Terör saldırısı yapanların beyni nasıl yıkanıyor? Nasıl olur da bir insan “terör eylemcisi”, “canlı bomba” veya “intihar bombacısı” olabilir? Bunu sağlayan güç, etki, inanç, duygu ya da düşünce nedir? Nasıl oluyor da terör eylemcileri; (1) ya hep ya hiç tarzında ideolojik telkinlerle düşmanı şeytanlaştırıyorlar, (2) sürekli olarak haksızlık, kötülük ve zulümlere vurgu yapıyorlar, (3) vatan, ideal bir dünya kurmak, barış ve adaleti sağlamak, zulme karşı durmak gibi kutsal kabul edilen değerleri korumak üzerinden motive ediliyorlar, (4) kahraman olmak, övünülecek bir eylem yapmak, dünyada kalıcı bir iz bırakmak, boş geçen hayatını değerli bir eylemle taçlandırmak gibi değerler üzerinden kendilerini duygusal olarak tahrik ediyorlar, (5) ölümsüzleşmek, adını devrim tarihine yazmak, şehit olmak gibi idealler ile kendilerini besleyerek bir hedefe kilitleniyorlar? Bu soruların yanıtı insanın ruhsal gelişim evrelerini bilmekten geçiyor.
İNSANIN RUHSAL GELİŞİM EVRELERİ…
İnsanın fiziksel gelişimi gibi, psikolojik gelişimi de çeşitli evrelerden geçer. (1) Birinci evrede insanın çocuklukta ilk önce iyilerin ve kötülerin birbirine girdiği paramparça bir iç dünyası vardır. Bu evrede birbirinden farklılaşmamış ilk “ben” yani “kendilik” ve “sen” yani “nesneler” kümesi henüz oluşmamıştır. (2) İkinci evrede, ilk farklılaşmamış “ben” ve “sen” kümesi tasarımları oluşur. Ben, ben olmayandan ve insan, insan olmayandan daha iyi ayrımlaştırılmaya çalışılır. Ancak “iyi ben” ve “iyi sen”, “kötü ben” ve “kötü sen” hala birleşmiş bir haldedir ve iyileri korumak amacıyla “iyiler” ile “kötüler” arasına sembolik bir duvar örerek (bölme) onları birbirinden ayrı tutar ve böylece insan iyiler ve kötüler’den oluşan iki parçalı bir hale gelir. (3)Üçüncü evrede “ben” ile “sen” arasında ayırım yapılır, bu ayrım daha önce ayrımlaşmamış bütünüyle iyi ve bütünüyle kötü çekirdeğin içinde gerçekleşir. İnsan birbirinden ayırdığı “iyileri” ve“kötüleri” de kendi içinde “iyi ben” ve “iyi sen”, “kötü ben” ve “kötü sen” olarak ayırır, yani iyiler ve kötüler de kendi aralarında ayrılır ve böylece insanın ruhsal dünyası dört parça haline gelir. İyi ve kötü ben ve sen tasarımlarının birbirinden hala bir duvar ile ayrıldığı bu evrede henüz “bütünleşmiş bir ben” ve “bütünleşmiş bir sen” kavramı yoktur. Ama çocuğun kendisi, kendisi olmayandan farklılaşır. (4) Dördüncü evrede “iyiler” ile “kötüler” arasındaki duvar kalkar ve “iyi ben” ile “kötü ben” “tek ben” olarak, “iyi sen” ile “kötü sen” de “tek sen” olarak birleştirilir. Diğer bir ifadeyle hem kendini bütünleştirir hem de “sen” ile simgelenen kendisi dışındaki nesneleri bütünleştirir. Yani bu devrede “iyi ve kötü ben” tasarımlarının ayrımlaşması sona erer ve “ben” tasarımının bütünleşmesi sağlanır, bireyin kimliği belli olur. “Sen” imgeleri, bütünleşmiş bireyler olarak görülen önemli kişilerin daha gerçekçi tasarımları halinde kümelendikçe “sen” tasarımları da bütünleşir. Bireyin ruhsal gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmek için geçirdiği bu evrelerden birinde oluşabilecek travmalar, aksaklıklar ya da sorunlar, psikolojik hastalıklara ve kişilik bozuklarına temel oluşturur.
CANLI BOMBA OLMA DUYGUSU…
Çocukluğunda ruhsal ve fiziksel travmaya maruz kalan kişilerin iç dünyasında “zalim”, “mağdur” yani “kurban” ve “gözlemci” olmak üzere üç rol yer alır. Vaktiyle “kurban” olan canlı bombalar daha çok ruhsal gelişim basamaklarının ikinci evresinde vurgun yiyen ve ellerine fırsat geçtiğinde “zalim” rolünde olan kişilerdir. Aşağılanırlar… Değersizlik yüklenirler… Bu nedenle içlerindeki iyiyi yüceltip kötüyü azaltmaya çalışırlar ve kötüyü yok etmek isterler… Tarih bu kurbanların zalimleşerek yaşattıkları acı dolu örneklerle doludur. Adolf Hitler aşağılık ve değersizlik duygularıyla tüm dünyayı kana bulamıştır, “kötü” tarafı olarak gördüğü Yahudileri, Çingeneleri, sakatları, homoseksüelleri ve savaş esirlerini katletmiştir, yok etmiştir. Ağır narsisistik kişilik bozukluğu olduğu varsayılan kişiler iyi taraflarını yücelterek Tanrısal bir güce ulaşıp, kötü taraflarını yok etmek için kötü olarak gördükleri ve kurbanlaştırdıkları insanları yok ederek bir Tanrı olma fantezilerini (omnipotent olma) hayata geçirirler. Bir nevi Tanrı olurlar. Tanrı’nın can alıp can verdiğine inandıkları için can alırlar… Onlar için kötü olan dünyayı, kötü olan insan taraflarını yani canlı bomba eylemleriyle kendilerini de yok ederek terk ederler. Tanrı’nın yanına ve cennetine gittiklerini düşünürler… Bu ruh hali, yanlış ve yönlendirilmiş dini ya da ideolojik inançlarla birleştiğinde “şehit” ya da “kahraman” olarak adlarının tarihe yazılmasıyla ödüllendirileceklerine inanırlar. Aynı şekilde Hasan Sabbah, Alamut Kalesi'nde yetiştirdiği ve cenneti vaat ettiği intihar eylemcileriyle Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Bunların en önemlisi ve ilki Nizamülmülk'ün öldürülmesidir.
CANLI BOMBA OLMAYA GİDERKEN…
Elbette canlı bomba olmak için narsisistik kişilik bozukluk tek başına yeterli değildir. Canlı bombalar bu kişilik yapısının yanı sıra, ekonomik ve sosyal düzeyi düşük, gelecek için beklentileri ve hedefleri olmayan, hayatta bir başarı elde edememiş, takdire, güce ve itibara ihtiyacı olan ama bunlara ulaşamamış, sürekli haksızlığa uğradığını düşünerek intikam duygusu hisseden ve narsisistik kişilik bozukluğunun daha ağır bir şekli olan antisosyal kişilerdir. Bu kişileri canlı bomba haline getirmek için yanlış ve yönlendirilmiş dini ve ideolojik inanç ve amaçlar doğrultusunda uygulanan, düşünme ve muhakeme yeteneğini ortadan kaldırmaya yönelik “posthipnotik (hipnoz sonrası) kendini gerçekleştiren bir telkin (emir) verme” ve “düşünmeyi durdurma ritüeli” gibi “beyin yıkama ve hipnoz teknikleri” devreye girer. Canlı bombanın, kendisini ve dış dünyayı “iyi ve kötü”, “melekler ve şeytanlar”, “cesurlar ve korkaklar”olarak tamamen ayrıştırması sağlanır. Kişilerin motive olmaları için, narsisistik yaraları iyice deşilir, varlıklarının tehlike altında olduğu tekrar tekrar vurgulanır, düşman iyice şeytanlaştırılır, alçaltılır ve insan dışı bir varlığa dönüştürülür, yalancı savunmalarla mantıklı bir tablo çizilmeye çalışılır. Kötüyü yok etmekten başka hiçbir şeyin önemli olmaması ve kötüyü yok ederek en iyiye, yani Tanrı’ya ulaşmak için ölme ve öldürme fikrinden başka hiçbir şey düşünemez hale getirilir. Eylemi yapamamasının hayatta hiçbir işe yaramaz, değersiz ve aciz biri olduğunu göstereceğine inandırılarak aşağılık duygusu pekiştirilir. Çünkü sanılanın aksine canlı bombanın eylemini mümkün kılan cesareti değil, acizlik duygusudur. Bu kişiler sözde iyi olan kendilerini sözde kötü olan diğerlerinden değersiz, yetersiz, aciz görürler ve ancak hem kendilerini hem de onları yok ederek onlardan güçlü olabileceklerini düşünürler. Algılama ve bilinç giderek daralır. Tüm bu zihinsel ve ruhsal aşamalar tamamlanarak sona yaklaşıldığında ise canlı bomba intihar öncesi (presuisidal) sendromu yaşar. Kendini öldürmeye karar veren kişilerin yaşadığı intihar öncesi sendromunda olduğu gibi, kesin bir kararlılık gözlenir, aynı fırtına öncesi sessizlik gibi büyük bir iç huzura kavuşur, serinkanlı ve dostça davranır, veda mektubu yazar, arkadaşlarıyla eğlenmeye gider, yiyip içer, video oyunları oynar ve sonsuz bir huzur hissederek eylemini gerçekleştirir.