İnsanın kendisi ve hayatıyla ilgili bütün olup bitenleri, olmakta olanları ve gelecekte olacakları önceden planlanmış bir biçimde düzenlediğine inanılan bilinçdışı güce “yazgı” adı verilir. Diğer bir ifadeyle yazgı, çocuklukta insanın iç dünyasına yerleşen, kendini tekrar etmek ve gerçekleştirmek için uygun koşulları yaratmaya çalışan bir “düzenek”tir. Ancak yazgıyı, “ezelî takdir, yazı, alın yazısı, mukadderat, takdir-i ilâhî” olarak da adlandırılan “kader”den ayırmak gerekir. Günlük dildeki kullanımda Arapça bir sözcük olan “kader”in Türkçedeki karşılığı “yazgı” olmakla birlikte, kavramsal anlamları açısından bu iki sözcük birbirinden ayrı kavramları adlandırırlar. Çünkü kader sözcüğün Türkçede adlandırdığı kavramlardan ilki, “değiştirilemez ve boyun eğilmesi gereken alın yazısı”, ikincisi de “genellikle kaçınılmaz olan kötü talih”tir. İşte bu “genellikle kaçınılmaz olan kötü talih” ifadesinin biraz daha açılıp genişletilerek anlattığı kavrama yazgı adını veriyoruz.
İRADE…
Bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç, ezeli takdir olarak bilinen kader konusu bütün semavi dinlerde en çok merak edilen konuların başında gelir. İslam inancında da kader ve kaderin sınırları tartışma konusu olmuştur. Geniş anlamıyla kader, bir insanın yeryüzündeki var oluş sürecinde yaşamını yönlendiren ve“iradesiyle kontrol edemediği etkiler”in tümüdür. Bu etkilerle oluşan iki tür kader vardır: “külli irade” ve “cüzi irade”…
İNSANİ OLMAYAN İRADE…
Külli irade, Tanrı’nın iradesini yansıtan kesin ve değişmeyen kader olarak bilinir ve bu kader dua, büyü veya herhangi bir güç, tedbir ve gayretle değiştirilemez. İnsanın bilgisi ve isteği dışında oluşan bu kaderin kapsamında, doğulan yer, zaman, aile, eş seçimi, çocuklar, ölüm vakti gibi yaşamı derinden etkileyecek ve şekillendirecek tüm olaylar yer alır.
İNSANİ İRADE…
Cüzi irade ise, insanın kendi özgür iradesini kullanarak kendi kaderini ve yaşamını şekillendirmesi olarak açıklanabilir. Cüzi iradenin kapsamında ise kişinin özel zevkleri, merakları, ikili ilişkileri, olaylar karşısında verdiği tepkiler, duygu ve davranışlarını kontrol etme becerisi gibi kendi kontrolü ve inisiyatifindeki durumlar yer alır. Küllü iradeyi, futbol oyunundaki değiştirilemez kurallarına benzetecek olursak, kişinin yaşamını şekillendirebilmesine izin veren cüzi iradeyi de futbolcuların futbol oynarken gösterdiği ve ustalık gerektiren kişisel becerilerin tümü olarak tarif edebiliriz. Bir futbolcunun aldığı iyi bir pası yeteneğiyle gole çevirmesinin ya da iyi bir pas almadan topu mücadeleyle kazanıp gol atmasının mümkün olabileceği gibi, kesin gol olacak bir pası değerlendirip gol atamaması da mümkündür.
KAZA…
Tanrı tarafından önceden takdir edilen olay ve durumların zamanı geldiğinde gerçekleşmesine “kaza” adı verilir. Kader, kurgulanan bir plandır. Kaza ise bu planın uygulanması anlamına gelir. Semavi dinlerdeki inanışa göre, her şeyi yaratan ve takdir eden Tanrı’dır ama Tanrı insana herhangi bir şeyi yapıp yapmamak konusunda bir irade (cüzi irade), yani seçme hakkı ve hürriyeti vermiştir. İnsan bu irade ile iyilik etmeyi seçebilir ve gücünü bunu yapmak için kullanabilir. İnsanın yaptıklarından sorumlu tutulmasının sebebi, sahip olduğu iradeyi ve gücü kendi tercih ettiği şekilde kullanma özgürlüğünün olmasıdır.
YAZGI…
Cüzi irade, yazgı adını verdiğimiz kavrama daha yakındır. Çocukluğu ve gençliği sorunlu olan bir kişi, kişisel gelişim ve psikoterapi ile zamanla yaşamını akıllıca şekillendirebilir ve özgür iradesiyle yazgısına meydan okuyarak ona son verebilir. Öte yandan çocukluk yaşamı her bakımdan olumlu olan bir kişinin yetişkinlikte yaptığı yanlış davranışlarının olumsuz olaylara yol açması söz konusu olabilir.
GEÇMİŞİN TEKRAR ETME ZORLANTISI…
Türk halk kültüründe kader “alınyazısı” veya “yazgı” olarak bilinir. Dünyadaki birçok kültürde insanın yaşayacaklarının önceden doğaüstü ve insanüstü tanrısal bir güç tarafından belirlendiği ve bazı kültürlerde ise bunun bir yere bir şekilde yazılmış olduğu inancı vardır. Türk kültüründe ise bu yazının insanın alnında olduğu düşünülür. İşte bu alınyazısını, çocuklukta bilinçdışımıza yerleşmiş bir düzenek, diğer bir ifadeyle Freud’un tanımladığı “geçmişi tekrar etme zorlantısı”nın dışı vurumu olarak görüyoruz. Gönül kapınızı kimin çalacağını bilemezsiniz, bu kaderdir ama gönlünüze kimi buyur edeceğinize siz karar verirsiniz, bu da yazgıdır. İnsan kaderin sunduğu ile imtihan olur ama seçimleriyle ve özgür iradesiyle kendi yazgısını kendisi belirler. Kader sel, deprem gibi boyun eğmeniz gereken doğa olayları ya da tesadüfi karşılaşmalar gibi sizin dışınızda gelişen durumları içerir ve bunlar için kendi iradenizi kullanma şansınız yoktur. Benzer sorunları olan insanları hayatınıza alma gibi kendi tercihiniz olan değiştirilebilir yaşam durumlarını içeren ve Freud’un geçmişin tekrar etme zorlantısına hizmet eden yazgıda ise insani irade, seçim ve sorumluluklar vardır. Bilinçdışı bir düzenek olan yazgıyı değiştirmek sizi ebeveynlerinizin ve geçmişinizin kopyası olmaktan çıkartır, sizi orijinal yapar. Unutmayın siz eşsiz ve orijinal biri olarak doğdunuz, bir kopya olarak ölmeyin…
YAZGININ GÜCÜ…
Yazgı bilinçdışının gücüdür, kader ise doğaüstü kabul edilen bir güçtür. Kader, Tanrı’nın değişmez doğa kuralları olarak yani evreni, insanı ve evrendeki diğer tüm varlık ve olayları belli bir nizam ve ölçüye göre düzenleyen “ilâhî kanunlar” olarak tanımlanır. Kaderin kuralları asla değiştirilemez ve onlara hiçbir şekilde müdahale edilemez; rüzgârın esmesi, depremin olması gibi… Psikoterapi veya kişisel gelişim ile değiştirilebilen ve müdahale edilebilen yazgı ise insanın çocuklukta yaşadığı travmalara ve hayata karşı aldığı pozisyondur. Kişi bu pozisyonu nasıl alacağı konusunda tamamıyla özgürdür ve yaptıklarından ya da yapmadıklarından kendisi sorumludur.
FARKINDALIK VE İÇGÖRÜ…
Çocuklukta insanın anne-babasını, içinde yaşadığı aile ve toplumu seçememesi kaderin kapsamı içindedir ve kader, yazgıyı olumlu ya da olumsuz etkiler. Ancak yetişkinlikte insanın yazgısı artık kendi iradesindedir. Kişi iradesini ve seçim yapma hakkını kullanarak yazgısını değiştirebilir. Bunun için “zihinselleştirme” ve “duygu regülâsyonu” yaparak geçmişini analiz etmesi, farkındalık ve içgörü geliştirmesi ve içine yerleşen düzeneği, yani yazgısını keşfetmesi gerekir. Bu keşif süreci bazen acı verici ve yorucu olabilir. Bu açıdan bakıldığında yazgı, insani bir olgudur ve insanın seçimlerinin, söylemlerinin, davranışlarının toplamından oluşur. Yazgı, insanın yaşamına yön veren bilinçdışı ve gizemli bir güçtür, “bilinçdışının geçmişi tekrar etme zorlatısı”dır. Rastlantı ya da alınyazısı sonucu gibi görünen kötü olayların tekrar tekrar ortaya çıkışıyla belirginleşen ve aslında çocuklukta iç dünyaya yerleşen bir düzenek olarak şekillenen yazgı, bilinçdışı süreçlerin oluşturduğu bir tür “nevroz”dur.
KRAL OİDİPUS
Sofokles’in başyapıtı Kral Oidipus, yaşamı üstün başarılarla geçen Oidipus’un bilinçdışı yazgısını anlatır. Bu yazgıya göre Oidipus babasını öldürecek, annesiyle evlenecek ve ondan çocukları olacaktır! Ancak Oidipus bir kehanetle öğrendiği bu uğursuz yazgıdan kurtulmak için evinden, yurdundan kaçar. Bir dedektif gibi hayatını sorgulayarak seçimlerini gözden geçirir ama gerçekleri bilmediği için hata yapar, kendini köşeye sıkıştırır ve sonunda aradığı suçluyu bulur. Suçlu kendisidir. Gerçeği göremediği için kendi gözlerini kör eder. Kral Oidipus efsanesinde olduğu gibi bir kehanet, insanın ruh dünyasına çocukluk travmalarıyla yerleşir; kişi sevilmeyeceğine ve terk edileceğine inanır. Ancak her insan gerçeği acı çekerek öğrenecek olsa da yazgısını psikoterapi ile keşfedebilir ve sürekli tekrar eden bu yazgısına son verebilir. İnsan yazgısında kendi hayatında kendine biçilen rolleri çaresizlikle oynayan bir “nesne” konumundayken, psikoterapi veya kişisel gelişim ile elde ettiği farkındalık ve içgörüyle kendi hayatında ve özgür iradesiyle geleceğine yön veren bir “özne”olabilir.
YAZGIYA KARŞI ÇIKIŞ…
“İnsan ağaca benzer, ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse, o kadar kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinlere kötülüğe… Gerçekten kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz. Bir konu hakkında hazırlıksız sorguya çekildiğimizde, aklımıza gelen ilk düşünce çoğu zaman bizim kendi düşüncemiz değildir ama bizim sınıfımıza, konumumuza ve soyumuza ait olan sıradan bir düşüncedir sadece. Özdüşünceler pek ender olarak su yüzüne çıkar. Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden birçok kez, ilk kez gibi yararlanmaktır” diyen Nietzsche’nin felsefesi öğretisi, kendi çağına ve yazgıya tümden bir “karşı çıkış”tır. İnsanın kendisi üzerinden düşünmesini, kader ve yazgıyı birbirinden ayırması gerektiğini savunur.Nietzsche’ye göre “üst insan”, “Benim” diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği belirleyen insandır. 1862 yılında, yazdığı “Yazgı ve Tarih” adlı denemesinde, insanların yaşamlarını en yüksek noktaya “onu bir daha yaşamayı isteyerek” ulaştıracaklarını anlatır. İnsanların kendi bilinçli seçimleri olmayan yazgılarını sevebilmeleri ve bilinçli yetişkin parçalarıyla keşfettikten sonra değiştirebilmeleri için yazgılarını acılarla birlikte yeniden yaşamayı onaylamaları ve acının içinden geçerek yaşamı olumlamaları gerekir.
ÖZGÜR İNSAN…
Her insan, nesiller arası aktarım yoluyla bilinçdışı olarak şekillenen bir yazgıyla doğmuştur ya da çocuklukta yaşadığı travmalarla bir yazgı sahibi olmuştur. İnsanlar da toplumlar da kendi yazgılarını yaşarlar. Yazgıya en basit anlamıyla alışkanlıklarımız diyebiliriz. Örneğin; hepimiz anne-babamız gibi konuşur ve davranırız, bir partnerle ilişkimizde anne-babamızın ilişkisini tekrar ederiz. Yazgı bir anlamıyla da psikolojik aktarımdır. Yazgı, kader değildir, insanın geçmişinin tekrarıdır. Kişi düşünceleri, davranışları ve seçimleriyle yazgısına rağmen hayatını kendisi belirleyebilir. Bunun için yazgısını bilmesi ve seçimlerini buna göre yapması gerekir. Bilinci kullanmadan yapılan seçimler ve davranışlar kaçınılmaz olarak yazgının yaşanması, yani geçmişin tekrar etmesi anlamına gelir.