'erkek içinde garip bir üşüme hissi ile
kumsalı
yalnız ve üşüdüğü bir günde
denize uzak kayalarda
çıplak ayaklarını
ve kuma gömülü duruşlarını
ardından
düzensiz dalgaların gelip gidişini anımsadı
ayaklarının altında ufacık taşlar oynaşıyordu
kendince bir kehanete inanmıştı o gün
dalgalar parmak uçlarına değerse
seviyordu O'nu kadın
bir süre umutsuzluk
ve yalnızlık içinde beklemişti
yüzlerce dalga geçip gitmişti
erkek ise kıpırdamadan durmuş
hayal kırıklığını denize göstermemeye çalışıyordu
ta ki beklediği olana kadar
güneşin altında pırıl pırıl bir mavi dalga
sahile çarparak beyez köpükler halinde dökülmüştü
kumsal boyunca uzanarak
bekleyen ayaklarına
oradan bileklerine
ve dizlerini bulmuştu
geldikleri için o kadar sevinçliydi ki dalgalar
her gelişlerinde daha da coşuyor
daha sıkıca kavrıyorlardı ayaklarını
bütün kirlenmişlikler
bütün gürültüler
bütün ayrılıklar sanki arkada kalıyordu
berraklığa
sukunete
ve kavuşmalara yelken açmıştı dalgalar
ayaklarının altında ıslak kumların çöktüğünü hissetmişti
ve aynı anda hem paniğe
hem de büyük bir sevince kapılmıştı
deniz O'na kadının O'nu sevdiğini söylemişti
dünyalar O'nun olmuştu
oysa şimdi
yalandı herşey
sevmiyordu….'
Canım,
Şimdi muavine kasetçaları açtırdım. Bir parça çıktı, sana adadım. M.Abacı söylüyor: 'Kaybolan neşemi şarkılarda bulmayı denedim, sensiz olmadı. Felekten bir gece çalıp biraz gülmeyi denedim, sensiz olmadı. Unutmuş dediler, çıldıracaktım. Resim, şiir, mektup ne varsa yaktım…' Anlayacağın yoldayım. Atakum köprüsünden geçiyorum bu satırları yazarken. Güneş batmak üzere.
Senin ne istediğini bilmiyorum. Birşey istemiyor olman da mümkün. 'Ne istediğimi sanıyor bu kendisinden' diyerek de rahatsız olma. Biliyorum ki, o yanlız halinle uzanıp, okuyunca, aslında sadece sevgi isteyen ürkek çocuk gibi mahsun yüreğin yazılanların hakkını verecek. Çucuksu sevincini gözlerinde saklayamayacak. Ne istediğini de biliyorum aslında: Yakana yapışıp haykırmamı isiyorsun. Eşşek… Asla büyüme oldumu canım. O ışıltılı sevinçlerin hep içinde kalsın.
Dikkatimi yeniden radyodaki güzel ses çekiyor, kulak kabartıyorum. 'Bir yemin ettim ki dönemem…' diyor Abacı. Güzel bir şarkı varsa yolculuk beni bambaşka diyarlara götürür. Saat 17.55 . Patayalı çimenlerin üzerinde oturuyorsun şu anda. Yabancılardan kaçıp annesinin eteklerine sarılan çocuklar gibi görmek istiyorum seni. Ya da üzügün, ya da sarhoş, ya da perişan, ya da mahçup… Tuhaf değil mi? O zaman seni ufacık bir kelebek gibi görebiliyorum ve baba en yakın halin de bu sanırım. 'Deli mi bu?' 'Neler istiyor benim için' diyebilirisin. Korkma, benim bunları istemeye hakkım olduğunu da düşünmüyorum. Gıcık oldun değil mi? Kendine ait bir dünyan var. Belki de benim görmek istediğimin çok dışında senin hayalinde. Elbette onu yaşayacaksın.
Çakallı'dayız…
Hiçbirşey imkansız değildir. Ama keşke bazı şeyler gerçekten farklı olsaydı. Senin için hiçbirşey zaten zor değil. Bazen ağlamak istiyorum. Sözlerin beynimden yüreğime damladığında, yaz yağmuru gibi aptallaşan gözlerim, tanıdık yansımalar bulur gözlerinde ve unutamayacaklarımdan olduğun şu günlerde, geçmişe dönük ve de hüzünlüyken, sevgimle üzmek seni en son isteğim. Hele kırmak, söyle yakışır mı bize? Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Söylemek istemediğim sözler dilimin ucunda. Benden uzak olmana dayanamıyorum. Küsüyorum sana. Sen sanıyorsun sevmiyorum seni oysa kalbimin çılgınca çarpışı gögüs kafesime yorup bitkin düşürüyor beni o kadar. Sana daha fazlasını vaat etmek ne denli doğru olur her şeyin aptalca karıştığı bir ortamda ve soyka yüreğinin kapılarını ardına kadar açtıktan her şeyinle benim olduğunu söyledikten sonra bilemiyorum. Ya da neyi bekliyorum, doğru kelimeleri neden arıyorum halâ? 'Seni seviyorum' diyorum, kader beni hasrete mahkum ediyor. Her geçen gün daha çok sevdiğimi söylüyorum, kader özlemimi ve yalnızlığımı daha da çok arttırıyor. Anlaşılan acımasız kader yıkılmamı, vazgeçmemi istiyor. Ama senin gönlünde, beyninin her hücresinde olduğumu bildiğim sürece vız gelir bana…
Neyse canım. Hadi oturuyorsan, uzan. Ruhunu dinlendir, yum gözlerini, pardon aç. O zaman okuyamazsın 🙂 Yemyeşil ovaları düşün, üzerinde benim gibi çiçekleri ya da papatyaları. Küçük, masum bir rüya bizimkisi. Uzanmışsın. Sincap ürkmüş olmalı ki daldan dala sıçrıyor. Güneş ışığının bile ulaşamadığı o en derindeki vadilere giden derelerin şırıltısını ve kuşların sesini dinle. Kaçışan tavşanları, kuzuları, Alpay'ı, Ümit Yaşar'ı, menekşeleri, sonsuz mavi denizi, atları, civcivleri, balıkları, uçurtmaları, bulutları, yağan karı, güneşi, yağmuru, dalgaları, kayıkları, martıları, şiirleri, çocukları, mermer sütünlara ismini kanlı tırnaklarınla kazıdığın ömrünün sebebini düşün. Bak sere serpe kır çiçeklerinin üzerinde havanın tadını çıkartmaya çalışan tavşanların rahatına diyecek yok. Özlediklerini, beklediklerini, istediklerini düşün. Hakkını ben verdiğim için değil, aşkımıza, doğaya, özgürlüğe, yeşile, maviye tutkunluğumuz için, kendin için, bizim için düşün…
Hakkettiklerini yaşa.
Kendine iyi bak.
Anlamayacağımı söylediğin 'offlar' çekme. Yada anlayacağını inandıklarınla paylaş.
Biliyorum ki durugun kalbin bazen hıçın bir deniz gibi dalgalı.
Sevgilerimle…