya yerlesen ve önemli ötekilerle kurulan iluşkilerin bir sonucu olan yazgı, terapi süreçlerinde şimdi ve burada ortamı içinde yepyeni bir olgu gibi kendini tekrar etmek ister. Bu geçmişin tekrar ederek iyileşme girişimlerinde ortaya çıkan aktarımlar son derece tehditkar durumlara yol açabilir. Freud, hem elem veren düşünce ve duyguların ortaya çıkma olasılığının yarattığı tehdidin hem de kabul edilemez dürtülerin ve fantezilerin direnç ortaya çıkmasını güdülediğini ifade etmişti. Bu nedenle direncin, bilinçdışı dürtülerin ve anıların danışanın serbest çağrışımlarında kılık değiştirmiş bir şekilde çıkmasına neden olan çarpıtmalardan da sorumlu olduğunu savunmuştu. Yani bir nevi çarpıtma ve sansür süreçlerine hizmet eden direncin, rüyalardaki sansür heyeti ile aynı amaca hizmet ettiğini söylemişti.
FREUD'A GÖRE DİRENÇLER…
Freud'a göre anksiyete, egonun bilinçdışında yer alan ve benim "derin ego" adını verdiğim parçasına gönderilen bir "tehlike" uyarısıdır. Bu uyarı, "bastırma direnci, aktarım direnci, sekonder kazanç direnci, id direnci ve süperego direnci" olmak üzere 5 temel dirence yol açar.
1- Savunma direnci olarak da bilinen "bastırma direnci", bilinçdışında bilince çıkmaya çalıştığında egoya elem verecek bir duruma veya dürtülere, anılara ve duygulara karşı kişinin bilinçdışı olarak derin egosuyla kendisini savunma gereksinimi ile ortaya çıkan klinik belirtilerin toplamıdır ve "birincil kazanç" olarak da bilinir. Bastırılan içerik bilince yaklaştıkça direnç ve anksiyete artar. İşte bu anlarda terapist danışanın yanında durarak ona güven verir ve destek olur.
2- Terapi sürecine yönelik bir direnç olarak gelişen ve organize olmuş bir direnç olan "aktarım direnci", terapistle danışan arasındaki ilişkide, yeni kişiler arasındaki bağlamda yeniden harekete geçen bilinçdışı temel çatışmanın bir belirtisi olarak ortaya çıkar ve terapistin şahsında deneyimlenen, doğrudan veya değiştirilmiş çocuksu dürtülere karşı koyma çabalarının bir yansıması olarak yaşanır. Yani geçmişin terapi ortamında terapist ile birlikte yeniden canlandırılması ve yazgının kendini göstermesi, aktarım direncine yol açar. Bu süreçte terapist, danışanın kendisiyle ilgili bilinçli düşünceleri paylaşmasına, yazgının farkındalıkla kabul edilmesine ve aktarım içeriğinin bilince çıkmasına yardım eder.
3- "Sekonder kazanç direnci", hastalığın getirdiği kazançtan, bakılmanın ve başkalarının acımasının getirdiği avantajlardan ve doyumlardan faydalanma arzusunu ifade eder. Ayrıca danışan hem hasta olduğu için çeşitli sorumluluklarını yerine getirmez hem bilinçdışı olarak hastalığı ile kendine bakanları cezalandırır yani saldırgan ve intikam alıcı dürtülerini de tatmin eder hem de hasta olarak kendi kendini cezalandırır ve mazoşistik eğilimlerinin de doyumunu sağlar. Hatta bazen hasta olduğu için maddi kazançlar bile sağlar.
4- Dürtülerin ifade tarzlarında ya da biçimlerinde ortaya çıkan değişimlere karşı bir direnç olan "id direnci", "öğrenilmişi unutmama direnci"dir yani bilinçdışı bir uzlaşmayı sembolize eden edinilmiş huylardan, alışkanlıklardan ve işlev tarzlarından vazgeçmeye karşı olan genel psikolojik bir dirençtir. Libidonun yapışkanlığına, gevşekliğine veya tutukluğuna bağlı olan id direnci, yeni işleyiş kalıplarının öğrenildiği terapinin "derinlemesine çalışma evresi"nde ele alınmalıdır.
5- Danışanın suçluluk ve günahkârlık duygularına bağlı olarak ortaya çıkan cezalandırılma veya kefaret ödeme gereksiniminden doğan bir direnç olan "süperego direnci", içselleştirilmiş bir eleştirici, hatta suçlayıcı bir nesne ile ilişkinin ve etkileşimin sonucu ortaya çıkar ve terapist tarfından keşfedilmesi, kavranması ve baş edilmesi en zor olan direnclerden biri olarak bilinir. Çünkü suçluluk ve günahkârlık içeren düşünceleri olan bir danışanın, bu düşüncelerini bilinçdışına bastırması, "Ben iyileşmeyi ve mutlu olmayı hak etmiyorum, çünkü suçluyum" derin inancı, terapi seanslarında danışanı terapötik çalışmaya daha dirençli hale getirecektir. Süperego direncinin en yoğun ve ağır türü ise "olumsuz terapötik tepki"dir.
DİRENÇ VE SAVUNMA MEKANİZMALARI ARASINDAKI FARK…
Freud direnç kavramını, danışanın savunma mekanizmaları ile yakından ilgili olarak görmüş ama onlardan ayrı bir biçimde ele almıştır. Çünkü bilinçli ego hem iyileşmeyi arzulamaktadır hem de bilincdışı olan derin ego iyileşmeyi bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle terapinin başlangıcından itibaren terapist, egonun çocuksu parçası olan derin ego tarafından bir tehdit olarak algılanır. Bu algı terapötik ortamın bastırılmış arzuların ve dürtülerin yoğunlaşmasına, bilince çıkmak için hareketlenmelerine, bilinçdışı bir çatışmaya ve zamanla artan bir dirence davetiye çıkartmasına yol açar. Bu açıdan bakıldığında direnç ile dirence destek olan savunma mekanizmaları ve anksiyete arasında derin bir ilişki vardır. Bu durumda anksiyeteye yol açan terapötik ilişki bir nevi "savaş", dirençler "atlı birlikler", savunma mekanizmaları ise "piyade askerler"dir. Savunma mekanizmaları dirençten daha geniş bir kavramdır. İyileşmede önemli olan içgörü, terapötik süreçte direnç hizmeti gören savunma girişimlerinin farkına varılmasına ve kaldırılmasına hizmet eder. Savunma mekanizmaları da içgörüyü engeller. Ayrıca savunma mekanizmaları danışanın kendi ruhsal yapısıyla bütünleşmiş ve iç ruhsal yapı olan derin egoya aitken, nevrozun ve yazgının statükosunu savunan direnç ise, terapötik çalışmanın bir parçasıdır ve danışandaki bilinçdışı ruhsal dengeyi tehdit eden özelliklerden korunmak için danışanın gösterdiği bilinçdışı çabaları simgeler. Sonuç olarak, hem terapiste hem terapötik çalışmaya hem de danışanın gerçeklik egosuna karşı koyan direnç, savunma mekanizmalarının baş etmede zayıf kaldığı durumlarda derin ego tarafından harekete geçirilen ikinci bir savunma katmanı olarak görev yapar.