Şiir – Uzun Yağmurlardan Sonra Bir Gün

'Öyle ya bırakıp giden benim her zaman olduğu gibi şimdi de, 'giderim' tehditlerini savurmama gerek kalmadan, ama gitmeyi de belki ilk defa istemeden yola koyulan. İşte korkunun alacakaranlığı çöküyor üzerime ve: Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak'.'
Paulo Coelho – Simyacı

Uzun Yağmurlardan Sonra Bir Gün…

yağmurluydu.
yağmur dolu bir memleketti.
ağlamaklı bakardı hep gökyüzü'

uzun yağmurlardan sonra bir gün,
kızılcık şurubu kıvamında,
anıları ve yalnızlığıyla başbaşa,
yeryüzü sürgünü olduğunu anlamış
kır saçlı bir sevda mahkumu çıkar son yolculuğuna…

anlamıştır iflah olmaz biri olduğunu…

neresinden tutacağını bilemediği,
soru işaretleriyle dolu
hüzün dışında tüm misafirlerini kovduğu bir hayata küs,
yüzünde acı bir gülümseme,
yüreğinde sevdalısıyla bakışırlarken hiç göz kırpmama özlemi'
içinde ölüm duygusu…

uzun kirpikleri ıslak,
kış bakışlı serçe gözlerinde hüzünlü bir kaç damla yaş,
buz tutmuş sırça bıyığında gözyaşları kış.
dudaklarında sıradan sözcükler,
ardında son bir bakış,
ardında sonbaharın etkisiyle etraftaki kuru yaprakları dansettiren asi rüzgar,
ardında silinmeyen ayak izleri,
ardında birkaç dost,
ve sevdalısı…

'elveda' der sanki son kez.
canının 'bunu her zaman söylemem gönderme beni' deyişini hatırlayarak.
'elveda' der ağaca tırmanan tırtıla, bahçede yeni açmaya çabalayan tomurcuk güle, büyümeye çalışan yeşil otlara, rüzgârla savrulan yaprağa, gökyüzünde dönen bulutlara…
elveda…

çeker geceler boyu eriyip kaybolduğu
eski günlerine dair hayat kırpıntılarıyla dolu evinin kapısını.
biraz daha tükenmiş,
biraz daha yorgun.
çaresizliğine kahreder.
kimseler görmeden,
'oy yüreğim!' diye inler,
hıçkırarak ağlar.
ve masum yüreğini suçlar'

sonsuza kadar kalacağı düşüncesiyle yapılan
fakat ertesi sabah eriyen sıradan bir kardan adam gibi hisseder kendini,
Nietzsche'nin deyişiyle maymunla üst insan arası bir insan.

kulaklarında 'sayısız yol var burada, sayısız seçenek' diyen şairin çınlayan sesi,
son kez döner ardına,
ayaklar altına alınmış onuruyla
'sevmeyi öğretmiştim oysa' der gibi birkaç kelime dökülür dudaklarından…

kendini çepeçevre saran eski paltosuna biraz daha sarılarak
iki eli paltosunun yan çeplerinde,
ayaklarının altında sararmış yapraklarla bir başına yaptığı düşünceli yürüyüşüyle
karanlık
yitik
nemli
ve izbe zamanda kokusunu duyarak sevdalısının,
vedalaşmayı bile beceremeden,
mahkumiyetinin bilincinde,
düşer yollara…

bir çok 'ama' lı cümlecikle dolu
derin bir yarayı kanatıp dururken zaman,
geçmişinin dökümünü yapar:
hoyratça çiğnenmiştir kalbi.
derin bir ahhhhhh çeker'

yaşamını her sorgulayışına aldığı cevap koca bir 'hiç' ken
beyninin köşelerinde ödeşemediği,
silkeleyip bir çırpıda atamadığı geçmiş anılarıyla
her şey düzmece bir dinginliğe gömülür'

anlamıştır,
kalmamıştır kardelen ısrarı.
hayatın kıyısındadır.
hayatın elvedasındadır.
yalnızdır.
düşlerinde intihar tutkularıyla kendincedir artık…

bırakma vaktinde uçup giden hayaller ve umarsız kelimeler,
bırakmıştır.
vazgeçme vaktinde akla ziyan düşünceler ve kırgınlık,
vazgeçmiştir.
yılgınlık vaktinde ayrılık ve ölüm.
yılmıştır.

her taraf karanlıktır'

hoş gelir,
sefa gelir ölüm'

ölüm,
uzun yağmurlarda,
dinmeyen kışta,
sararıp solan yaprakta,
karanlık gecede,
apaydınlık günde,
sislerin içinde,
göğsünün son kez kabarmasından sonra,
ölüm heryerdedir.
ölüm masumdur.
ölüm hüzünlüdür.
ölüm hayata son bakıştır.
ölüm hatırlatıştır'