“Yemek için mi yaşıyor, yaşamak için mi yiyorsunuz?” Bu soruya çoğu kişi otomatik olarak “Elbette yaşamak için yiyoruz” cevabını verecektir. Ama dönüp gerçekte ne için ve nasıl yediğimize baktığımızda açlıkla hiçbir ilgisi olmayan çeşitli nedenlerden dolayı yediğimizi fark ederiz. Yiyoruz çünkü herkes yiyor. Yiyoruz çünkü eve gelir gelmez açlık sinyallerini hissetmeye başlıyoruz.
Yiyoruz çünkü yemek yemeye koşullandık. Yiyoruz çünkü yiyeceklerin çöpe gitmesini istemiyoruz. Yiyoruz çünkü üzgünüz, sinirliyiz ya da depresyondayız. Yiyoruz çünkü çok güzel kokuyor ve harika görünüyor. Evet bu çünkü’lerin sonu gelmez…
YEME DÜRTÜSÜNÜN DUYGUSAL EVRİMİ…
Yemek yemek yaşamımızın ilk yıllarında bizim için biyolojik bir dürtüden ibarettir ve yemeğe yalnızca yaşamak için ihtiyacımız vardır. Bebekler ağlar, yerler ve tekrar acıkana kadar yemek yemeyi bırakırlar. Küçük çocuklar, aç olduklarında yemek yiyip doyduklarını hissettiklerinde dururlar. İlerleyen yaşlarda ise yiyeceklerle ilgili kuralları ve kısıtlamaları öğrendikçe doğal yemek yeme davranışımızı yitiririz. Tabağımızdaki her şeyi bitirmemiz gerektiğini, aksi halde arkamızdan ağlayacağını, yaramazlık yapmazsak çikolatayla ödüllendirileceğimizi, yaparsak da ağzımıza biber sürülerek cezalandırılacağımızı öğreniriz. Bazı yiyeceklerin bizim için iyi, bazılarının kötü olduğu söylenir ve kazara bizim için kötü olanlardan yersek kendimizi suçlu hissederiz. Böylece yemekle aramızda kurulacak duygusal köprünün inşası başlamış olur.
YEMEK YEMENİN PSİKOLOJİSİ…
Yeme davranışımızı etkileyen psikolojik faktörler sürekli iş başındadır. Çoğu kişi çocuklukta yaşanan travmalar, bağımlılık ilişkileri, depresyon, kaygı, öfke, yalnızlık, sevgisizlik, özgüven eksikliği gibi olumsuz duygularıyla başa çıkabilmek için yeme davranışını kullanır. Yemek yemek kısa vadede duyguları yatıştırmaya, stresi ve kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir ama bu kısırdöngü içinde sürekli yemek genellikle pişmanlık ve suçlulukla sonuçlanır ve kilo artışıyla birlikte olumsuz beden imgesinin oluşmasına neden olabilir. Stres, korku, kaygı, öfke gibi tüm olumsuz düşünceler vücutta fizyolojik stres yanıtı oluşmasına yol açar. Bunun sonucunda kortizol ve insülin hormonları daha fazla salgılanır. Bu hormonların fazlası vücudun kalori yakma kapasitesini düşürerek yağ depolanmasına ve kan şekeri dengesini bozarak yeme bozukluklarına neden olur. Dünyanın en iyi diyetini de uygulasanız, kaygılı ve stresli bir ruh haliyle kilo vermeniz oldukça zor olacaktır. Bir de buna uygulanması zor diyetler, tatsız tuzsuz yiyecekler ve yoğun egzersiz programları eklenirse kaygı düzeyiniz artacak ve iş daha içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır. İnsanın metabolik enerjisi vücudu hayatta tutmaya programlanmıştır. Dolayısıyla dünyanın en güzel, en sağlıklı yiyeceklerini yediğinizde bile eğer ruh haliniz iyi değilse, zihniniz kalori yakımını durdurarak vücudunuzu korumaya alacaktır. İnsanın doğasında temel bir paradoks vardır: Bir parçamız içimizde huzur isterken, diğer parçamız buna karşı savaşır: Yemek konusunda da durum böyledir. Bir yandan aklımızla sağlıklı ve düzenli beslenmek isterken, diğer yandan tüm kuralları yıkmak, içgüdüsel olarak neyi ne kadar yiyebilirsek yemek isteriz. Bunu da genellikle içimizdeki duygusal açlığı, yani sevgi, ilgi ve beğenilmeye duyduğunuz ihtiyacı bastırıp iç huzura kavuşmak için yaparız.
FİZİKSEL AÇLIK VE DUYGUSAL AÇLIK…
Hepimiz hayatta kalmak için yemek yemek zorundayız ama bunun ötesinde, yemek yemenin herkes için farklı anlamları var. Bazı kişiler için yemek büyük bir zevk kaynağıdır, bazıları sadece karın doyurmak için, bazıları ise ilaç niyetine yemek yerler. İnsanın doğasında olan sezgisel yeme davranışı duyguları içermez. Bu doğallığın zamanla kaybedilmesinin nedeni fiziksel açlık ve duygusal açlık arasındaki ayrımın yapılamamasıdır. Fiziksel açlık biyolojik bir dürtüdür ve acıkınca yemek yer, doyduğumuzda bırakırız. Duygusal açlıkta ise duygusal ihtiyaçların doyurulması söz konusudur. Duygusal açlığa yol açan duygular karşılanmamış ihtiyaçlar, hayal kırıklığı, olumsuz düşünme, kayıplar, travmatik olaylar, cezalar ve kısıtlamalar ile ilişkilidir. Duygusal yeme olumsuz duygularla başa çıkmak için başvurulan bir yoldur. Fiziksel açlıkla duygusal açlık arasındaki ayrımı yapmanın en kolay yolu açlığı nerede hissettiğimize bakmaktır; fiziksel açlıkta midemizde, duygusal açlıkta zihnimizde hissederiz. Fiziksel açlık belirli bir süre içinde ortaya çıkarken midemizde kazınma, guruldama ya da kan şekerinin düşmesi gibi belirtiler verir. Ancak duygusal açlık aniden ortaya çıkarak herhangi bir fiziksel belirti vermez. Kişi karşı konulamaz bir şekilde yeme isteği duyar ve ne bulursa onu çok kısa bir süre içerisinde yer.
YEME BOZUKLUKLARI…
Yemekle aramızdaki duygusal bağ, yeme bozukluklarına da yol açabilir. Yeme bozuklukları, yemek yemeyi tamamen bırakmaya kadar varan “anoreksia”, aşırı yemek yiyip hemen ardından kusulan “bulimia” ve kısa bir süre içinde çok miktarda yiyeceğin kontrolsüzce yenmesi şeklinde “tıkanırcasına yeme bozukluğu” olarak üç ana kategoride yer alır. Bunlar arasında en yaygın görülen tıkanırcasına yeme bozukluğunda kişinin yediklerinin miktarını kontrol edemediği, yemeyi durduramadığı bir kontrol kaybı vardır. Aşırı yeme sonucunda da genellikle suçluluk, utanç ve pişmanlık duyulur ama yaşanan bu duygusal stres tekrar aynı yeme döngüsünü başlatır. Tıkınırcasına yemek obeziteye yol açarak felç, kalp ve damar hastalıkları, diyabet ve kanser gibi hayati tehlike oluşturabilecek sağlık risklerini de beraberinde getirir.
TIKANIRCASINA YEME BOZUKLUĞU…
Kimi zaman kurt gibi acıktığımızı hissederek çok fazla yemek yeme ihtiyacı duyarız. Ama doyduktan sonra herhangi bir pişmanlık hissetmeyiz. Tıkınırcasına yeme bozukluğunda ise sürekli olarak yemekle meşguliyet ve çok kısa sürede çok miktarda yiyeceğin tüketildiği aşırı yeme atakları ve atakların sonunda yaşanan depresyon belirtileri vardır. Tıkınırcasına yeme ataklarından oluşan bu döngüyü başlatan nedenler, kişinin olumsuz düşünceleri ve duygularıdır. Kişi, bunlardan kaynaklı sıkıntısıyla baş etmek için yemek yer. Yemek strese karşı yatıştırıcı etkisini en hızla hissettiğimiz ve en kolay ulaşabildiğimiz doyum araçlarından biridir. Bunda beyin biyokimyasında yemek ile duygular arasında ilişki kuran hormonların etkisi vardır. Stresli ve gergin durumlarda sürekli yemek, mutluluk hormonları olarak da bilinen serotonin ve endorfin hormonlarının daha fazla salgılanmasını sağlayan şeker ve karbonhidrat ağırlıklı gıdaları tüketmek hızlı ve tatmin edici bir rahatlama sağlar. Stres karşısında yemek, bebeklikten itibaren öğrenilen bir davranıştır. Bebek ağladıkça ağzına meme, biberon, emzik verilmesi güven ile yemek arasındaki ilk bağı kurar. Çocuk büyürken sürekli ona bir şey yedirmeye çalışan ve yediğinde mutlu olan ebeveynleri sayesinde yemek ve mutluluk arasındaki bağı güçlendirir. Ve artık bir yetişkin olduğunda kendini güvende, mutlu ve huzurlu hissetmek istediğinde kendini bir şeyler yerken bulur. Çünkü yemek, stresini ve kaygısını bastırmak, azaltmak ya da yok etmek için başvurduğu bir alışkanlık haline gelmiştir.
YEMEKTEN VE HAYATTAN ZEVK ALMAK…
Yaşamak için yemek sevdiğiniz yiyeceklerden vazgeçerek yemek yeme keyfinden mahrum olmak anlamına gelmez. Yiyeceklerle sağlıklı bir ilişki sürdürmek için ihtiyacınız olan şey vücudunuzun bilgeliğidir. Vücudunuzun verdiği açlık sinyallerinin farkında olarak duygusal ihtiyaçlarınızı değil, beslenme ihtiyaçlarınızı karşılamak için yiyerek sağlığınız üzerinde kontrol kazanabiliriz. Yaşamak için yerken de yemekten ve hayattan zevk almaya devam edebilirsiniz. Kilit nokta, doğal açlık sinyallerinizi dikkatle dinlerken istediğimiz zaman yemeğin tadını çıkarmanızı sağlayan dengeyi yakalamaktır. Sağlıklı yiyecekleri seçerek edineceğiniz yeme alışkanlığınızı özel durumlarda canınız ne isterse yiyebileceğiniz molalarla ödüllendirebilirsiniz. Beslenme konusunda önemli olan kısıtlama değil, dengedir. Zihin ve beden birlikte çalıştığında yeme alışkanlıkları olumlu yönde değişir. Zihin-beden bağlantısı güçlendikçe ne zaman acıktığınızı, ne zaman doyduğunuzu daha doğru bir şekilde değerlendirmeye başlarsınız. Ne yediğinizin, ne kadar yediğinizin ve yeme eyleminin her bir anının farkında olarak beslenmenizi kontrol altına alabilirsiniz. Ne sıklıkta yediğinize, kaşıkta ne kadar yemek olduğuna, lokmalar arasında ne kadar beklediğinize, çiğnemeye ne kadar zaman ayırdığımıza odaklanarak yediğiniz şeyin her zerresinden keyif alabilirsiniz.
Alkali diyet, vücudun pH dengesini alkalinize etmeyi amaçlayan bir beslenme tarzıdır. Bu diyet, asidik yiyeceklerin…
Akdeniz meyve sineği, kısa ömrü ve hızlı üreme kapasitesi nedeniyle yaşlanma araştırmalarında sıkça kullanılır. Bu…
Yaşam süresinin uzaması, 21. yüzyılda önemli bir demografik değişim olarak karşımıza çıkmaktadır. 100 yıl ve…
50 yaş üstü kadınlar için cinsel yaşam, sağlık, mutluluk ve yaşam kalitesinin önemli bir parçasıdır.…
50 yaş üstü erkekler için cinsel yaşam, sağlık, mutluluk ve yaşam kalitesinin önemli bir parçasıdır.…
“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…