'Bana hala saygı duyduğunu, seni hala kaybetmediğimi bilseydim, bekleyişini görseydim yeşil gözlerinde, herşeye karşı olabilir, her sonuca katlanabiliridim. Bunlar olmayınca, mücadeleyi senin yanında vermenin bir anlamı yok gibi geldi…'
Canım,
Çok aradım seni. Telefonun düşmedi bir türlü.
Aradan çok zaman geçti, çok şey değişti ama belki de dediğin gibi tekrar konuşmayı denemeliydim. Yazmalıydım.
Biten neydi acaba diye hep düşünüyorum, o kadar çok soru var ki beynimde, çıldırabilirim. Neleri yitirmiştik geçen zamanla bilmiyorum. Aklım paramparça, soruların yanıtlarını bulamıyorum. Kim haklı kim haksız. Sen, bence en önemli olan, bana karşı saygını yitirdiğini söylemiştin zaten. Bu hemen herşey demekti.
'Gel…' demiştin bana. Peki ben nereye, nasıl gelecektim. Gelince dönmemem gerekirdi. Sana gelişim, sen nasıl düşündün bilmiyorum ama, evlilik olacaktı. Bunları açıkca konuşmadan bir geliş ne kadar doğru olacaktı. Seninle beraber olduğumuz zamanlarda hep kararsızdım. Ama inan yapabileceğim hiçbirşey yoktu. Ailemi dinlemek zorundaydım. Seninle gelseydim ailemi özleyecektim, ailemle kaldım şimdi seni özlüyorum. Ne ailemden ne senden vazgeçebiliyorum. Evet herşey bitmişti gerçekten; hem beynimde hemde yüreğimde biryerlerde birşeyler can cekiştikçe can vermişti nihayet. Söylenecek hiç birşey yoktu bundan sonra ve boşverdim gerçektende…
Sen olaylardan çok olayların oluş biçimine takılmıştın. Çevren de. Öyle veya böyle biz ayrılmıştık. Ben herşeyi mahvetsem bile bundan sonra yapılabilecek birşey kalmamıştı, hangi şartlarda bunlar olmuştu önemliydi ama yargıyı değiştirmedi. Neler yaşanmıştı önemli değildi artık. En önemli olan ayrılma şeklimizdi. O karmaşada, efendim neden bir telefon açmamışım, herşeyi daha kolay halletmek için, özür dileyip hoşçakal dememişim. Çünkü ben sana hoşçakalı içimde diyememiştim, sana demek aklıma bile gelmemişti, özür dilemedim şartlar zorunlu idi. Görüyorum ki o özürü kendime dilemeliymişim. Ne önemi vardı, herşey her haliye son derece acıydı zaten. Benim için hiçbir ayrıntının farkında olamayacağın kadar önemli olan da buydu.
Daha sonra ilk görüşmemizde özürüm ve suskunluğum önemliydi. Gizli bir yılan gibi yuvalanmışken içimde keder, seni herşeyden çok özlemiştim. Gözlerini, sevgi dolu bakışını, beni sıkı sıkı sarmanı, bana karşı gösterdiğin anlayışı, beni öpüşünü, kısacası herseyini nasıl özlediğimi bir bilsen. Bir bilsen aylar geçmesine rağmen hala seni çılgınca görmek istediğimi. Ama ne yapcağımı bile bilmediğim bir şaşkınlığın içerisindeydim. Gözlerimin bakışı kalbimin çırpınışı önemli değildi. Ezik durmamıştım. Üstelik en az ayrılığımız kadar senin çevrene karşı içinde bırakıldığın konumda çok önemliydi. Umarım tüm eleştirilleri bana yapmışlardır. Sana yalnızca, bana verdiğin, o büyük sevgin ve saygın için sitem etmişlerdir.
Bana hala saygı duyduğunu, seni hala kaybetmediğimi bilseydim, bekleyişini görseydim yeşil gözlerinde, herşeye karşı olabilir, her sonuca katlanabiliridim. Bunlar olmayınca, mücadeleyi senin yanında vermenin bir anlamı yok gibi geldi.
Hissettiklerimin önemi yoktu. Herşeye rağmen ayakta kalabilmeyi başaran duygularımında. Şairin dediği gibi; ayrılık da sevdaya dahildi, çünkü ayrılanlar hala sevgiliydi ve ayrılmanın da vahşi bir tadı vardı.
Herkes bana kızgındı ama kimse bilmiyordu içimde kopan fırtınaları, yüreğimin lime lime edildiğini, yaralandığımı, bir çocuk gibi savunmasız olduğumu. Dayanabilirim sanıyorlardı oysa ben, bunları hiç hak etmediğimizi düşünen ben, çoktan yenilmiştim., yenilmiştik. Gözyaşlarım sonbahar yağmurlarıyla birleşip adeta göl oluşturmuşlardı. Çünkü paylaştığımız harkülade bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden dayanılmaz bir acı duyan yüreğimizde ayrılık ezgileri dolaşıyordu hoyratca. Bu satırları yazdığımda da hala gözyaşlarım dinmedi, gözlerimden, yeni bir sevdayı kesinlikle yasakladığım gözlerimden, hırçınca çıkıyorlar hala ve yanaklarımdan hızla süzülüp, yüreğime yavaşça akıyorlardı.
Kendim yaratmış olsam bile arada bir sıkıntılarımı aklına getirsen bile çok önemli bulduğum birşey söyledin bana. Hatta çok önemli iki konu belirttin: Birincisi, yaşadıklarımız dışında, sen bana çok üzülmüştün en çok bana üzülmüştün, bu onurlu bir tavır sergileyemediğimi düşündüğün için bir üzüntüydü. Oysa herşeyden önemlisi birlikte değildik. Uzun süre hiç konuşmamıştık. Görememiştik birbirimizi. Ve daha pek çok şey. Ben en çok bunlara sonra bildiğin herşeye üzüldüm. Sen yapsaydın da ben en çok yine buna üzülürdüm. Bu davranıştan dolayı, beni ezerek, bana değil başka tek bir şeye üzülmeliydin, ayrı oluşumuza. İkincisi, ilk telefon konuşmamızda; 'nasılsın?' demedin. 'Neler hissediyorsun?' demedin. 'Ben buradayım' demedin. 'Sensiz olmadı şimdi ne yapacağız?' demedin. Dediklerin sevgin değildi, özlemin değildi. 'Ne bekliyorsun hadi gel' hiç değildi. Neye güvenerek bunları bekliyordum. Ne yüzle bekliyordum ya da hak ediyormuydum. Hepsinin yanıtı olumsuz. Ama anlayacağını anladığını düşündüm. Dokuz ay hissettklerine göre bunları söyleyeceğini düşündüm. Resimlerimi indirmeyeceğini düşündüm duvardan, zincirini çıkarmayacağını, hala gurula sevdiğini söyleyeceğini, bu sevgiden onursuzluk duymayacağını düşündüm ve belki bir gün, evlensem bile, sana döneceğimi bileceğini ve bekleyeceğini düşündüm. Belki de koca bir aptalım. Sen de beni suçladığın kadar kolay kabullenmiştin bensizliği. Ve en acısıda buydu…
Nasıl ve ne şekilkde olursa olsun birlikte olalım çırpınışını görememiştim sende. Hak etmesem de görmek isterdim. Tek desteğim ve yaşama umudum bu davranışın olacaktı çünkü. Böylesine acı duyarak, içimdeki tüm güzelliklerin sana çarpıp zedelenmesine izin vererek daha fazla yasayamayamazdım…
Sensizliğe çok direndim…
Yorgun yüreklerimizle yarattığımız dünyadan kolay vazgeçtim sanma, hele bir kaçış hiç görme bu yazıtımı. Derli toplu olsun diye yazıyorum.
Neden herşey böyle oldu bir tanem? Biz de mutlu olmalıydık ama izin vermediler. Senin söylediğin gibi, herşey bir arada olmuyor. Ne ailemi silebildim nede seni. Ama beni senden daha iyi kim anlayabilir? Delice sevdiğim senden ayrılmak zorunda olmak ama ayrılırken seni de içimde götürmek ne acı. Ve içimde senden uzaklaştığımı düşündüğüm her adımda senin içimde daha da fazla büyüdüğünü, hatta içime sığmadığını hissetmek, bu duygudan kurtulmaya çalışırken, boğulmak, bütün bir dünyanın, bütün görüntülerin, güzel anılarımızın, gelecek düşlerimizin, güneşin siliniverdiği bir anda yine de ayrılmak zorunda olmak, ah bilsen çok acı. Anılarla savaşmaktan yorgun düştüm sonunda. Bu kadar kolay bitmez, bitemez dedim gönlüme ama bu defa kararlıydım dönüş olmayacaktı.
Ayrılık bizim seçimimiz değildi, mecbur oldugumuz insanların seçimiydi…
Ayrılık. Bu kelimenin hayatımda derin yaralar açacağını tahmin etmezdim. Şu anda dayanılmaz bir ayrılık acısı içindeyim.
Yapayalnız yalnızlığa gidiyorum…
Çaresiz, elsiz, kolsuz, ruhsuz ve sensiz bir biçareyim şimdi…
Seni seviyorum ve sonuna kadar seveceğim…
Sol yanımda vakitsiz gelen ağrıyla başbaşayım şimdi…
Hayatımdaki herşeyde varsın. Bu güne kadar hep daha çok girmen için çalıştım. Şairin dediği gibi: 'Esmese rüzgar, yağmasa yağmur, güneş her gün doğmasa, söylenmese şarkılar, su içmese insanlar unuturdum seni.' Ama şimdi süratle herşeyden çıkaracağım seni.
Tekrar karıştırdım hayatını, bunu için özür diliyorum. Neden bunca aradan sonra konuşmuştum senle, görmüştüm seni. Dönmüştüm sana. Ama ben hiç ayrılmamıştım ki, sana dönmek için düşüneyim. Yalnızca en uygun zamanı bulmuştum. Anlatmak için. Yazmak için.
'Bana kusura bakma deseydin daha kolay olurdu' dediğin, o gecikmiş onurlu davranışı, tekrar tekrar özür dileyerek ve çok daha fazla ve herşey için özür dileyerek yapıyorum. Çok üzgünüm ve özür diliyorum senden…
Hoşçakal…
Anladım ki, hayatta en kötü şey; bir peçeteye yazılan ve 'bu yazıtımı okuduğunda, gül ve bir süre öyle kal, ki ben, gülümsemeni, yüreğimin ta derinliklerinde hissedebileyim.' diyerek tutuşan yüreklerin 'hoşçakal' diyerek ayrılmasıymış.
Ve artık bekleme beni.