Gerçek olaylara dayanmayan anıları tanımlamak amacıyla kullanılan, “hayali anı sendromu” veya “psikolojik kurmacalar” olarak da bilinen sahte anı sendromu (false memory syndrome – FMS), aslında gerçekte var olduğu kesinleşmemiş olmasına rağmen “gerçekmiş gibi”, gerçek mekan ve gerçek kişilerle zihinde yaratılan bir hikayeleme senaryosu sonrası oluşan bir fantezi anıdır. Yani açıkça gerçek dışı olan ama gerçekmiş gibi anlatılan bir olay vardır ve bu kişi, kendisinin ve yaşadığını iddia ettiği olayda yer alan başkalarının yaşamında bu olayın belirleyici, yıkıcı bir etki yarattığına inanır. Çünkü insan zihni yaşadığı ruhsal ve bedensel her travmaya aklının kabul edeceği bir gerekçe bulmaya ve anlam yüklemeye programlanmıştır.
Ağır bir kaza veya ruhsal bir travma sonrası geçici şoka giren bir kişi, sonraki süreçlerde olayın nasıl olduğu hakkında fikir üretmeye, olaya bir anlam yüklemeye ve olaya bir gerekçe bulmaya çalışır. Ancak olayı tam olarak hatırlayamadığı için olaya ilişkin ya kendini ya da ötekileri suçlar ve olayı çarpıtarak kendi zihninde gerçekmiş gibi kabul ettiği psikolojik bir kurguya inanmak isteyebilir. Bu bilinçli bir seçim değil, bilinçdışı bir süreçtir, psikolojik bir ihtiyaçtır.
FANTEZİ Mİ GERÇEK Mİ?
Çocukluk döneminde yaşanan ve genellikle psikoterapi aracılığıyla açığa çıkarılan çocuk istismarlarına ilişkin gecikmeli anılar bazen gerçek, bazen de psikolojik bir kurgu olabilir. İstismar konusunda ebeveynleriyle yüzleşen kişiler, ebeveynleri tarafından suçlanabilir, ebeveynleri çocuklarını istismar ettiklerini inkâr edebilir ve hatta bu sahte anıların, artık birer erişkin olan çocuklarının kafasına terapistler tarafından şırınga edildiğini savunabilir. Bu durumda kimin gerçeği söylediği kafa karıştırıcı olabilir. Çünkü çocuklar için gerçek ve fantezi aynı etkiyi yapabilir. Çocuk bir fanteziyi gerçekmiş gibi tecrübe edebilir ve zihnine o şekilde yerleştirebilir. Terapi sürecinde küçük yaşlardayken anne babalarından birinin cinsel tacizine uğrayışını açık seçik ayrıntılarıyla yeniden yaşayabilir. Oysa objektif gerçeklik meselesi, terapötik yeniden yaşamada yatmaktadır. Gerçeği bulmak, zihnin katarsisidir ve dolayısıyla da terapinin bir parçasıdır.
ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU…
Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişilerde hayali anı sendromu kuantum, reenkarnasyon veya paralel evrendeki diğer yaşamına 3. gözle bir bakış gibi metafizik yorumlarla harmanlanabilir. Şizotipal kişilik bozukluğu, olaylara tepki vermek yerine, tepkilerini kendi içlerinde yaşayan, kimseyle ilişkisi olmayan kişilerin yaşadığı bir kişilik bozukluğudur. Bu kişiler yaşadıkları sosyal aktivite olaylarında aşırı heyecan, kuşku, kaygı ve alınganlık hissederler. Toplumda garip davranışlar, ilginç düşünceler sergilerler. Toplumdan soyutlanmayı istemeseler de, insanlara karşı mesafeli davranırlar. Konuşmaların kendi ile ilgili olduğunu düşünürler. Her söyleneni, bakışı ve tutumu yanlış algılarlar, bunlara gerçek dışı anlamalar yüklerler. Gerçeklere karşı yabancı gibi davranırlar ve kendi gerçekliklerini yaşarlar. Bu kişiler başına gelenleri, olayların oluş şeklini tuhaf yorumlarlar. Kendi yorumlarına da gerçekçi bir şekilde bakmadan inanırlar. Batıl inanışları, garip düşünceleri, gerçek olmayan kişilerden mesaj aldığına dair düşünceleri olan bu kişilerin davranışlarında, duygu ve düşüncelerinde dağınıklık vardır. Ayrıca davranışlarında gariplik olması, konuşmalarının net olmaması, insanlarla olan ilişkilerinin bozulmasına neden olur. Kendilerine az sayıda arkadaş edinebilirler. Yabancıların yanında gergin olurlar, tarikat gibi gruplara katılma eğilimi gösterirler. Karşılarındaki kişilerle ne kadar yakın olsalar da, sürekli olarak bir kaygı durumu yaşarlar. Bu yüzden bulundukları ortamı terk etmeyi düşünürler. Bacaklarında, kollarında, yüzlerinde sanki böcek dolaşıyormuş gibi bir hisse kapılırlar. Vücutlarında bir yerin büyüdüğünü, şeklinin bozulduğunu düşünerek, buna inanırlar. Bu kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler, ciddi sorunlar yaşarlar ve şizofrenlere benzetilirler. Fakat şizofrenlere göre daha az garip davranışları vardır ve gerçeklikten tam olarak kopmuş değildirler. Psikoterapistler bu kişilerin gerçek dışı davranışlarına ve inanışlarına karşı daha gerçekçi düşünceler geliştirmesine yardımcı olabilirler. Bu nedenle psikoterapi almalarında fayda vardır.