Yaşanan olayları değerlendirmek, özümsemek ve olguları tespit etmek hayatın anlamını belirler. Doğru saptamalar ve doğru seçimler yapmak ya da bakış açısını değiştirmek de yaşamı değiştirmek demektir. Eğer farklı açılardan bakabilirseniz ve yaşam tarzı olarak kabul ederseniz, hem hayatta başarılı olur hem de ilişkilerinizi doğru bir şekilde götürebilirsiniz. Bu açıdan yola çıkarak hayata ve ilişkilere dair önemli farkındalıklar, başarılı birlikteliklerin sırlarını da açığa çıkarabilir.

MUTLULUK İÇİN BENZER OLMAK GEREKMEZ

Mutluluk sırlarının ilki, eşitliğin ve farklılığın aynı anlama gelmediğidir. Öncelikle eşitliğin tanımını doğru yapmak gereklidir. Eşitlik sosyal olarak cinsi, rengi, ırkı, kökeni ne olursa olsun her bireye aynı hakların ve fırsatların tanınmasıdır. Oysa eşitlik ve eş olmak aynı anlamı taşımaz. “Ne kadar benzerlik taşınırsa o kadar eşit ve eş olunur” şeklinde bir akıl yanılsaması vardır. Birbirine “eşit” olmayan ama “eş” olan ve “eşit haklara sahip” olan kadın ve erkek, içlerinde birbirlerine ait parçaları taşımakla birlikte birbirlerinden farklıdırlar. Bu farklılık hem çekicidir hem gereklidir hem de çok iyi bilinmelidir. Çünkü kadınlarla erkekler dünyaya farklı açıdan bakarlar ve bu bakış açıları kadını daha zengin ve üstün kılar. Ayrıca kadınlar toplumun yarısıdır, diğer yarısını da doğururlar. Böylece kadınlar toplumun tamamı gibi olurlar. Bu nedenle çok iyi bilinmesi gereken “Kadınca” ve “Erkekçe” dili kadının ve erkeğin hormonları, farklılıkları, tutumları, tavırları ve davranışlarıyla şekillenen çok özel dillerdir ve hayatı yaşama biçimlerini belirler. Kadın ve erkeğin, hayat karşısındaki duruşları da birbirinden farklıdır. Bakış açıları, tepkileri, beklentileri, tercihleri, arzuları bambaşkadır. Kadın ve erkek doğaları gereği farklıdır ama mutlaka eşit haklara sahiptirler. Farklı olmak eşitliğe engel değildir. Seçeneklerin sunulduğu bir olguda, herkesin özgür bir şekilde ve eşit fırsatlarda, istediği seçeneği tercih ettiği bir durumu düşünün. Mutlaka hemen her bireyin aynı eşit fırsatlarda birbirinden farklı tercihler yapacağını gözlemleyebilirsiniz. Çünkü her bireyin kendi hikâyesi ve karakteri vardır. Buna göre seçimler de çeşitlilik kazanacaktır. Ancak istediğini seçebilen her birey kesinlikle mutlu olacaktır. Görüleceği gibi, mutlu olmak için aslında benzer olmak gibi bir zorunluluk yoktur. Ama farklılıklar, eşitlik var ise, ister yakın ilişki olsun ister toplumsal birliktelik, mutlaka zenginliktir ve bireyleri zenginleştirir. O zaman, farklıysak ve eşit haklara sahipsek, farklılıkların birbirini zenginleştirmesini sağlamamız gereklidir.

ÇATIŞMALAR FARKLILIKLARI KABUL ETMEMEKTEN DOĞAR

Bu durumu yakın ilişkilere indirgersek, birliktelik yaşanan kişinin karakteriyle, kendisine özgü hikâyesiyle bir bütün olarak görülmesi, doğru bir tavır olacaktır. Mutlaka insana özgü farklılıklar olacaktır. Kadın ve erkek gibi keskin farklılıklar da dâhil birçok farklılıklar olabilir ve bu da oldukça doğaldır. Eğer karşılıklı olarak ilişkiyle bir vücut haline gelen her iki taraf farklılıklarına tolerans gösterirlerse, büyük bir sorunla karşılaşmadan, birlikte çıkılan yolculukta mutlu olabilirler. Çatışmalı çiftler ise aslında farklılıklarını göz ardı etmiş ya da kendini diğerine göre üstün gören ve eşitlik ilkesini çiğneyen bireylerden oluşur.

KADINCA VE ERKEKÇE

İşte mutluluğa dair bir başka öneri: Her erkeğin içinde biraz kadın vardır, her kadının içinde de biraz erkek… Ancak kadınların da erkeklerin de dilleri farklıdır. Kadınlar ‘Kadınca’ diye zor bir dili, erkekle de ‘Erkekçe’ adında kolay öğrenilebilir bir dili konuşurlar. Kadın erkeğin erkeksi ihtiyaçlarının farkına varıp, çok basit bir dil olan 'Erkekçe’yi öğrenebilirse, erkek de kadının kadınsı ihtiyaçlarının farkına varıp, çok zor bir dil olan ‘Kadınca’yı çok iyi bir seviyede öğrenebilirse, bu formül çifti mutlu, uyumlu ve sağlıklı bir birlikteliğe taşır.

EVLİLİK BİR ORTAKLIKTIR

Evlilik bir şirket ortaklığı gibidir. Deneyimler, amaçlar, hedefler, istekler ve hayaller şirket ortaklarının sermayesidir. Eğer bu iki ortak, sermayelerini sistematik bir çerçevede doğru tercihlerde kullanır, güven ve istikrar içinde sorumluluklarını yerine getirirse şirket, yani evlilik başarılı bir şekilde yürütülebilir. Mutlaka evliliklerde de tıpkı şirketler gibi gerek iç gerekse dış etkenlere bağlı çalkantılar, inişler çıkışlar olabilir ancak sağlam temellere oturtulmuş bir kriz yönetme becerisi ve çiftin birbirine olan bağlılığı kuvvetli ise en az zararla sıkıntıları atlatıp yoluna devam edebilir. Ancak eğer iki ortak sorunları değil birbirlerini karşılarına alırsa, bir takım gibi çalışmak yerine bireysel ve bağımsız çözümler üretmeye çalışırsa, paylaşımın ve sorumlulukların yerine getirilmesinde, etkin ve doğru iletişimin kurulmasında aksaklıklar varsa bu, mutsuz birliktelikleri oluşturur ve ne bir şirket ne de bir evlilik bu şartlar altında ayakta kalamaz.

HAYATTA ACI DA VAR TATLI DA…

İlişkiler uzun soluklu ve maceralarla dolu bir yolculuktur. Tıpkı hayat gibi acı olaylar ve deneyimleri de barındıran bu yolculukta karşılaşılan sorunlar, partnerlerde ağır travmalar, büyük hayal kırıklıkları ya da acıyı görmezden gelmek gibi tepkilere neden olabilir. Aslında bu günümüz popüler kültürünün bireylere sunduğu bir yanlış önermenin neticesidir. Bireylere acıdan kaçmak, hüzünden ve kederden uzak durmak ya da acı sanki hayatta hiç yokmuş davranmak gibi bir bilinç aşılanmaya çalışılmaktadır. Bu durum doğal bir süreç olan acı olaylara karşı bireylerin aşırı tepki göstermesine, tabiri yerinde ise ‘pireyi deve yapmasına’ ve çoğunlukla acıdan kaçma eğiliminden kaynaklı yanlış kararlar almasına neden olur. Çözülebilecek sorunlar büyütülür ve kimi zaman bir birlikteliği ya da evliliği sona erdirmeye varan sonuçlar partnerlerin kolayına gelir. Oysa hayatın tatlısı kadar acısı da vardır. Her zaman iyi şeyleri kendine, acıyı da başkalarına yakıştırmak gerçek dışı bir tutumdur. Acı, onu görmezden gelmek ve halının altına süpürmekle baş edilebilecek bir durum değildir. Bunun yerine acıyı yaşamak, kabullenmek ve sağlıklı bir şekilde acının içinden geçerek acıyı aşmanın ve geride bırakmanın yollarını aramak doğru bir tavır olacaktır.

RUH İKİZİ DİYE BİR ŞEY YOK MU?

Özet olarak, farklılıkların zenginlik olarak kabul edilmesi, ‘Kadınca’ ve ‘Erkekçe’nin öğrenilmesi, başarılı yönetilmesi gereken bir şirket gibi görülmesi, acı deneyimlerin de yaşanabileceği ancak bunun yolun sonu olmadığının da göz ardı edilmemesi sağlam bir ilişki ve evliliğin çok önemli noktalarıdır. Ancak birliktelikleri besleyen çok önemli bir olgu daha vardır: Tutku ve şehvet dolu bir cinsel hayat… Tüm birliktelikler tutku ve şehvetin körüklediği duyguların ağır bastığı büyük bir aşkla başlar. Bazen öyle bir an gelir ki çiftin anlaşmak için konuşmaya bile gereği kalmaz. Her iki partner birbirleri için yaratıldıklarını, iki yarım iken artık birbirlerini tamamladıklarını ve ‘ruh ikizi’ olduklarını düşünürler. Sonrası gittikçe ağırlaşan bir tabloya döner. Bir süre sonra heyecan ve tutku yavaş yavaş sönmeye, eşler arasındaki ilişki rutin bir şekilde yaşanmaya başlar. Böyle olunca da bir süre sonra eşler birbirlerinden sıkılırlar. Günlük hayatın monotonluğu ve iş-ev döngüsüne hapsolan, çoğunlukla evde birkaç saat bir araya gelen çiftler birbirlerine ve ilişkilerine ilk zamanlarda gösterdikleri ilgi ve özeni göstermez olurlar. Günlük hayatın bir parçası haline gelen evliliklerinde şehvet ve aşkın yerini alışkanlıklar alır. Hatta dün birbirlerine ‘ruh ikizim’ diye hitap eden partnerler, bugün varlıklarından dolayı birbirlerini lanetleyen ve “Keşke seni tanımasaydım” diyecek noktaya varırlar. Demek ki ruh ikizi diye bir şey yoktur. Peki, bu bir yanılsama mıdır?

EVLİLİK VAZGEÇİLMEZ BİR SEÇİM

Aslında yaşanan durum bir yanılsama değildir. Sadece çift, kendilerini bir araya getiren ve sımsıkı kenetleyen duygularını, çift olma nedenlerini, bir çift olmayı unutmuşlardır. Buna aşkın ateşinin sönmesi de diyebiliriz. Aşk ateşinden çıkan dumandan göz gözü görmez ama o ateş söndüğünde kusurlar da bir bir görünür hale gelir. Bu belki de kadın-erkek ilişkisinin en ilginç paradoksudur. Bu paradoksa rağmen, evliliği ilk günkü gibi yaşamak için çiftlerin, tutkunun ve şehvetin avucunda kıvranan bir cinsel hayatı sürekli canlı tutması gerektiği gerçeği de, değişmez bir kural olarak karşımızda durmaktadır. Her ne olursa olsun evlilik, kadın ve erkek için halen dünyanın en vazgeçilmez olgusu olmaya da devam etmektedir.

Cem KEÇE

Yeni İçerikler

VAJİNİSMUS: “BİR KAÇINMA VE ERTLEME BOZUKLUĞU”

“Vajinismus”, cinsel bir işlev bozukluğu olarak tanımlanan ve kadınlarda cinsel ilişki sırasında PSOAS kaslarının, pelvik…

2 gün ago

GEÇ BOŞALMA

Yoğun stres, gerginlik, anksiyete, mükemmeliyetçi kişilik yapısı, suçluluk ve günahkarlık duyguları, bilinçli ve bilinçdışı düşünceler…

2 gün ago

CİNSEL FANTEZİLER VE CİNSEL AŞK OYUNLARI

“Cinsel fanteziler”, insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolaydır,…

2 gün ago

PENİSİ TAKINTI YAPMA BOZUKLUĞU

Her erkek egemen toplumda olduğu gibi ülkemizde de en aşılmaz tabularından biri penis, penis boyu…

2 gün ago

SERTLEŞME BOZUKLUĞU

Beş duyu ile alınan cinsel uyaranlar ve cinsel fantezilerle beyinden kalkan cinsel uyarılar omurilik üzerinden…

7 gün ago

ERKEN BOŞALMA KADER DEĞİLDİR

En sık görülen cinsel sorunların başında yer alan “erken boşalma”, cinsel etkinlikler sırasında bir erkeğin…

7 gün ago