Ruh sağlığı da beden sağlığı gibi bozulabilir ve düzelmesi için tedavi gerekebilir. Ruhsal hastalıklar da fiziksel hastalıklar kadar yaygındır. Genç yaşlı, kadın erkek, herkes hayatının bir döneminde ruhsal bir rahatsızlık yaşayabilir. Ne var ki ruh sağlığı sorunları genellikle fark edilmez ya da bu sorunlu davranış ve tutumlar, kişilik veya karakter özelliği olarak düşünülerek dikkate alınmaz. Oysa ruh sağlığındaki sorunlar, insanın kendisiyle ve çevresiyle ilişkisinin belirleyicisidir ve öncelikle kişinin kendisi, sonra ailesi ve yakın çevresi, nihayetinde de toplum açısından olumsuz sonuçlar ortaya koyabilir. Bu nedenle ruh sağlığı sorunlarının tedavisi, fiziksel hastalıkların tedavisi kadar önemlidir. Beden sağlığındaki bir sorun, ağrı, acı gibi somut fiziksel belirtiler sayesinde anlaşılır. Ancak ruh sağlığındaki sorunların anlaşılması bu kadar kolay ve çabuk olmaz ve bu sorunlar insanın yaşamını her düzeyde olumsuz etkiler. Ruh sağlığı rahatsızlıkları sadece psikiyatrik hastalıklarla sınırlı değildir. Yaşama isteği olmayan, mutsuz, uyumsuz, çevresiyle iyi ilişkiler kuramayan, hırçın, kavgacı, uyumsuz olan ve bu gibi başka olumsuz özelliklere sahip insanlar da aslında ruh sağlığı sorunları nedeniyle bu durumdadırlar.
BEN DELİ MİYİM?
Beden sağlığı bozulduğunda hemen tedavi arayışına girişilir, doktora başvurulur ama ruh sağlığı söz konusu olduğunda aynı şey geçerli olmaz. Bunun birincil nedeni, kişinin yaşadığı ruhsal soruna ilişkin farkındalığının olmaması, yani ruh sağlığının bozulduğunu anlayamamasıdır. Bunu anlayabilen ya da çevresindekiler tarafından uyarılan kişilerin önündeki engel ise “Ben deli miyim?”, “Psikoterapiste deliler gider” şeklinde toplumda yaygın olan yanlış algıdır. Kişinin bu engeli de aşarak bir ruh sağlığı profesyoneline başvurmak istemesi durumunda da nereye başvuracağını, nasıl destek alacağını bilememesi söz konusu olabilir. Bazı kişiler de bir psikoterapiste başvuracaklarını bilseler de yabancı bir kişiyle ruhsal sorunları, duyguları ve hayatı hakkında konuşmayı istemezler. Bazı kişiler ise, psikoterapinin faydalı olamayacağını düşünürler çünkü bir hastalığın ya da rahatsızlığın ilaç kullanmadan düzelebileceğine inanmazlar.
SAĞLIK HEM BEDENİMİZ HEM DE RUHUMUZ İÇİN GEÇERLİDİR
Ruhsal sorunların da fiziksel sorunlarımız gibi çözüme ihtiyacı vardır. Çünkü sağlıklı olmak demek yalnızca fiziksel bir hastalığın olmaması demek değildir. Genel anlamda“sağlık”, bedensel ve ruhsal iyilik durumu olarak tanımlanır. “Ruh sağlığı” da, en genel anlamıyla insanın duygu, düşünce ve davranışlarının bir bütünlük içinde bulunduğu, kendisi ve diğer insanlarla uyum ve denge içinde olduğu, iyilik halidir. Bu iyilik halinde olan, yani ruh sağlığı yerinde olan kişinin belli başlı özellikleri şunlardır: Kendini olumlu ve olumsuz tüm yönleriyle kabul eder; kendinden memnundur; nedeni belli olmayan, kuşku, kaygı ve korkular hissetmez; diğer insanlarla iletişimi ve ilişkileri sorunsuzdur; yaşadığı toplumla uyumlu davranış ve tutumlar sergiler; toplumsal rollerini yerine getirmede istekli ve başarılıdır; kararlarını kendi alır ve uygular, söylediklerinin ve yaptıklarının sorumluluğunu alır; geleceğine umutla bakar, hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için çabası vardır; sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşamı ve partner ilişkisi vardır; karşılaştığı zorluklarla baş etme, sorunların üstesinden gelme gücüne sahiptir… Ruh sağlığı yerinde olmayan kişinin ise, günlük yaşamını ve kişiler arası ilişkilerini bozacak nitelikte, sürekli ya da tekrarlayıcı şekilde duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlıklar, aşırılıklar ve uygunsuzluklar vardır.
PSİKOTERAPİ NEDİR?
Ruhsal sorunlardan dolayı bozulan ruhsal dengeyi düzeltmek, düşünce ve duygu alışverişi kurmak, bireylerin kendilerini tanımalarını sağlamak, iç çatışmalarını çözümlemek, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri azaltmak, ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmak için kullanılan tüm teknik ve yöntemlere “psikoterapi” adı verilir. Bir başka deyişle psikoterapi, zihinsel ve duygusal sorunları olan ve bu sorunlarla baş etme gücü yetersiz kalan kişilere, belli bir amaç ve plan doğrultusunda belli teknik ve yöntemlerin uzman kişilerce uygulandığı profesyonel yardım hizmetidir. Zihinsel ve duygusal sorunları olan kişilerle zihinsel ve duygusal bağlantı kurularak yürütülen tedavi etme bilim ve sanatı olan psikoterapi, bireylerin ruhsal yaşamlarında duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının geliştirilmesini ve korunmasını amaçlar.
PSİKOTERAPİ PSİKİYATRİDEN AYRI BİR BİLİM DALIDIR
Psikiyatriden ayrı bir bilim dalı olan psikoterapi, bir kişinin ruhsal nedenlerden kaynaklanan şikayetleri olduğunda gereklidir. Psikolojik hastalıklar, psikolojik ve bedensel hastalık belirtileri ve kişilerarası ilişkilerde sorunlar olarak kendini gösterebilir. Psikoterapi, psikoterapistin kendisi ile danışan/hasta arasında profesyonel olarak yapılandırdığı terapötik ilişki ve bu ilişki çerçevesinde belli aralıklarla yapılacak görüşmelerle gerçekleştirilir. Psikoterapide genellikle ilaç kullanılmaz. Psikoterapi psikolojik hastalıkları iyileştirmek ya da hafifletmek amacıyla bilimsel olarak doğrulanmış ve etkisi kanıtlanmış teknik ve yöntemlerin kullanıldığı planlı ve kontrollü bir tedavi sürecidir.
PSİKOTERAPİSTE NE ZAMAN BAŞVURULUR?
Herkes zaman zaman içinde bulunduğu koşullar nedeniyle inişli çıkışlı ruh halleri ve çeşitli psikolojik sıkıntılar yaşayabilir ve kendi başına bu tür ruh hallerinin üstesinden gelebilir. Çoğunlukla sıkıntı yaratan koşullar değiştiğinde ya da ortadan kalktığında her şey normale döner. Bu durumdaki kişiler, sıkıntılarını eşleri veya arkadaşlarıyla paylaşarak içsel dengelerini tekrar sağlar. Ancak bazen güven duyulan kişilerle yapılan görüşmeler yeterli olmaz ve kişinin psikolojik sorunları kendi başına çözmeyeceği kadar karmaşıklaşır ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Sürekli endişeli, bitkin ve halsiz hissetme, hayattan zevk almama, bunalım, içine kapanma, yaşamak istememe gibi ruh hallerinin birkaç haftadan uzun sürmesi ya da organik nedenleri bulunmayan baş ağrısı, kalp çarpıntısı, mide ve sindirim sorunları gibi fiziksel rahatsızlıkların olması durumunda yapılması gereken bir psikoterapiste başvurmaktır. Örneğin, iki haftadan uzun bir süre, neredeyse her gün, günün büyük bir bölümünü isteksiz geçiren, sürekli bitkin olan ve hiçbir şeye ilgi duymayan, hiçbir şeyden zevk almayan birinin psikoterapiye ihtiyacı var demektir ve muhtemelen ona depresyon tanısı konulabilir. Ayrılıklar veya yakın birinin kaybı çok şiddetli üzüntü, bitkinlik, umutsuzluk veya öfke ve çaresizlik duygularına yol açabilir. Bu normal bir psikolojik reaksiyondur. Kişinin başka bir insanın kaybının üstesinden gelmesi, farklı süreler gerektirebilir; bu süre "yas dönemi" olarak adlandırılan bir yıllık süreyi de aşabilir. Yas içindeki kişi, kaybettiği eşini veya yakınını hatırladıkça acısı tazelenir ama yaşanan acı ve diğer duyguların şiddeti zamanla azalır. Eğer böyle olmazsa ve uzun bir süreden sonra da kişinin normal duyguları ve günlük hayatı hâlâ üzüntüsünün etkisi altındaysa bu kişinin psikoterapist yardımına ihtiyacı var demektir.
PSİKOTERAPİ ALMA ZAMANI GELDİĞİNİ NASIL ANLARSINIZ?
Ruhsal çalkantılar yaşadığınızda ve kendinizi mutlu hissetmediğinizde bu durumdan kendi başına kurtulma çabalarınız da sonuç vermediğinde sizin için psikoterapi gerekip gerekmediğini anlamanız için kendinize soracağınız ilk sorular şunlardır:
- Kendimi öncekinden farklı hissediyor muyum?
- Bu değişiklik huzurumu bozuyor mu?
- Bu değişikliğin bir açıklaması var mı?
- Bu açıklama sıkıntıların süresini ve şiddetini açıklamaya yetmiyor mu?
- Günlük işlerimi oldukça zorlanarak mı yapıyorum?
- Hep endişeli miyim ve çok korkuyor muyum?
- Bedensel rahatsızlıklarım var mı?
- Rahat uyuyamıyor muyum? Yetersiz veya fazla mı uyuyorum?
- Kendimi sıklıkla saldırgan, öfkeli, gergin hissediyor muyum?
- Çevremdekilere karşı çok tahammülsüz ya da hoşgörüsüz müyüm?
- İşe gitmek istemiyor muyum?
- İntiharı düşünüyor muyum?
- Çevremde sorunlarım hakkında konuşabileceğim insan yok denecek kadar az mı?
- Arkadaşlarımla yaptığım konuşmalar artık fayda etmiyor mu?
- Başkaları da bendeki değişikliğin farkında mı?
- Bu değişiklikler üç aydan uzun bir süredir devam ediyor mu?
- Bu değişikliklere karşı umursamaz mı davranıyorum?
PSİKOTERAPİDE NELER OLUR?
İlk seansta psikoterapist ve danışan bir araya gelir ve birbirlerini tanımaya yönelik ilk adımları atarlar. Bu adımlar, aynı zamanda psikoterapi süreci devam ettiği takdirde, kurulacak olan “terapötik ilişki”nin temelini oluşturur. İlk seansın gidişatını belirleyen, danışanın o an oradaki ihtiyacıdır. Bu nedenle, psikoterapist tamamen danışanın açtığı yoldan onunla birlikte ilerler. Bazen ilk görüşme yoğun duygu paylaşımı içinde geçebileceği gibi bazen duyguların daha geri planda tutulduğu bir bilgi alma ve psikoterapi süreci hakkında bilgi verme şeklinde de geçebilir. Psikoterapist danışanı psikoterapi odasına aldıktan sonra öncelikle kısa bir form üzerinde onunla ilgili bazı kişisel bilgileri (yaşı, eğitimi, aile bilgileri, telefon numarası, vb.) not eder. İlk görüşmede, danışanı yardım arayışına yönlendiren sorunların ya da konuların neler olduğu üzerinde durmak amacıyla psikoterapist, “Size nasıl yardım edebileceğimi düşünüyorsunuz?”, “Sizi buraya getiren nedir?”, “Sizi dinliyorum…” gibi ifadeler kullanır. Danışanın sıkıntılarını ve öyküsünü, kendi sözleriyle anlatmasına olanak verir. Psikoterapist sadece açıklanması gereken konuları açmaya çalışır. İlk görüşmenin ilk 30 dakikası genellikle danışanın kendini anlatmasıyla geçer ve son 15 dakikada psikoterapist konuşur. Psikoterapist danışanın hayatı, neler yaptığı, nerede ve kimlerle yaşadığı ve sorununun ne olduğuyla ilgili fikir sahibi olur. Danışanın anlattıklarının ne olduğu ile olduğu kadar, bunu nasıl anlattığı ile de ilgilenir. Neleri önemsediğini, neleri seçtiğini, nelerin neleri çağrıştırdığını dikkatle takip eder. Bazen danışanın bir görüşmenin başında söylediği bir şeyin nedeni, seansın sonuna doğru anlaşılır. Dolayısıyla, sürecin takibi, psikoterapistin satır aralarını doğru okumasını sağlar. Ayrıca ilk görüşmelerde danışanın bağımsız ve eşit bir kişiliği olduğunun hissettirilmesi önemlidir ve bu nedenle ona “siz” diye hitap edilir. İlk görüşmede danışanın duygusal ihtiyaçların arkasında neler yattığı henüz belli olmadığı için bunlar karşılanmaz ama ifade edilmesi için teşvik edilir. Çünkü dinamik bir görüşmede her zaman iki boyut birlikte ele alınır; “olaylar ve duygular”. Olaylar belirtilmeden duyguların, duygular belirtilmeden de olayların anlamı olmaz. Psikoterapist, danışanın güvenini, bilgisizliğini, saflığını, çaresizliğini ya da ekonomik sıkıntılarını istismar etmez, tedavinin başarısıyla ilgili uygun olmayan vaatlerde veya cesaret kırıcı ifadelerde bulunamaz. Uygulayacağı yöntem ve teknikler için danışanın onayını alır, tedavi hakkında açıklayıcı bilgi verir ve danışanı şu konularda aydınlatır: Tedavinin türü, psikoterapi planı, varsa tedavi yöntemi alternatifleri, tedavinin olası riskleri, seansların süresi ve sıklığı, tedavinin öngörülen toplam süresi ve ücretlendirme…
PSİKOTERAPİDE HANGİ YÖNTEMLER KULLANILIR?
Psikoterapi, danışanın bozulan ruhsal dengesini yeniden kazanabilmesi için ona yardımcı ve rehber olma sürecidir. Psikoterapi, danışanın duygusal çatışmalarını çözümlemek; bu çatışmaların neden olduğu kaygı, korku, gerilim, çökkünlük gibi ruhsal sorunlarını ortadan kaldırmak; kendisi, ailesi ve başkalarıyla ilişkilerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi, hayatla barışık ve mutlu yaşayabilmesi için becerilerini geliştirmek üzere uygulanan tedavi yoludur. Psikoterapi, danışanın kendisini tanıması; duygu, düşünce ve davranışlarını anlaması, yaşamına dair farkındalık kazanması için psikoterapistin danışana tuttuğu bir aynadır. Psikoterapi, danışanı değiştirmeye, dönüştürmeye, farklılaştırmaya çalışmadan, ona kendini ve yaşamını doğru algılaması ve anlaması, kendinin fakında olması ve onu psikoterapi odasına getiren sorunu ortadan kaldıracak koşulları sağlama becerisi kazanması için, psikoterapistin, danışanın yoluna ışık tutmasıdır. Psikoterapi, en genel anlamda danışanların duygusal, davranışsal ve ruhsal sorunlarının çözümüne yönelik uygulanan tekniklere ve yöntemlere verilen addır. Psikoterapi yöntemlerini 5 ana başlık altında toplayabiliriz: (1)Analitik Yönelimli Psikoterapi, (2) Derinlik Psikolojisine Dayanan Psikoterapi, (3) Bilişsel Davranışçı Terapi, (4) Birey Odaklı Psikoterapi ve (5) Sistemik Psikoterapi…
1- ANALİTİK YÖNELİMLİ PSİKOTERAPİ
Analitik yönelimli psikoterapi yöntemi, klasik psikanaliz geleneğine bağlıdır. Analitik yönelimli psikoterapide, kişisel deneyimlerin psikolojik sıkıntıların ortaya çıkmasına veya mevcut psikolojik rahatsızlıkların uzun süre boyunca iyileşmemesine neden olabileceğini varsayılır. Çünkü yaşam deneyimlerimiz, diğer insanlarla olan ilişkilerle beraber şekillenir ve bu açıdan yaşamın ilk yılları çok önemlidir. Bu deneyimlerimiz içselleşmiş ve bilinçdışı olarak, insanın kendisi ve başkalarıyla ilgili oluşturduğu“imge”yi (algılama şekli) ve aynı zamanda kendisine ve diğer insanlara karşı “temel tutumunu, zihniyetini” etkiler. Ayrıca, şiddetli ve psikolojik olarak zor hazmedilen yaşanmışlıklar ve bunlardan kaynaklanan korku, utanma ve saldırganlık gibi duygular, bilinçdışından kişinin yaşamını ve ilişkilerini biçimlendirmesini etkiler. Bunun sonucunda da yaşamımız süresince bilinçdışından duygu, düşünce ve davranışımızı etkileyen davranış kalıpları oluşur. Yaşam deneyimlerinin bilinçdışında çatışmalara neden olması sonucunda psikolojik ve bedensel rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Analitik yönelimli psikoterapide, kişinin bu bilinçdışı süreçlerinin farkına varmasına ve böylelikle anlaşılmaz olanları bilinçli deneyimler olarak erişebilir hale getirmesine yardımcı olunur. Psikoterapist, danışana aklından geçen düşünceleri ve hissettiği duyguları tarif ettirirken, herhangi bir yargılama ya da eleştiri yapmadan sadece ne söylediğini analiz eder. Psikoterapi sırasında danışanın bilinçdışından kendisine ve başkalarına yönelik davranış kalıplarını ortaya çıkarır. Ayrıca, danışanın önceleri anlamlı olan bu davranışlarının, bugünkü hayatına uygun olup olmadığına veya devam ederek uygunsuz deneyim ve davranışlara veya ruhsal sıkıntılara neden olup olmadığına açıklık getirir. Psikoterapi sürecinde danışan hem kendi için hem de diğer insanlarla olan ilişkileri için derin bir anlayış geliştirebilir ve yaşadığı ruhsal çıkmazlardan çıkış yolunu bulabilir. Analitik psikoterapide genelde, danışan psikoterapistle göz teması olmayacak şekilde bir divana uzanır. Bunun yararı, danışanın düşüncelerinin ve duygularının daha serbest olması ve iç dünyasına, düşüncelerine, duygularına ve içinizdeki imgelere daha yoğun bir şekilde yönelme fırsatı vermesidir. Analitik psikoterapi uzun süreli bir terapidir ve haftada iki veya üç seans olmak üzere iki-üç yıl sürer.
2- DERİNLİK PSİKOLOJİSİNE DAYANAN PSİKOTERAPİ
Derinlik psikolojisine dayanan psikoterapide de analitik psikoterapide olduğu gibi yaşamımızı sadece irademiz aracılığı ile düzenlemediğimizi, aynı zamanda hissettiğimiz, düşündüğümüz ve kararlaştırdığımız her şeyin, bilinçdışı psikolojik etkenlere bağlı olduğunu varsayılır. Çocukluk yıllarında oluşan algılayamadığımız ve etkileyemediğimiz içsel çatışmalar hayatımızı belirleyen en önemli faktörlerdir. Çocuk, bir yandan bağımsız ve özerk olmanın, diğer yandan da şefkatli bir ortamda ve korunmuş olmanın doğal çatışmasını yaşar. Bazen ya anneyi ya da babayı kaybetmekten korktuğu için böyle bir çatışmayı çözemez. O zaman bu dayanılmaz çatışma, ondan korunmak için bastırılıp bilinçdışına taşınır ve oradan duygularını, düşüncelerini, özellikle de diğer insanlarla olan ilişkilerini etkiler. Hayatının daha sonraki yıllarında, örneğin acı bir ayrılık yaşadığında, bu bilinçdışı çatışmalar duygularının ve davranışlarının üzerinde büyük bir etki yapar ve hatta psikolojik olarak ruhsal sıkıntılara yol açabilir. Derinlik psikolojisine dayanan psikoterapide, psikolojik sorunların bir başka nedeninin yaşamın ilk yıllarında görülen ağır ihmal, şiddet veya duygusal soğukluk gibi deneyimler olduğunu varsayar. Bu olumsuz yaşam deneyimlerini yaşayan kişiler, çoğunlukla kendileri ve diğer insanlar hakkında tüm olumlu ve olumsuz özellikleriyle bir imge oluşturamaz, sağlıklı ilişkiler kuramaz, kendi davranışlarına hakim olamazlar. Bilinçdışı çatışmaları psikoterapistle olan ilişkiyi de belirler. Derinlik psikolojisine dayalı yöntemi uygulayan psikoterapistler, danışanların psikolojik rahatsızlıklarının bilinçdışlarındaki nedenlerini anlamalarına yardımcı olurlar. Çatışmalarını çözmelerine ve böylelikle yaşamlarını daha sağlıklı ve kolay şekillendirmelerine destek olurlar. Derinlik psikolojisine dayanan psikoterapi, genelde haftada bir veya iki olmak üzere bireysel görüşmeler olarak veya grup halinde yapılır ve üç aydan iki yıla kadar sürebilir. Bu tedavi yöntemi, sanat, müzik veya vücut terapisi gibi yaratıcı terapi yöntemlerini de içerebilir.
3- BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
Psikoterapi ruhsal rahatsızlık veya sorunları sözel etkileşim yoluyla çözme ve davranışları değiştirme tekniğine verilen genel addır. Bilişsel davranışçı terapide öncelikle kişinin güncel sorunlarına odaklanır, süre olarak daha sınırlı ve daha çok sorun çözme ve özel bir takım beceriler öğretme hedeflidir. Bu beceriler çarpık düşünceleri saptamak, inançlarını değiştirmek, çevreyle yeni ilişkiler kurmak ve davranış değişikliğidir. Çünkü ruhsal sıkıntılar spesifik olaylara anlam vermek ve yorum yapmak için yaratılan düşüncelerden ve hatalı davranışlardan oluşur. Duygularımız ve davranışlarımız, olayları algılama biçimimizden oluşur. Başka bir ifadeyle insanlar olaylardan değil, olaylara bakış açılarından ve onlara yaptıkları yorumlardan etkilenirler. Düşüncelerin altında da, çocukluğumuzdan beri kendimize kazandırdığımız bazı kök inançlar ve tepkiler yatmaktadır. Bu düşünceler danışan tarafından keşfedilebilir, sorgulanabilir ve kendine göre en uygun şekilde, işlevsel olarak değiştirilebilir. Bilişsel davranışçı terapi, yaşam boyunca ortaya çıkan psikolojik ve sosyal özellikler, genetik ve bedensel faktörler nedeniyle insanların psikolojik sıkıntılar için farklı duyarlılığı olduğunu varsayar. Bu çerçevede stres veya yoğun sıkıntı verici deneyimler, bir psikolojik sıkıntının ilk tetikleyicisi olabilir. Öte yandan, güvenilir ve istikrarlı ilişkiler, kendini ve başkalarını doğru algılama yeteneği ya da hayata ve sorumluluklarına yüklenen anlam gibi insanı psikolojik sıkıntılardan koruyabilen faktörler de vardır. Psikolojik sorunlara çevrenin tepkisi, kişinin sorunlarla başa çıkma konusundaki tutum ve davranışları psikolojik sıkıntıların dinamiklerini ve gidişatını etkiler. Bilişsel davranışçı terapide psikoterapist, önce danışanla beraber psikolojik rahatsızlığın nedenini ve neden kendiliğinden düzelmediğini açığa çıkardıktan sonra, somut terapi hedefleri üzerine anlaşmaya varıp sorunun nedenleri ve ortaya çıkmasına etki eden koşullardan yola çıkarak tedavi planını hazırlar. Psikoterapist, danışanı başkalarını algılama biçimini veya bazı durumlarda sergilediği davranışlarını daha iyi inceleyip bunların onu durumunu nasıl etkilediğini sorgulamaya teşvik eder. Örneğin, olumsuz düşünceleri ve o düşüncelerin duygu ve davranışları üzerindeki etkisini algılamasını sağlayıp, günlük yaşamında faydalı düşünceleri ve farklı davranış şekillerini denemesine yardımcı olur. Bu yöntemde, danışan, kendisine korku veren düşüncelerini, kendisini nasıl algıladığını ve ilişkilerini nasıl şekillendirdiğini psikoterapistle beraber analiz eder. Psikoterapist, danışanın hayatı boyunca edinmiş olduğu davranış kalıplarını daha iyi anlayıp onları sıkıntılarınızı hafifletecek şekilde değiştirmesine destek olur. Bilişsel davranışçı terapide psikoterapistle danışan karşı karşıya oturur. Psikoterapi seanslarının sayısını ve sıklığını sorunun türüne göre psikoterapist, danışanla birlikte belirler. Tedavi genellikle altı ay ile bir yıl arasında ama gerekirse daha uzun da sürebilir.
4- BİREY ODAKLI PSİKOTERAPİ
Konuşma merkezli psikoterapi olarak da adlandırılan birey odaklı psikoterapide, insanın sağlıklı gelişimi için temel ihtiyacının olumlu ve koşulsuz bir şekilde değer görmek (özellikle de kendi ebeveynleri tarafından) olduğu varsayılır. Çocukluk dönemindeki olumsuz deneyimler, kişinin kendisi hakkında olumsuz bir imge oluşturmasına yol açar. Bu nedenle, kişinin yapıcı deneyimler yaşayıp kendisini gittikçe daha iyi anlama ve geliştirme yeteneği kısıtlanabilir. Bunların üzerine bir de zor yaşam şartları ve içinde bulunduğu ilişkinin veya iş hayatının sorunları eklenebilir. Birey odaklı psikoterapiye göre, psikolojik sorunlar genelde insanın kendi kendini algılayış şekliyle çelişen deneyim ve duygularını kabullenememesi yüzünden oluşur. Birey odaklı psikoterapide, her insanın olumlu yönde gelişme yeteneği olduğu varsayılır. Bu yüzden; psikolojik bir sıkıntı yaşanması durumunda kendi durumunu en iyi analiz edebilecek ve sorunlarına çözüm geliştirecek olan da insanın kendisidir. Birey odaklı psikoterapide danışan“kendi kendinin uzmanı” kabul edilir. Bu nedenle terapinin merkezinde kendini keşfetme vardır. Danışanın doğal gelişme ve iyileşme süreci, psikoterapistin onu mümkün olduğunca değerlendirmeden, onunla empati kurarak, duygularını anlayarak geri bildirimlerde bulunmasıyla desteklenir. Psikoterapist, danışanı koşulsuz bir şekilde ve olduğu gibi kabul eder, yani onun her davranışını değerlendirmeden, kişiliğini tutarlı bir şekilde görerek, sağlığına kavuşmasına yardımcı olmaya elverişli bir ortam oluşturur. Danışanın psikoterapi sürecinde yaşadığı deneyimler ve kazandığı yeni beceriler, gelecekte karşılaşabileceği sorunlara da yaratıcı çözümler bulmasına yardımcı olur. Birey odaklı psikoterapide, özellikle danışanın duygusal deneyimleri vurgulanarak duygularının ve düşüncelerinin değiştirilmesine odaklanır. Psikoterapist ile danışanın karşılıklı oturduğu konuşma merkezli psikoterapi, genellikle haftada bir seans olmak üzere, altı ay ile bir yıl arasında sürer.
5- SİSTEMİK PSİKOTERAPİ
Bireysel (çocukluktan bugüne kadar olan bireysel yaşam), etkileşimsel (partnerlerle ve diğer aile bireyleriyle olan ilişkiler) ve nesiller arası (aileden miras kalan ve atacılık olarak bilinen sıkıntıların bugünü etkilemesi) olmak üzere üç sistem üzerinde çalışılan sistemik psikoterapide, psikolojik rahatsızlığın geliştiği sosyal duruma, örneğin aileye, odaklanılır ve psikoterapiye, danışanın yanı sıra eşi, çocukları, anne ve babası da dahil edilir. Terapötik çalışma, sadece biyolojik veya yasal olarak tanımlanmış aile veya çiftlerle sınırlı kalmayıp, danışan için önemi olan başka kişileri de kapsayabilir. Psikoterapist, danışanın yakınlık duyduğu bu kişilerden de, onu nasıl algıladıklarını ve aralarındaki ilişkilerin nasıl şekillendiğini öğrenmek isteyebilir. Böylece danışanın psikolojik sorunlarının nedenlerini anlamak üzere, ailevi ve sosyal ilişkilerinin ve iletişim yapılarının nasıl olduğunu inceleyebilir. Sıkıntılarının giderilmesi için danışanla birlikte çalışırken, onun güçlü yanlarını ortaya çıkarır. Sistemik psikoterapide “aile heykelleri” ile çalışılır. Bunun için danışanın kendi bakış açısına göre, ailesinin sembolik figürleri, aile içi duygusal ilişkileri ifade edecek şekilde terapi odasına yerleştirilir. Aile heykelleri sayesinde, aile üyeleri arasındaki gizli bağlar ve çıkmaza girmiş iletişim süreçleri görünür hale getirilerek ilişkilerdeki çatışmalar ve ruhsal sıkıntılara yol açan bağlar böylelikle daha iyi tespit edilip sorunlar çözülebilir. Sistemik psikoterapide, psikolojik rahatsızlıkların iyileşmesinin psikoterapi seanslarında ilk dürtüleri alarak tetiklendiğini, fakat asıl önemli değişimlerin seans aralarında olduğu varsayılır. Bu yüzden terapi seansları daha uzun aralıklarla yapılabilir. Aralıklar psikoterapinin başlangıcında bir-iki hafta, sonuna doğru da altı-sekiz hafta olabilir. Kişiye yönelik sistemik psikoterapi birer veya ikişer saatlik seanslar halinde yapılır ve çoğu zaman 25 terapi seansından uzun sürmez ama uzun süren durumlar da olabilir.