Koku alma, beş duyumuzdan biridir ve belki de bizde diğer duyularımızdan daha gizemli ve daha derin izler bırakır. Geçmişimizle bugünümüz arasında görünmez ama hissedilir bir köprü kurar. Koku duyumuz beynimizde limbik sistem adı verilen bir merkezde işlenir. Bu merkez aynı zamanda hafızamızın ve duygularımızın işlendiği merkezdir. Koku duyusu dışındaki tüm duyulardan gelen uyarılar, bilişsel bir süreçten geçirildikten sonra limbik sisteme gönderilerek hafızaya alınır. Sadece koku duyumuzun uyarıları hiçbir bilişsel aşamadan geçmeden doğrudan limbik sisteme gönderilir ve hafızamızda serbest bir duygusal alan içinde hareket ederler. Bu sayede kokular duygularımızla daha yoğun ve güçlü bir bağ kurar ve böylece bir “koku hafızası” oluşur. Yani koku hafızası birbirine sıkı sıkı bağlı koku-duygu ilişkilerinden oluşur. Koku hafızamızda kayıtlı bir kokuyu aldığımızda o kokunun bağlı olduğu duygu harekete geçer. İşte bu yüzden bazı kokular hafızamızda öyle bir yer eder ki, bir ömür unutulmaz. Biz unuttuğumuzu sanırız ama onlar bir yerden çıkar gelir. Küçücük bir koku, çocukluğumuzu geri getirir! Örneğin; oyun oynarken yiyebildiğimiz salçalı sıcak ekmeğin kokusu… Kokladığımızda mutlu olduğumuz gazoz kapağı kokusu ya da bir sınıfa girdiğimizde her an sözlüye kalkacakmışız hissini yaşatan sınıf kokusu ve çocukluğumuzun klasik pazar günlerini hatırlatan yıkanmış çamaşır ve sabun kokusu… Koku hafızası kalıcıdır çünkü koku en güçlü ve en acımasız hatırlatıcıdır! Kimi zaman mutluluk verici kimi zaman da hüzünlendirici özelliğiyle koku hafızası, insanda umulmadık etkiler yapabilir. Kokuların dilleri vardır, konuşmazlar ama hissettirirler, çoğu zaman, karanlıkta kalmış gerçekleri açığa çıkarılar, bilinmeyenleri bilinir yaparlar… Gizlilik ilkesi doğrultusunda kimliğini ve öyküsünün detaylarını çok ciddi ölçüde gizlediğim, bazı durumlarda başka danışanlarımın öykülerinden eklemeler yaptığım, kurgusal sahneler oluşturduğum ve Orçun adıyla anacağım bir danışanımın hikâyesi de kokuların gizemli dilinin neler anlattığına dair çarpıcı bir örnek…
Orçun’la ilk görüşmemizi eşi ile birlikte ofisime geldiklerinde yaptık. Eşi Oya yirmili yaşlarda, ince ve uzun bir kadındı, düz sarı saçları vardı. Siyah etek ile beyaz ipek gömlek giymişti. Orçun da aynı yaşlarda görünüyordu, o da ince, uzun bir adamdı, havalı siyah bir takım elbise giymişti. Hüzün dolu, gergin bir hali vardı, bakışları sertti ya da öyle olmasına inandığı için sertleştiriyordu, sanki yorgunluktan ve uykusuzluktan avurtları çökmüş, yalnızca kemik, sinir ve deriden ibaret gibiydi. Odamdan içeri girdiğinde hızla yayılan parfümünün kokusu, yaklaştığında genzimi yakmıştı. Bu kokuyu biliyordum, Tom Ford’du…
Orçun, içeri girer girmez “Merhaba, artık sizi aramak zorundaydım” dedi. Sesi kaygılı ve ürkekti. Karşıma oturduklarında her ikisinin de vücut dili “Burada ne işimiz var? Hem para verip hem de kendimizi utandıracağız ama artık geldik, yapacak bir şey yok, kaderimize razı olalım” der gibiydi.
“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduğumda, Orçun sanki az önce aklımdan geçenleri duymuşçasına, “Tom Ford” dedi. Adını söylüyor gibiydi. “Müthiş baharatlı, tatlı bir parfüm, kesinlikle vazgeçilmez, inanılmaz… ‘Seks sence nasıl kokuyor?’ diye sorsalar 'Tom Ford gibi' derim, öylesine güzel anlayacağınız. Bir rivayete göre sadece Tom Ford için yetiştirilen siyah orkidelerden üretiliyormuş. Orkideler narin, cazip güzellikte, egzotik görünüşlü çiçekler. Dünyanın en kıymetli çiçeklerinin başında yer alıyor. Kokusu odaya dolduğu an burnunuzdaki her koku reseptörünü ele geçiren klâs, lüks ve şehvetli bir parfüm, tenin doğal kokusunu arttırıyor, geçmiş zamanların gizemli kokularını çağırıyor. İlk başta ağır kokuyor ama sonra enfes bir şeye dönüşüyor. Uniseks bir parfüm olduğu için eşimle birlikte kullanıyoruz…”
Oya, Orçun’un sözünü keserek gergin bir şekilde konuşmaya başladı: “Evet, gerçekten sorunumuz işte bu… Orçun çevresine katlanılmaz ölçüde kötü bir koku yaydığına inanıyor. Sürekli sıkıntılı ve huzursuz… Bazen vücudundan dışkı kokusu yayıldığını düşünüyor, başı ağrıyor, bazen göğüs ağrısı ve uykusuzluk yaşıyor, bu nedenle vücudunun kokusuyla ve Tom Ford parfümü ile aşırı meşgul oluyor. Hem Tom Ford’a çok para harcadığımız için hem de hala kötü koktuğuna inandığı için kendini suçluyor, aşağılıyor. Ama ben Tom Ford sıkmadığında da bir koku almıyorum. Gerçekte var olmayan bir koku için sık sık benden ve yakın çevremizden özür diliyor, seks yapmaktan ve bana dokunmaktan kaçıyor, parfümsüz sevişemiyoruz, sevişmemiz de 3 ayda bir oluyor, sürekli dişlerini fırçalıyor, saat başı Tom Ford sıkıyor, her fırsat bulduğunda iç çamaşırlarını ve elbiselerini değiştirerek olmayan bir kokudan kurtulacağını düşünüyor. Defalarca doktorlara gittik. Sonunda kulak burun boğaz uzmanı problemin psikolojik olduğu söyledi ve sizi tavsiye etti” dedi.
Orçun sabırsızlıkla karşılık verdi: “Durum Oya’nın anlattığı kadar basit değil. Sanki büyük tuvaletimi yaptıktan sonra kokusu genital bölgemden tüm vücuduma yayılıyor, iç organlarımı istila ediyor. Sonra da başım ve gözlerim ağrımaya başlıyor, kasıklarımda kasılma oluyor ve göğsümde de şiddetli bir ağrı hissediyorum. Bunların hepsinin nedeni bu koku…” Konuşurken yüzünde yine o kötü kokuyu duyuyormuş gibi nahoş bir ifade vardı.
Orçun vücudundan yayıldığını düşündüğü kötü koku yüzünden evden dışarı çıkamadığını, çıkmak zorunda kalırsa toplu taşıma araçlarını kullanamadığını, kimseyle görüşemediğini, günde 5–6 kere banyo yapıp iç çamaşırlarını değiştirmek zorunda kaldığını ve burnuna gelen kötü kokuyu sık sık Tom Ford sıkarak bastırabildiğini anlattı. Bu kokudan kurtulmak için çareler aradığını, sürekli internette araştırmalar yaptığını söyledi. İnsanların bu sorudan artık bıktıklarını bilmesine rağmen ailesine ve sınırlı sayıdaki arkadaşına sürekli kokuyu alıp almadıklarını sorduğunu, çünkü bu kokuyu aldıklarını söylemeseler de vücut dilleriyle kokuyu hissettiklerini belli ettiklerini söyledi.
Bu çift bende yavaş ilerlemem gerektiğine dair bir tedirginlik yaratmıştı. Oya'nın konuşması mantıklıydı, umutsuzluğunu ve kaygısını ifade ediyordu. Orçun ise dış görünüşüyle çok tezat bir şekilde utanç duygusu ve kaygısını güçlükle kontrol altında tutuyor gibiydi, göz teması kurmaktan kaçınıyordu, içe kapanık ve moralsizdi. Orçun sessiz kalınca Oya konuşmaya başladı: “Cem Beye geçmişinle ilgili bilgi vermelisin, geceleri neredeyse hiç uyumuyorsun, sürekli sinirlisin hayatım. Yoruldum artık. Senden çok şey istemiyorum ki Orçun! Sadece artık normal bir hayatımız olsun istiyorum. Evden çıkalım, birlikte gezelim istiyorum” diyerek ağlamaya başladı.
Bir süre Oya’nın ağlayıp sakinleşmesini bekledikten sonra, Orçun’a döndüm. “Evet, Orçun Bey bu kötü kokuyu ilk kez ne zaman almaya başladığınızı hatırlıyor musunuz?” diye sordum.
Orçun çekingen ve kontrollü bir şekilde konuşmaya başladı: “28 yaşındayım. Bilgisayar mühendisiyim ama bir işte çalışamıyorum. Evde web sitesi tasarımı yapıyorum. 18 yıl önce babamı feci bir trafik kazasında kaybettim. Babamın ölümünden sonra annemle yalnız yaşamaya başladığımda 10 yaşındaydım. Bir anda evin erkeği oluverdim. Bu bana çok ama çok ağır geldi…”
Bu sırada Oya, “Orçun asıl meseleye gelir misin, zamanımız kısıtlı” diyerek araya girdi. Orçun buna çok sinirlense de belli etmemeye çalışarak devam etti: “Kokuyu 23 yaşındayken hissetmeye başladım. O yıl annemi kaybettikten sonra nefes almakta zorlanıyordum, aşırı öfkeliydim, her şeye kolayca sinirleniyordum. Geceleri uyuyamıyordum, sürekli huzursuz, endişeli ve korku içindeydim. Sık sık soğuk soğuk terliyor, hemen ardından ani bir sıcak basması yaşıyordum. İnsanlardan uzaklaşmıştım ve her şeye karşı isteksizlik duyuyordum. Bu yakınmalarım geçtikten sonra vücudumdan kötü bir koku yayıldığını fark ettim. Bu nedenle kendimi eve kapattım. Kokuyu giderebilmek için saatlerce banyoda kalıyordum. O yıl bilgisayar mühendisliğinde okuduğum üniversite eğitimime ara vermek zorunda kaldım, kaydımı dondurdum. Artık okula ve eskiden sürekli gittiğim mekânlara gidemiyordum. Eve gelen arkadaşlarımın ve akrabalarımın benden tiksindiklerini hissediyordum. Bu bana büyük bir utanç veriyordu ve çok acı duyuyordum…”
Orçun susup, yere bakmaya başladı. Alnından şakaklarına doğru akan teri, cebinden çıkardığı bir mendille sildi. Bir süre bekledikten sonra “Şimdi Tom Ford sıkmamış olsaydınız, bu odada nasıl bir koku duymamdan endişe edeceğinizi merak ettim” dedim.
Orçun utangaç ve çekingen bir tavırla, “Dışkı gibi bir koku ama bazen nasıl anlatsam sanki farklı olabiliyor ama tarif edemiyorum… Bu kokunun ben duymadığım zaman bile sürekli olduğunu ve her yere yayıldığını düşünüyorum” dedi. Tanı koymak ve tedavi stratejisini belirlemek için daha fazla şey bilmem gerekiyordu. Bu nedenle Orçun ve Oya'ya yaşadıkları sorunu daha ayrıntılı dinleyerek anlayabileceğimi ve tedavi seçeneklerini oluşturabileceğimi söyledim. Orçun'a haftada 2 kez tek başına düzenli olarak görüşmeye gelmesini tavsiye ettim, ikisi de teklifimi kabul etti.
O hafta Orçun ile ilk görüşmemizi yaptık. Onu daha fazla açıklama yapmaya teşvik edecek şekilde yönlendirdim, o da yaşadıklarını anlatmaya başladı… Orçun bu sorunu nedeniyle bana gelmeden önce defalarca çeşitli doktorlara gitmiş, tetkikler yaptırmış ama hissettiği koku ve nedeni konusunda hiçbir somut sonuç elde edememişti. Üniversiteyi bitirince ailesi evlenmesi için baskı yapmış, bu haliyle evlenemeyeceğine, kadınların kendisini istemeyeceğine inandığı için teyzesinin kızı Oya ile evlendirilmişti. Öğretmen olan Oya'nın maaşı, Orçun'un babasından kalan dükkânın kira geliri ve web tasarımı ile geçinmeye başlamışlardı. Sıklıkla dermatoloji ve kulak burun boğaz polikliniklerine gitmeye devam etmişlerdi. Bana başvurmadan iki ay önce yani annesinin ölüm yıl dönümünde Orçun iyice içine kapanmış, Oya ile neredeyse hiç konuşmaz olmuştu. Uykusuzluk sorunu artmış, gününün çoğunu yatak odasında perdeleri çekip oturarak geçirmeye başlamıştı. Yalnızca gece geç saatlerde dışarı çıkarak tek başına dolaşıp eve geliyor, az yemek yiyor, bir işe yaramadığını ve insanları üzdüğünü düşünüyormuş. Yaydığını düşündüğü koku nedeniyle duyduğu utanç duygusu tahammül edilemez hale gelmiş, hatta intiharı düşündüğü zamanlar bile olmuştu. Ama içinde bu kokudan kurtulacağına dair bir umudu hep canlı tutmuş ve kendini bu yönde telkin etmeye çalışmıştı.
Orçun, sosyoekonomik düzeyiyle uyumlu bir şekilde bakımlı ve iyi giyimliydi. Benimle konuşurken ara sıra göz teması kurabiliyordu. Alçak sesle, tane tane konuşuyordu, duygu durumu elemliydi, düşünce süreci düzenliydi, düşünce içeriğinde koku hezeyanı ile uyumlu yetersizlik düşünceleri, utanç ve suçluluk duyguları vardı, yakın, uzak ve tespit belleği normaldi ama dikkati ve konsantrasyonu biraz düşüktü, soyut düşünce yetisini koruyor gibiydi, ancak gerçeği değerlendirme ve yargılama yetisi koku hissettiği anlarda kısmen bozulmuş görünüyordu.
Değerlendirme görüşmelerinde Orçun ile hissettiği koku ve bununla ilgili duygu ve davranışları üzerine uzun uzun konuşmaya devam ettik ve sonunda Orçun’un çevresine katlanılmaz derecede kötü bir koku yaydığına inandığı bir psikiyatrik bozukluk yaşadığından emin oldum. Orçun sanki bir tür halüsinasyon (gerçekte olmayan fakat kişinin sahip olduğu beş duyu organından herhangi bir tanesiyle algıladığını sandığı durumlar) durumu yaşıyordu. Orçun'un koku halüsinasyonlarının süresi bazen 5–10 dakika sürüyordu ama çoğu zaman saatlerce devam edebiliyordu. Orçun bazen nahoş kokuyu kendisinin hissetmediğini ancak başka insanların tutumlarından ve davranışlarından bunu anladığını söylüyordu. Kokuya hiçbir açıklama getiremediğini ama ara sıra dışkı kaçırma, osurma, aşırı terleme veya diş sorunlarıyla ilgili olabileceğini düşündüğünü vurguluyordu.
Orçun'un anlattıkları, bu vakanın olfaktör referans sendromu (ORS) tablosuna uygun olduğunu gösteriyordu. Bu sendrom, kişinin başka insanları rahatsız edecek şekilde vücut kokusu yaydığına gerçekten ve yürekten inandığı bir psikiyatrik bozukluktu… Orçun bir tür hezeyan içindeydi. Belli bir dönmede ve toplum içinde gerçeğe aykırı düşünceyi tanımlamak için kullanılan hezeyanlar, yanlış ama sağlam ve kolay değiştirilemez düşünce ve inanışlardır. Yani başka insanların inançlarını önemsemeden, var olan düşüncenin hatalı olduğuna dair kesin deliller olmasına rağmen dış gerçeklikten yanlış anlamlar çıkartmaya dayalı yanlış inançlardır. Delüzyon, sanrı, paranoya terimleriyle de ifade edilen hezeyanlar, şizofreni, depresyon, demans (bunama) gibi psikolojik ve nörolojik rahatsızlıkların belirgin belirtilerindendir. Orçun’un yaşadıkları tıbbi bir sorundan kaynaklanmıyordu. Çünkü daha önce gittiği doktorlar tüm ihtimalleri gözden geçirmiş ve yapılması gereken tüm tetkikleri yapmışlardı. Bu nedenle Orçun'un hissettiği kokunun gerçek olmadığını, “psikolojik bir koku” olduğunu tahmin ettim. Bu tablo, depresyon olabilirdi, stres olabilirdi ya da başka pek çok şey olabilirdi. Ancak koku duyması altta yatan bir psikoza yani geçici olarak gerçeklerden kopmaya işaret ediyor da olabilirdi. Çoğu psikotik kişi gibi Orçun da kafasının içinde olup bitenleri bana rahatça anlatamayacak kadar savunmacıydı, kafası çok karışıktı. “Sanki zihninizin unuttuğu bir şeyler var, bedeniniz ve kokular size bunu hatırlatmaya çalışıyor gibi…” dediğimde yüzündeki korkuyu görünce bunu anlamıştım.
Orçun için şizofreni veya psikoz tanısı olası görünmüyordu çünkü hem ailesinde şizofreni öyküsü yoktu hem de şizofreninin tipik özelliklerini tam olarak göstermiyordu, depresyona işaret edebilen gerginlik, öfke ve içine çekilme yaşıyordu. Ancak ofisimde yaptığımız konuşmalar bana psikotik atağın kıyısındaki biri olduğunu çağrıştırıyordu. Doğru tanıyı koyabilmem için Orçun'un kafasından neler geçtiğini (düşünce), neler hissettiğini (duygu), zihnine ne tür görüntüler geldiğini (imaj), neler yaşadığını (anı), vücudunda neler olduğunu (fiziksel duyumlar) ve neler yaptığını (davranış) daha iyi anlamalıydım.
ORS’li kişiler vücut kokularıyla aşırı meşguldürler ve şizofrenli kişilerden farklı olarak, bu durumun kendilerine dışarıdan dayatıldığını öne sürmezler, tam aksine, kendilerini suçlarlar, sıklıkla toplum içine çıkmazlar, sosyal ve meslekî etkileşimlerini kısıtlarlar. Bugüne kadar bir dizi başka tıbbî durumlarda da kişisel kokusuyla aşırı derecede ilgilenen kişiler görmüştüm. Ancak sadece koku aşırı uğraşısıyla giden bir klinik durumu, şizofreni, depresyon veya temporal lob epilepsisinde (sara hastalığı) görülen koku alma ve kokuyla ilgili belirtilerden ayırmak gerektiğini biliyordum. Bu ayırımda kişinin kokudan kendini sorumlu tutması, utanç ve sıkılmayla birlikte pişmanlık duyması, aşırı yıkanması, insan içine çıkamaması, sık sık giysi değiştirmesi ve sosyal ilişkilerden kaçınması, dikkat edilmesi gereken önemli noktalardır. Ayrıca ORS çozu zaman zayıf içgörülü takıntı zorlantı bozukluğuna (obsesif kompulsif bozukluk) veya sosyal fobiye yakın bir klinik tablo sergiler. Çünkü hem kişi sosyal ilişkilerden uzak durur hem de sürekli kokudan temizlenme davranışları sergiler.
ORS genellikle erken yaşlarda başlar, bekâr erkeklerde daha yaygın olarak görülür ve psikozlu kişilerden gerçekliği değerlendirme yetisinin sağlam oluşuyla ayrılırlar. Psikoz kişinin gerçeklikle alakasını koparan akıl hastalıklarının genel adıdır. Psikozlar basit ve birkaç gün süren kısa psikozlardan bazen bir ömür boyu devam edebilen şizofreniye kadar çok fazla sayıda hastalık türünü ihtiva eder. Şizofreni işlevselliğin önemli derecede bozulduğu, duygu, düşünce ve davranış bozukluklarının görüldüğü, gerçeklikle uyuşmayan bulgularla belirlenen, nedenleri bilinmeyen bir bozukluktur. Orçun’un ayırıcı tanısında, hezeyanı ile ilgili alanlar dışında işlevselliğinin bozulmamış olması, anlamsız saçma sapan konuşma, hiç hareket etmeden durma, hareket etmeye karşı direnç gösterme, garip pozisyonlar alma, söylenen sözleri ve yapılan hareketleri tekrar etme, zaman zaman aşırı, amaçsız hareketler yapma gibi ileri derecede dezorganize veya katatonik davranışları ya da bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir sanının varlığına inanma şeklinde diğer halüsinasyonlarının bulunmaması nedeniyle psikoz tanısının dışında kaldığı açıktı. Psikotik kişiler halüsinasyon görebilir, yani gerçekte olmayan kokuları veya sesleri duyabilir, düşüncelerinin radyodan yayınlandığına inanmak gibi daha tuhaf deneyimler yaşarlar, bazen kafalarında iki ya da daha çok kişi arasında geçen konuşmaları duyarlar, kimsenin göremediği görüntüleri görebilirler. Ayrıca kuruntuları, yani hatalı birtakım sabit inanışları vardır ve bunlar, hiç kimsenin duymadığı bir kokuyu duymak, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından izlendiğini düşünmek gibi paranoyak inanışlardan tutun da ünlü bir film yıldızı, hatta Mesih olduğuna inanmak gibi görkemli fikirlere kadar değişiklik gösterebilen çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir.
İnsanı pek çok şey psikotik yapabilir. Bu yüzden öncelikle tıbbi hastalık ihtimallerini gözden geçirmek sonra diğer psikiyatrik rahatsızlıkları değerlendirmek gerekir. Orçun, üroloji, dâhiliye, dermatoloji, kulak burun boğaz doktorlarına gitmiş, yapılan muayene ve tetkikler sonucunda duyduğu kokuyla ilgili herhangi bir patoloji saptanmamıştı. Ancak Orçun kokunun olduğu konusunda ısrarcı olunca, doktorlar tarafından ona psikiyatrik değerlendirme önerilmiş ve bana gelişi bu yönlendirmeyle olmuştu. Çoğu zaman kuruntuların veya hezeyanların yapısı ayırıcı tanıda önemlidir. ORS’li kişiler depresyonun bedensel belirtilerini göstermezler, yani gelişme ve beslenme gibi yaşamsal faaliyetlerini rahatlıkla devam ettirirler, depresyonlu kişiler de koku nedeniyle “pişmanlık tepkisi” duymazlar. ORS’de görülen depresyon çoğu zaman koku halüsinasyonuna bir tepki olarak ortaya çıkar. Öfkesini kendine döndürmüş olan depresyonlu kişilerde genelde somatik kuruntular görülür. Yani kişi geçmişin kötü, şimdinin kötü ve geleceğin de kötü olduğuna, vücudunun bir şekilde hastalıklı, anormal ya da değiştirilmiş olduğuna inanır. Kimi zaman korkunç bir suç işlemiş ve ağır biçimde cezalandırılması gerekiyormuş gibi abartılı pişmanlık, suçluluk ve günahkârlık duyguları yaşar.
Orçun’un koku duymaya başladığında ortaya çıkan ve 3 ay süren, son iki ay içinde tekrarlayan depresif atakları vardı. Manik (taşkınlıklar içeren) ya da hipomanik (psikolojik ve bedensel olarak normalin üzerinde bir canlılık sergilenmesi) bir dönemi olmadığı için bipolar bozukluk tanısına uygun değildi.
Koku yaydığı düşüncesinin hezeyan boyutunda olması, bu durumda obsesif kompulsif bozuklukta sıklıkla beklenen sürekli ve tekrarlayan yıkanma davranışları, başka takıntıların, sıkıntıyı azaltmak için yapılan ve çoğu zaman mantıksız olan hareket veya düşüncelerin olmaması ve bu durumu saçma olarak nitelememesi nedeniyle içgörülü obsesif kompulsif bozukluk tanısı da dışlanmış oluyordu.
Epilepsi, genellikle şuur kaybı ile birlikte olan ve nöbetlerle giden bir sinir sistemi hastalığıdır. Bir epilepsi nöbeti beyin fonksiyonlarında kısa süreli bir bozukluk olarak tariflenebilir. Bir grup beyin hücresi ani olarak elektrik deşarjı göstermekte ve nöbet ortaya çıkmaktadır. Nöbeti başlatan asıl sebebin sinir hücreleri arası akım geçişiyle vazifeli maddeler arası dengesizlik olduğu sanılmaktadır. Özellikle temporal (şakak) lob epilepsisi olan kişilerde psikiyatrik bozukluklara sık rastlanmaktadır. Çünkü bellek, öğrenme, duygusal denge ve sosyalleşme konuları temporal bölgenin çalışması sonucu ortaya çıkan özelliklerdir. Burası deneyimlerin ana merkezidir. Bu nedenle bazen temporal bölgeden kaynaklana epilepsi nöbeti sonrası geçici psikotik durumlar da ortaya çıkabilir. Orçun’un böyle bir epilepsi atağı hiç olmamıştı.
Antipsikotik ilaçlarla deneme tedavisi çoğu zaman psikozda görülen savunmacılığın, paranoyanın ve halüsinasyonların bir kısmını ortadan kaldırır. Ben de Orçun'un koku duymasını ve yaşadığını depresyon atağını ona ilaç tavsiye etmek için bir fırsat olarak gördüm. Bu sayede ona rahatsızlık veren psikolojik belirtilerini iyileştirebilir, onu psikoterapiye daha uygun duruma getirebilirdim.
Orçun’a, “Sizin yaşınızdaki genç bir erkeğin daha keyifli bir hayat yaşaması, düzenli seks yapması ve sosyal ilişkiler kurması gerekir” dedim ve devam ettim. “Orçun Bey ben sizin psikoterapistiniz olarak kalmayı, sizi ve yaşadıklarınızı anlamak için bu odada sizi dinliyor olmayı istiyorum. Hem psikoterapistiniz hem de size ilaç yazan hekiminiz olamam. Bu nedenle sizi birlikte çalıştığım bir psikiyatri hekimine ilaç tedavisi için yönlendirmek istiyorum. Kendisine izniniz olursa durumunuz hakkında bilgi vereceğim ve size daha iyi bir yaşam sürebilmeniz için ilaç vermesini ve ilaçlı tedavinizi yapmasını tavsiye edeceğim. İlacı kullanınca muhtemelen daha az stresli hissedeceksiniz ve sosyal ortamlarda daha rahat olabileceksiniz” dedim. Orçun teklifimi kabul etti. Hekim arkadaşımı aradım ve Orçun hakkındaki düşüncelerimi paylaştım, o da kendi yaptığı psikiyatrik değerlendirmeden sonra aynı fikirde olduğumuzu söyledi ve Orçun'a şizofrenisi olan kişilerin tedavisinde yarar sağlayan nöroleptik (kayıtsızlık ve sakinleşme yapan) özelliklere sahip antipsikotik ve sosyal kaygıları için bir antidepresan ilaç yazdı. Orçun hekim arkadaşıma “İlaç kullanmaktan nefret ederim! Ayrıca ben deli değilim. İlaçların aklımı başımdan almasından, geçmişteki acılarımı bana tekrar yaşatmasından, annemi ve babama ait duygularımı ortadan kaldırmasından korkuyorum” demiş. O da “Çok düşük dozlu bir şey bu… Hem alışkanlık yapan türdeki ilaçlardan da değil” diyerek rahatlatmaya çalışmış. Ben de Orçun'u “Koku duymanızı ve stresi azaltmaya da yardımcı olur” diyerek ilaçlarını kullanması yönünde telkin vermeye çalıştım ve birkaç gün sonra beni arayıp nasıl gittiğini haber vermesini istedim.
Hafta boyunca Orçun'dan haber alamayınca ilacı kullanıp kullanmadığını ve ilaç tedavisinin iyi gidip gitmediğini merak ettim. Bunun yanıtını ancak bir sonraki randevusuna gelirse öğrenebilecektim.
Sonraki haftanın başında Orçun geldiğinde ilk sorum, “İlaç tedavisi nasıl gidiyor?” oldu.
“Fena değil. Daha iyiyim” diye yanıtladı.
“Bir fark hissettiniz mi?” diye sordum.
“Eh, eskisi kadar koku duymuyorum ve dışarı çıkabiliyorum. Oya ile aramız daha iyiye gidiyor, moralimin de daha iyi olduğunu söylüyor, uzun bir aradan sonra ilk defa seks yaptık” dedi.
Psikiyatrik ilaçların ilk etkilerini genelde kişinin kendisinden çok yakınları fark eder. Duyduğum şey ilaçların işe yaradığına dair iyi bir işaretti. İlaçların Orçun'u kokuyla ilgili düşüncelerini düzenlemesine yetecek ve özel dünyasına girmemi sağlayacak kadar kontrol altına almış olduğunu ümit ettim.
Sonraki birkaç hafta boyunca Orçun'u görmeye devam ettim. İlaçlı tedavi etkisini gösterdikçe Orçun ve Oya’nın arasının giderek düzeldiğini duydum. Orçun'un koku almayla ilgi şikâyetleri azaldıkça Oya da sakinleşti.
Orçun yaptığımız özel görüşmelerden birinde, “Aslında koku duymam bir gece kulübünde masama davet ettiğim düz sarı saçları olan ince ve uzun bir kadın ile geceyi geçirdikten sonra başladı. Annemin yasını tutuyordum. Çok kötü bir haldeydim. Üniversiteden bir arkadaşım kafamı dağıtmak ve insan içine çıkartmak için beni bir gece kulübüne götürmüştü” dedi. Orçun’un eşi ve gece kulübünde birlikte olduğu kadının fiziksel olarak birbirine benzemesi, benim ölen annesinin de aynı fiziksel özelliklere sahip olup olmadığını merak etmeme yol açtı.
“Peki, böyle düşünmenize neden olacak bir şey mi yaşadınız?”
“Çok alkollüydüm ve onunla korunmadan seks yapmıştım. Birkaç gün sonra da cinsel bölgemden meni ve bayat balık kokusu gibi kötü bir koku geldiğini hissettim. Her şey o kokuyu duymamla başladı. Çıldırmış gibiydim. Dehşete düştüm. Kendimi kirlenmiş, suçlu ve günahkâr hissettim.”
Orçun şimdiye kadar kimseye anlatmadığı bu olayı ilk kez benimle paylaştığı için utançla karışık bir suçluluk duymuş ve eşinin bundan haberi olmamasını özellikle tembihlemişti. Bu anlattıklarının ve konuştuğumuz her şeyin her zaman bu odada kalacağı konusunda hiçbir şüphe duymaması gerektiğini tekrar hatırlattım ve bu konuyu ileride birlikte daha ayrıntılı bir şekilde değerlendirmek için not aldım.
Orçun biraz olsun rahatlamış bir şekilde devam etti: “Ne yaptıysam koku bir türlü geçmedi. O kadından hastalık kaptığımı düşündüm ve doktora gittim. İyi ki de gitmişim… Doktor cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yakalandığımı söyleyerek bazı ilaçlar verdi.”
“İlaçları kullandıktan sonra kokuda azalma ya da kaybolma olmadı mı?” diye sordum.
“Hayır, hiçbir değişiklik olmadı. İlaçlar bitince aynı doktora tekrar gittim. İyileşmiş olduğumu söyledi ama koku hâlâ vardı. Ben de başka doktorlara gittim.”
Orçun’un hissettiği kokunun kaynağının daha derinlerde bir yerlerde olduğunu düşünüyordum. Konuşmalarımızla yavaş yavaş gerilere giderek, sorunun kaynağına inmeyi başardık…
Orçun ile yaptığımız bir sonraki görüşmede ona “İzniniz olursa çocukluğunuzdan konuşmaya devam edelim lütfen. Çocukluğunuzda kirlenmiş, suçlu ve günahkâr olmaya dair neler hatırlıyorsunuz?” diye sordum.
“Ankara’nın küçük bir ilçesinde doğup büyüdüm. Babam uzun yol şoförüydü. Eve nadir gelir, birkaç gün kalır, sonra yine uzun süre gelmezdi. Yani genellikle, annemle birlikte yalnız yaşardık. Annem ince ve uzun bir kadındı, düz sarı saçları vardı, onlara dokunarak uyumayı çok severdim. Geceleri de annemin yatağında onunla birlikte uyurdum. Çok hoş baharatlı bir parfümü vardı, onu içime çekerek uyumak eşsizdi… Ama bazı geceler annem ‘Bu gece kendi odanda, kendi yatağında yalnız yatacaksın’ derdi ve beni yatağına almazdı. Bunun nedenini anlayamaz ve bir anlam veremezdim” diyerek anlatmaya başladıktan sonra boğazına bir şey takılmış gibi yutkundu. Sessizce uzun süre bekledi… Daha sonra “Bu oda şu an sizin için dünyanın en güvenli yeri… Siz hazırsanız ben anlatacağınız her şeyi duymaya hazırım. Lütfen bir an bekleyin, arkanıza dönün ve unuttuklarınızı anımsayın” dedim…
“Sizi dinlerken birden Mevlana’nın bir sözü aklıma geldi; öyle bir yerdeyim ki; ne gitmesi mümkün, ne kalması mümkün olan, öylece bir yerdeyim işte… Vazgeçmekle direnmek arasında, akla karanın tam ortasındayım… Kaybetmenin arifesinde, yeni bir hayatın eşiğindeyim… Kalsam canım yanacak, gitsem hayatım!” dedi ve Orçun anlatmaya devam etti.
“Bir gün annemle evde yine yalnızdık. Gece olup yatma zamanı gelince annem ‘Haydi bakalım doğru odana bugün kendi yatağında yatacaksın’ dedi. Kendi yatağımda yalnız başıma uyumaktan nefret ediyordum. Anneme onunla birlikte yatmama izin vermesi için ısrar ettim ama annem kızarak beni yatağıma gönderdi ve çok sert bir şekilde odamdan kesinlikle çıkmamı söyledi.”
Orçun derin bir iç çekti. Önündeki sehpada duran bir bardak sudan bir yudum aldı ve gözlerini benden kaçırarak konuşmaya devam etti: “Ağlayarak odama gidip yattım. Aradan ne kadar süre geçmişti bilmiyorum birden şiddetli bir gök gürültüsüyle uyandım. Dışarıda şimşekler çakıyordu. Her şimşek çakışında odanın içi aydınlanıyor ve etrafta korkunç gölgeler oluşuyordu. Yağmur o kadar hızlı yağıyordu ki yağmur damlaları pencereye taş atılıyor gibi çarpıyordu. Çok korkmuştum. Annemin kızacağını bile bile hemen onun yatak odasına koştum. Kapıya gelince durdum çünkü içerden sesler geliyordu. Babamın geldiğini düşünüp sevindim ve kapıyı yavaşça araladım. Annemin üzerinde çıplak bir adam vardı ve o babam değildi. O anda ne yapacağımı bilemeyerek odama koştum. Yatağa yatıp yorganı kafama çekerek, korku, şaşkınlık, kızgınlık ve çaresizlik içinde uyuyakaldım. Birkaç saat sonra, annem yanına gelip bana sarıldı ve beni yatağına götürdü. Yatağa girdiğimde midemde korkunç bir bulantı hissettim ve kusmamak için kendimi zor tuttum. Yatakta kötü bir koku vardı.”
Orçun kusacakmış gibi oldu ve yüzünü buruşturdu.
“Kokuyu hatırlayabiliyor musunuz, nasıl bir kokuydu?” diye sordum.
Yüzünde büyük bir şaşkınlıkla yanıt verdi: “Evet, işte o koku, benim vücudumdan da çıkan koku… Meni ve bayat balık kokusu…”
Orçun, kendisini bana getiren kokunun kaynağını bulduğunda büyük bir rahatlama ve çözülme hissetti. O günden sonra yaptığımız görüşmelerin ardından, hayatını kâbusa çeviren o kötü kokudan tamamen kurtuldu, annesiyle eşi arasındaki bağlantıyı kopartabildi, eşiyle düzenli seks yapmaya başladı, babasına ihanet ettiğine dair duygularını çözümleyebildi… Artık Orçun’un içindeki “yetişkin” parçasıyla daha iyi bir terapötik ilişkimiz vardı, “Affetmenin ne olduğunu yalnız yetişkin parçanız bilebilir, “çocuk” parçanızın doğasında af diye bir şey yoktur, geçmiş travmalarınızı tekrar etmek için var olan ve duygularınızı temsil eden çocuk parçanız hem size hem de sevdiklerinize acı verir” dedim… Erdemin bir kötülüğü yapmamak değil, yapılmış kötülüğü affetmek olduğunu söyledim, önce çok zorlansa da Orçun, öfkelenmenin insanca, affetmenin erdemli bir iş olduğunu kabullenebildi, “Affetmek gülün kendini ezen ayağa anında bulaşan güzel kokusudur” dedi, affetmek için iki kişilik erdem ortaya koydu, hem annesini affetti hem onu affettiği için kendini affedebildi… 3 ay sonra da ilaçlarını kestik… Ama Tom Ford’u kötü kokudan kurtulmak için değil daha güzel kokmak için gerektiğinde kullanmaya devam etti.
Orçun’un hissettiği koku gibi, bazı kokular nesnelere ait değildir. Olayların, deneyimlerin, duyguların da kokusu vardır. Nesnelerin kokusu çoğu zaman herkes için aynıdır; çileğin kokusu, yağmurun kokusu, denizin kokusu… Ama yaşananların ve duyguların kokusu herkes için farklıdır; mutluluğun kokusu, seksin kokusu, kederin kokusu, intikamın kokusu… Kokular bize iyi de hissettirir, kötü de hissettirir ve en önemlisi kokular hasta ettiği gibi iyileştirir de.