Mektuplar – Sana Git Diyen Kimdi?

'İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.'
Shakespeare

Canım,

Yazlıktayım. Mutfaktayım.

Gece…

Tuhaf bir yaz gecesi dolaşıyor dışarıda. Hiçbir şey yerli yerinde değil sanki. Bu gece dolunay var gökyüzünde ve yıldızlar her zamankinden daha parlak. Yıllarca hep hatırlanacak kendimle hesaplaşacağım bir gece. Oysa bu güzellikleri göremeyecek kadar kafam karışık. Kimdim? Kimdik? Neden böyle hüzünlüydüm? Neler yaşamıştık gerçeğin soğukluğunda? Kimdi bizi bu kadar yaralayan? Yakalayamadığımız bir düş mü yoksa bir giz miydi? Çokmu denemiştik? Neden yapamamıştık? Bu denli karmaşık duyguların içinde boğulduğum tuhaf bir geceydi işte…

Dün nasıl geçti bilmiyorum. Aklımdan sana belli belirsiz birşeyler mırıldandım. Duyabildin mi bilemiyorum. Bir şiir okudum. Şu an hava alacakaranlık. Hani bizi hep yanıltan durum. Ne karanlık ne aydınlık. Aydınlık gibi de karanlık. Tam karanlık diye umudu kesecekken biraz aydınlığımsı. Ama aydınlık da değil. Şimdi yine karışık yüreğimle ve düşüncelerimle, yitirdiğimi sandığım sağduyum ve kırıntı anılarımla yanındayım.

Uyuyorsun değil mi eşşek.

Kitabını bitiridim. İçimden birşeyler koptu. Okuduğum kitabın sayfalarında, okurken dinlediğim tüm şarkıların ve şiirlerin her mısrasında seni buldum.

Gözlerim kapanıyor, parmaklarım yorgun…

Son yazıtını yeniden her kelimesini içime sindirerek tekrar tekrar okudum. Okuduklarıma inanamıyorum. Kendine gel gecikmeden, bırak artık görmek istemediğin gibi bakmayı. 'O bunları hissedemez' "yanıldığını söyleyecek bir gün kendisine" diye düşündüm hep. 'Herşeyime' diyerek başlamışsın, 'ilk gördüğüm anda etkilenmiştim senden ve bu aralar sadece seni anımsatan anıları düşünüyorum' yazmışsın. 'Aylardır tek başına sürdürüyorum içimde bu sevdayı, kararlıyım seviyorum, istiyorum seni' demişsin. 'Biri kaybeder biri kazanır, ben kaybettim' diyorsun. Demek yokluğumu kayıp gibi düşünebildin. 'Acı çekiyorum' diyorsun. Ve ben bunları yazarken bile tekrar sana neler yazdığını hatırlatmam gururunu kıracak diye korkuyorum. Ama inanmakta güçlük çektiklerimi bilmeni istedim. Her zaman güçlü ve mağrur yüreğinle, 'yalnızlığımın doruğundayım' diyorsun. Ve o gün bana arabada: 'Sana ihtiyacım olacak' dedin. Bende bir ara sana 'benim yok mu sanıyorsun' demeyi ne çok istemiştim o an biliyormusun?. Yüreğimde iki zıt duyguyu senin için nasıl besleyebiliyorum, inan bilemiyorum. Delicesine inanmak, delicesine sevmek, delicesine kıskanmak ve delicesine senin olmak isterken, bitmeyen bir endişeyle acaba demek ne kadar zor ahhhhh bilsen. Kısa bir süre içinde beni derinden etkilemeyi başardın. Önceleri güçlü sanıyordum kendimi ama her buluşmamızda, her yazıtında ve her telefonunda yanan bir mum gibi eridim yavaş yavaş. Yoğun duygular bunlar. Yüreğim nasıl dayanacak bu gelgitlere…

Bu gelgitler yüreğimi karıncalandırıyor inceden inceden…

Benimle karşılaşman bir rastlantıydı. Sanki bu yazıtım sana değil. Yazıtlarının altında ince ve ürkek bir yürek kalmış ona. Hani gökteki yıldızlara ulaşılamaz ve hep en parlak yıldıza 'keşke bizim olsa' deriz ama arkalardaki sönük yıldızları unutur ve sahipsiz bırakırız ya hep. Sen de benim için gökteki bir yıldız gibisin. İşte o arkalardaki sönük yıldıza bu yazdıklarım. Yaklaşmaktan korkuyorum, tılsımı bozulacak ve büyüsü çözülecek gibi geliyor bana. 'Sonradan zamana yenik düşecekse sevda, böyle kalsın, ben üzüleyim' diyorum.

Kalabalıkta yok oluyorum, duygularım ölüyor, beynim duruyor. Herkese acıyorum. Babamın 74'de anneme yazdığı eski mektubunu tozlu tavan arasından çıkardım, senin yazıtının ardından okudum, sebebsiz ağladım. Şu an senin gibi uyuyan babmamı, mektubu gözyaşlarıyla yazan babamı, yine gözyaşlarıyla ıslatarak okuyan annemi ve o an nokta kadar dahi belirginleşmemiş olan kardeşimi düşündüm. Bilmiyorum, kimbilir nişan törenlerinde "Çarşambayı Sel Aldı" türküsünü söyleyen damat adayının ne hayalleri vardı ne umutları vardı? Herşey bir yorganın dağınık çarşafı kapatması gibi acımasızca siliniyor. Dışardan bakıldığında düzgün bir yatak. Gülümseyen gözler, olmayan sevgiler, çelişkiler, mutluluk sınırına atılmak istenen boş adımlar, gizli gözyaşları, bir avuç jetonla sarı bir telefon kulübesi önünde yıldıran sıra beklemeleri, hep birşeylere özlem, geçmişe lanet, geleceğe umut, bazen herşeye değen bazen de hiçbirşeye değmez acılar ve yaşamaya doyulmayan bir anda bitmesi istenen hayat…

Nasıl dayanırım, daha nelere dayanmam gerek bilmiyorum…

Kiminle dostuz? Kim bizi tüm yanlızlığımızla tanıyor? Kimse. Neydi bu zaman zaman insanların korkunç acılarla yalnızlığını sana erdirmek beklentileri? Neyin bir kere çok değil bir kere hesabını yapmadan, gurur meselesi etmeden, küçük düşmemeye çalışmayarak sözünü ettik? Hiçbirşeyin. Başkalarını üzeceğimizden, yaşadığımızın bir gün sona ereceğinden, ailemizin karşı çıkacağından ve bu nedenle yalnız kalabileceğimizden korkuyoruz. Sevdamızın yenilmesinden yaşama, sevdamızın boyun eğmesinden kurallara ve sevdamızın yok olmasından korkuyoruz. Korkularımızın ve sorgularımızın alacakaranlığında, tüm acılarımızı söyledikten sonra, bir şekilde üstesinden gelebileceğimiz mesajını verdikten sonra, huzurluyuz ama ikiyüzlüyüz bir o kadar da sahtekarız. 'Bir gün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, daha sonra kuru çiçek demetleri gibi yerlere düşmeden çıkartmalıyız diğerlerini hayatımızdan' diyorsun ama çok daha fazla şimdi gördüğüm, bu sevda için vazgeçeceğimiz her gözü dünyamızdan atıp, kendimizi de acı çeken herkesin, zevkle hazırlanıp geçmiş anılarla dolu biçimler verilmiş bir çiçek demeti dünyasından çıkarmak kolay olmayacak, biliyorsun.

Belki de kimse yok aslında kimsenin hayatında. Hayatımıza yeni bir anlam katabilme uğraşı belki. Belki de bir başkasının hayatında mutluluğa giden yolu çok açık ve aydınlık görmekten kendi hayatımızın yolunu kaybediyoruz ve mutluluğa ulaşmakta bu nedenle zorlanıyoruz.

Daldaydılar, aynı daldaydık. Koparıldılar, koparıldık, çiçekçide özenle bir araya getirildiler, bir rastlantı sonucu karşılaştık, bir demet dünya yapıldılar, bir sevda düştü gönlümüze. Genç bir yürek tüm ümit ve aşkıyla, elleri cebinde aldı onları, bizi de en sevdiklerimiz yaraladı. Verdi sevdiğine, daha sonra öptü uzun uzun, biz hiç uzun uzun öpüşemedik uzun zamandır. Mutlu oldular, biz mutluluğu kaçırdık. Bu anın bir ömre değeceğini düşündüler belkide, bir gülüşün bir ömürdü benim için. Derken renkleri soldu çiçeklerin, çiçek demeti dünya karardı ve biz şimdi uzak evlerde yalnız. Yaprakları yanından geçenin rüzgarıyla dökülecek kadar kurudu, göz yaşlarımız hiç dinmedi. Bakılmaz oldular, ilgisiz kaldılar, çok acı çektik. Sonuçta acı kokan bir odanın zemininde yere düştüler, ayrıldık. Ahh. Ahhhhhhh. Bir çiçek demeti hayatımız. Herşey derken hiçbirşeye dönüşüvermek…

İçimde yorgunluk, sahilde kendimi saçlarımı okşayan rüzgara bırakıp, dalgaları dinleyerek, geride, sadece denizi, köpüklü kollarını iki yana açmış, 'gel bana' dercesine bana bakan denizi bırakarak, günlerce uyumak istiyorum.

Tuhaf bir yaz gecesi dolaşmaktan yoruldu, benim gibi. Hava aydınlanmaya başladı…

Kimseler yok yanımda, kimse bilmiyor içimde kopan fırtınaları, yaralandığımı ve şu an ne kadar savunmasız olduğumu. Dayanabilirim diye düşünüyorum ama belki de çoktan yenildim. Gözyaşlarım geçen zamanla yüzümde kuruyup kaşıntı vermeye başlarken, yüreğimde sanki hüzünlü bir ezgi dolaşıyor.

Bu gün çok yorucu bir gün olacak. Hemen telefon açıp sana söylemek istiyorum yaşadıklarımı ama korkuyorum. Çok özenle seçtiğim bir sözcüğe gülümseyerek yanıt vermenden ve büyüyü bozmandan korkuyorum. Arıyorum seni ama yokluğunu bile bile. Özlemle içimden anlatıyorum duygularımı. Ama var olsan o kadar anlamazsın beni gibi geliyor. Hayalimde daha kolay dertleşiyorum seninle…

Alacakaranlıkta sabah kuşları, onlara bıraktığım bulgurları yiyor, ben camdan onlara bakıyorum…

İlhan İREM'i doğru anımsamışım, B yüzünün son parçası: 'Bitti'
'sana git diyen kimdi? milyonlarca benden birisi mi?
gül kokulu odamda kim gülümser uyanışıma?
daha kaç yıl dayanır bu köhne yürek gelgitlere?
nereye gidersen git ama sakın bitti deme…'

Yazdıklarına bir yanım inanmıyor hala bilesin. Okuduklarımı yadırgıyorum, öyle işte. Bulduk artık, çattık artık diyeceksin…

Tuhaf bir yaz gecesi bu ve bitiyor…

Son cümlelerimi yazmaya başladığımda dışarda gün ağarmaya başladı. Düşünüyorum da; senin olmadığın bu yazlıkta, zamanı tüketiyorum hem senin için hem de yüreğimdeki umut kırıntılarıyla senden habersiz kendim için. Zaman sanki bedenimi alıp götürecekmiş gibi hızla geçiyor. Bedenim ise ona inat hafif sallanarak ayakta. Birazdan oturduğum yerden usulca kalkıp yüzümü gökyüzüne yeni doğan güneşe döneceğim. Sana sesleneceğim. Yüreğinde bir yerlerde bir sızı olacak rüyalarında. Tepemde sallanan elektrik ampulünün sarı ışığı, hasta ve kanı çekilmiş çocuk gibi anlamını yitirdi. Lambayı söndürdüm. Dünyayı sırtlamış Atlas gibi yorgunum ve yorgun yüreğim masanın üstünde dirseğimi dayadığım yerde. Birazdan yatağa, dağınık çarşaflı yatağa atacağım kendimi…

Kendimle iç savaşım ve duygularımla verdiğim o gelgitli mücadele sanırım birazdan sona erecek. Yaralarımı onaracağım yüreğimdeki. Ve ben ilk defa yüreğime yavaş yavaş girmene gizli güneşim gibi doğmana izin vereceğim, bu tuhaf yaz gecesinin sonunda. Çünkü aşk hiç bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç bitmez. Eğer zamanımız varsa yaşanacak yayaşacağız.

Huzur dolu ve mutluyum…

Kendine iyi bak.

Sevgimle.

Not: 1- Bu yazıtı günlüğüme yazdım, sonra sana göndermeye karar verdim, hani 'artık sana ait' diye. Bu yüzden günlüğümde yartık sayfalara bakınca bu geceyi anımsayacağım hep.
2- Yazıtımı daha şimdiden okudu ruhun, o kadar eminimki.
3- Geleceğim Samsun'a. En kısa zamanda. 'Bir gün mutlaka.'

H-O-Ş-Ç-A-K-A-L

Call Now ButtonBİLGİ HATTI