“İçimde şeytan mı var, melek mi?” sorusunun yanıtı “Hepsi BEN’im”dir. Çünkü insanın bir yanında hoşlanmadığı, kurtulmak, değiştirmek ve geride bırakmak istediği yönleri, diğer yanda sevdiği, beğendiği özellikleri yer alır. Bu nedenle insan, zıtlıkların çatışması ve birliğini fark etmeli, sahip olduğu zıt yönlerini sahiplenmeli, kendisini, sevdiklerini, hayatı ve zıt kutuplarını derinlemesine keşfetmelidir. Bu sayede, kendisini yargılamadan, suçlamadan, utanmadan, korkmadan ve endişelenmeden olduğu gibi koşulsuzca kabullenebilir; kendiyle, sevdikleriyle, çevresiyle ve hayatla bütünleşebilir.
Bütünleşerek daha da büyür, büyüdükçe daha büyük bir dünyada olduğu gibi var olmasına olanak tanıyan insancıl bir bakış açısı geliştirebilir, kişisel gelişimini tamamlayabilir. Bu süreçte insan ihtiyaçlarını, isteklerini, çevresiyle nasıl temas kurduğunu, tamamlanmamış işlerini ve iç dünyasındaki kördüğümlerini fark edebilir ve çözümleyebilir, Mevlana'nın şu sözlerini rehber edinebilir: "Işık görünmeden renk görünmez. Her şey zıddı ile anlaşılır. Noksanlar kemalin aynasıdır. Benliklerinden kurtulanlara, felek de secde eder, ay da, güneş de. Okuyan aklı miktarınca anlar. Atlaslara, ipliklere bürünen kişinin aklını o atlas, o ipek elbise hiç fazlalaştırır mı?"
HER ŞEYDEN BİR, BİR'DEN HER ŞEY TÜRER…
Efes'te yaşamış Sokrates öncesi Yunan filozofu olan, zıtlıkların çatışması ve birliği ana öğretisini savunan ve dinamik bir felsefî sistem ortaya koyan Heraklitos'a göre,karşıtların savaşı varoluşun zorunlu ve tek şartıdır. Eğer karşıtlıklar arasındaki savaş olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Kozmos karşıtlıkların savaşının meydana getirdiği bir uyumdur, harmonia'dır. Yani karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir. Varlıkların meydana gelişi ancak birbirlerine zıt olan ve bundan ötürü birbirlerini devam ettiren zıtların çatışmasına bağlıdır. Bu çatışma ve ayrılıklı birliği insan hem kendinde hem sevdiklerinde hem de hayatın içinde çeşitli simgelerde ve şekillerde fark eder; inen ve çıkan yolun aynı olduğunu, iyi ile kötünün aynı olduğunu, çemberin çevresinde başlangıç ve sonun ortak olduğunu, yazının yolunun düz ve eğri olduğunu, soğuğun ısınıp, sıcağın soğuduğunu; nemlinin kuruyup kurunun nemlendiğini görür. Bütün bu zıtlıklar, ikililiklerine rağmen aynı şey olup bir'in ayrı ayrı yanlarıdır. Bağlanışlar; bütünler ve bütün olmayanlar, bir arada duran ve ayrı duran, birlikte söylenen ve ayrı söylenen her şeyden bir, bir'den her şey türer.
ŞİMDİ VE BURADA OLMANIN GÜCÜ…
Her insan kendine özgü olarak bütünü algılamalı ve bu algılamasının onun için olan anlamını keşfetmelidir. Yani insan evrenle arasında bir harmoni (uyum) oluşturmaya çalışmalıdır. Yunan mitolojisinde aşk ve sevgi tanrısının adı olan Harmonia, Eros ve Aphrodite'in kızıdır. Ruhsal çözümleme açısından bu uyum, cinsel eğilimler ve bundan doğan isteklerin tümüdür. İnsanın kendisini, çevresindekileri ve hayatı aşkla, sevgiyle kabullenmesi ve uyum içinde yaşaması demektir. Her birey kendi çevresinin ve yaşadığı hayatın bir parçasıdır. Bireyi çevresinden ve hayattan ayrı değerlendirmek doğru değildir. Her birey ruh, beden, duygular, duyumlar, düşünceler ve algılamalardan oluşan eşsiz bir bütündür. Tüm bunlar birbirleriyle ilişkili olarak işlevsellik kazanır ve hayatı anlamlı kılar. Her birey çevreye yalnızca tepkide bulunmaz, aynı zamanda çevresini de olumlu veya olumsuz olarak etkiler. Yani birey, çevreyle etkileşiminde yaşadıklarının hem nedeni hem de sonucu olur. Her bireyin kendi duygularının, duyumlarının, düşüncelerinin ve algılamalarının farkında olma yetisi vardır. Her birey özgürdür ve kendisinin farkında olabildiği için, seçim yapma ve yaptığı seçimlerin sorumluluğunu alma kapasitesine sahiptir ve bu nedenle de kendi seçimlerinden, söylemlerinden ve eylemlerinden kendisi sorumludur. Her birey şimdi ve burada ilkesiyle kendini ancak içinde bulunduğu an’da yaşayabilir; geçmişi ve geleceği yalnızca şu an’da hatırlayabilir veya kurgulayabilir. Geçmiş şu an’da hatırlanarak, gelecek ise ŞU AN’dan sonra olacaklar tahmin edilerek yine şu an’da yaşanır ve deneyimlenir.
KARŞITLARIN BİRLİĞİ VE SAVAŞI…
"Her şey, iki kutupludur ve birbirine karşıttır. Kutuplar, karşıtını muhakkak kendi içinde barındırır. Kutuplar karşılıklı bağlılık ilişkisi içindedir. Kutuplar karşılıklı olarak bir diğerine dönüşebilir. Kutuplar karşılıklı olarak üreten-tüketen veya destekleyen-kısıtlayan ilişkisi içindedir. Kutuplar kendi içlerinde de sonsuz alt kutupları barındırır" görüşlerini esas alan "Yin" ve "Yang", dünyada bugün var olan gelmiş geçmiş tüm bilgi kaynaklarının temelinde görünebilen, evrendeki karşıt kutupları ve bu kutupların birbiriyle olabilecek her türlü ilişkisini ortaya koyan ve kökleri çok eskilere dayanan felsefi bir öğretidir. Her şeyin iki kutuplu ve birbirine zıt olduğunu savunan Yin ve Yang felsefesi de dünyada bugün var olan gelmiş geçmiş tüm bilgi kaynaklarının temelinde görülebilen, zıt kutupları ve bu kutupların birbiriyle olabilecek her türlü ilişkisini ortaya koymaya çalışır. Nerede "yin" ve "yang" kutuplaşması varsa, orada hareket doğar ve sürekli bir şekilde devam eder. Mevcut durumdan yeni bir durum doğmuş olur. Böylece; doğurma süreci tetiklenir ve sürer gider. Zıt kutuplar, küçük bir oranda dahi olsa zıddını muhakkak kendi içinde barındırır; gecenin içinde aydınlığın, gündüzün içinde karanlığın, sıcağın içinde soğuğun bir şekilde bulunması gibi, kadının içinde eril güç, erkeğin içinde de dişil güç vardır. Her sorunun yanında çözüm, sevginin yanında nefret, eylemsizliğin yanında eylem, saldırının yanında da savunma vardır… Bu nedenle insan ve hayata dair tüm oluşumlar, zıddı olmadan açıklanamazlar. Zıtların biri, diğerinden bağımsız olamaz; gündüz olmadan gece, gece olmadan gündüz açıklanamaz çünkü gece olmadığı sürece, gündüz de yoktur. Yani zıt kutuplar birbirinden bağımsız var olamazlar. Ancak zıtlıklar ve hayata dair tüm güzellikler gözle değil akılla fark edilir. Bunu Mevlana şöyle dile getirir: "Ne mutlu o göze ki; akıl, onun başında buyruktur. İşin sonunu görür, her şeyi bilir, aydındır, nurludur. Çirkinle güzeli, gözle değil, görünüşle değil, akılla ayırt edin. Göz pislikte biten yeşilliğe aldanır. Fakat akıl; 'Onu birde bizim mihengimize vur!' der…" Ve devam eder: "Ne mutlu o kişiye ki kendi, kendinin ayıbını görmektedir. Kim ki birisinin ayıbını görürse, o ayıbı kendisinde bulur. Sen de o ayıp yoksa yine emin olma olabilir ki; o ayıbı sen de yaparsın günün birinde, o ayıp sende de çıkabilir…"
HAYAT ZITLIKLARLA DOLUDUR…
Mevlana ve Yunus Emre için "aşk" insanın bütünle buluşabilmesidir, içindeki zıt kutupları birleştirmesidir. "Bir can var canında o canı ara! Beden dağındaki gizli mücevheri ara! Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara! Ama dışarıda değil, aradığını kendi içinde ara!" diyen Mevlana, insana her şeyden önce kendini tanımasını ve zıtlıklarını keşfetmesini önerir. Çünkü hayat, gece-gündüz, savaş-barış, iyi-kötü gibi zıtlıklar üzerine kuruludur. İnsan şimdi ve burada ilkesiyle şu anda geçerli olan deneyimini açıkça algıladığında, ne yaptığının veya nasıl yaptığının farkındalığını kazandığında, hayatın zıtlıklarını da fark edebilir, çevresini bilir, seçim yapmanın sorumluluğunu alabilir, kendini bilme ve kendini kabul etme ve etkileşim becerisini arttırabilir. Güzelliklerin içindeki çirkinliği, iyi insanların içindeki kötülüğü, beyazın karşısındaki siyahı, gecenin içindeki gündüzü, mutluluğun içindeki üzüntüyü keşfedebilir. Her şeyin zıddıyla hem içinde hem hayatta var olduğunu, zıt olan unsurların birbirlerini tamamladıklarını kavrayabilir. Güzelliğin kıymetini ancak çirkinliklerle, sağlığın kıymetini hastalıklarla ve ölümle anlayabilir. Eflatun da, kavramları zıtlarıyla ele alarak tanımlamaya çalışmış ve şöyle demiştir: "Acı ve haz doğal olarak fışkıran iki pınar gibidir; bunlardan gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği kadar alan her canlı varlık mutlu olur, buna karşılık bilinçsizce ve zamansız alan mutsuz yaşar…"